Anlatmak, anlatabilmek, ne kadar büyük bir kabiliyetse
anlamak da o kadar büyük bir kabiliyet gerektirir.
Sizlerin de çokça duymuş olduğunuzu düşündüğüm meşhur bir söz
vardır:
“Ne kadar anlatırsanız
anlatın; anlattıklarınız karşınızdakinin anladığı kadardır,” diye…
Anlatılanı dinlemek, dinlediğini anlamak; esas itibariyle birbirini
tamamlayan fakat buna karşın birbirinden bağımsız özelliklerdir. Siz
istediğiniz kadar doğru cümleler kurmaya çalışın, karşınızdaki ne anlamak
istiyorsa onu anlar ve anladığı şekilde de uygulamaya geçer. Bu; karşınızdaki ile ilgili bir kapasite
meselesidir.
Üniversitedeyken, hastane stajlarına başlamadan önce bize
öğretilen ilk kural şuydu:
Doğru Hasta
Doğru İlaç
Doğru Doz
Doğru Yol
Doğru Etki
Şimdi düşünüyorum da; karşılıklı iletişimde de böyle bir
yöntem uygulanmalı bence.
Bu kural çerçevesinde, ifade etmek istediğimiz bir gerçeği;
Doğru insana,
Doğru zamanda,
Doğru yerde,
Doğru yöntemle anlatmalıyız ki…
Doğru etki oluşabilsin.
Ayrıca, şunu da iyi bilmeliyiz; “Doğru”
dediğimiz şey, her zaman bir değildir. Aynı konuda birden fazla doğrular
bulunabilir.
Örneğin: Yarısı su dolu bir bardağa bakan iki kişiden biri: “Bu bardağın yarısı boş,” diğeri ise: “Bu bardağın yarısı dolu,” diyebilir ve
ikisi de doğruyu söylemiş olur.
Bir de; anlatmak istediğinizi ifade ederken, kullanacağınız
kelimelerin özenle seçilmesi durumu vardır. Bu ise; sizin kapasitenizi gösterir.
Herhangi bir konuyu karşınızdakine eksiksiz anlatmak
istiyorsanız onu net bir şekilde ifade edebileceğiniz kelimeler seçip, doğru cümlelerle
aktarmak zorundasınız. Yoksa beklediğiniz etkiyi göremezsiniz ve ortaya birçok
farklı sonuç çıkabilir.
Bunu da şöyle bir örnekle açıklamaya çalışalım:
Karşınızda bir grup insan var ve her birine, içerisinde 30’ar
adet limon bulunan birer paket veriyorsunuz. Gruptakileri, birbirlerini göremeyecekleri
alanlara alıp şunu diyorsunuz:
“ Herkes, kendisine
verilen paketteki limonları önce ikiye bölüp ardından üçe ayırsın.”
Hepsi aynı anda işe koyuluyor. Verilen talimat doğrultusunda herkes
görevini yapıp tamamlayınca, siz de kontrole başlıyorsunuz. Gördüğünüz manzara
şu:
Gruptaki kişilerin;
Bir kısmı, kendisine verilen otuz adet limonu, bıçak
kullanarak birer birer kesip ikiye ayırmış; ardından ikiye böldüğü limon
parçalarını tekrar keserek, bu defa her bir parçasını üçe ayırmış.
Diğer bir kısmı da bıçak kullanmış ve paketteki tüm limonları
birer birer kesip ikiye bölmüş. Fakat ortaya çıkan 60 parçayı tekrar kesmeyip 20’şer
adet olacak şekilde üç gruba ayırmış.
Başka bir kısım ise; limonları bıçakla kesme yolunu seçmeyip
önce 15’er adet olacak şekilde iki gruba bölmüş, sonra da o grupları da 5’erli
üç gruba ayırmış.
Öteki kısım ise; limonları önce 15’li iki gruba ayırıp
ardından her gruptaki limonları bıçakla üçe bölmüş.
Sonuç itibariyle hepsi de sizin dediğinizi yapmış ve
paketteki limonları önce ikiye bölüp ardından üçe ayırmış. Fakat… Ortada dört
farklı sonuç var.
Şimdi hangisinin yaptığı doğru, hangisinin yanlış?
Verilen talimata bakılırsa hepsi de kendi düşüncesine göre
doğru olanı yapmış ve sonuca bakıldığında hepsinin yaptığı da doğru!
Bu durumda yanlış olan
tek bir şey var. O da; talimatı veren kişinin kullandığı cümle! Yani sizin
ifadeniz!
Çünkü o ifadeye göre bu dört farklı sonucun ortaya çıkması
muhtemel. Talimatı veren kişinin kullandığı ifade, karşıdakilerin anladığı
haliyle zihinlerinde şekilleniyor. Sizin esas hedeflediğiniz ve elde etmek
istediğiniz ise; bu sonuçlardan sadece birisiydi ama karşınıza dört farklı sonuç
çıkmış oldu.
O yüzden;
Eğer muhataplarınıza, neyi kastetmek istediğinizi tam olarak
belirtemezseniz bu şekilde dört veya duruma göre daha fazla farklı sonuç ortaya
çıkar ve hepsi de doğru olur. Sadece siz elde etmek istediğinize kavuşmamış
olursunuz.
Anlatmak istediğinizi, ya uygulamalı olarak göstermelisiniz;
ya da doğru kelimeler seçerek, net ifadelerle anlatmalısınız. En sağlam olan yol
ise; uygulamalı anlatmaktır.
Bunlara ek olarak; bazen, bir konuyu anlaşılır hale getirmek
için örnek vermek gerekir. Bu da; hem bizim
kapasitemizi, hem karşımızdakinin kapasitesini aynı anda gösterir.
Verdiğimiz örnekler; karşımızdaki kişi veya kişiler için bir dürbün vazifesi
görerek, uzak olan bir gerçeği akıllara yakınlaştırır ve konunun kolayca
anlaşılmasını sağlar. Bu örnekler; bir fıkra, bir anı veya amaca yönelik
kurgulanmış bir hikâye, vb. şeyler olabilir. Önemli olan ise; vereceğimiz
örneğin basit ve anlaşılır olmasıdır. Yoksa işin içinden çıkamazsınız.
Ama… Bazen öyle birine anlatırsınız ki, muhatabınız her şeyi
unutur sadece örnekte takılır kalır. Ne yaparsanız yapın hakikate bir türlü
ulaşamaz. Onu, örnekte boğulmaktan kurtaramazsınız. Bunu da bir örnekle
açıklamaya çalışalım…
Hocanın biri; dini bir sohbet ortamında, Bismillah kelimesini
kullanmanın önemini anlatabilmek için Bediüzzaman Hazretlerinin kitaplarından bir
örnek verir.
İki kişinin bir çöl yolculuğuna çıktığını, bunlardan birincisinin
o bölgede nam salmış bir aşiret reisinden onay alarak yola koyulduğunu ve o
onaya istinaden rahatça gezebildiğini; gittiği köylerde aşiret reisinin adıyla
dolaştığını duyan herkesin ona hürmet ettiğini, eşkıyalara rast gelse yine o
aşiret reisinin namına seyahat ettiğini söyleyip kurtulduğunu; ikinci adamın
ise; kendi gücüne güvenerek, hiçbir kuvvete dayanmadan yolculuğa çıktığını ama
yol boyunca hep korkuyla gezdiğini, eşkıyalarca soyulduğunu, bu yüzden aç
kaldığını, gittiği yerlerde hürmet görmediğini ve perişan olduğunu örnek olarak
anlatarak hakikate yol açıp, bizlerin de bu dünyada dolaşan yolcular olduğumuzu
ve her işimizde “Bismillah” diyerek, kâinatın hükümdarı olan Allah ’a (cc)
dayanıp, onun adıyla gezmemiz gerektiğini ve bu vesileyle yapacağımız işlerde
kolaylık olacağını ve güzel sonuçlanacağını anlatmaya çalışır.
Sohbet bitince dinleyicilerden biri yanındaki arkadaşına:
“Hocanın dediklerini anladın mı?” diye sorar. Arkadaşı “Evet çok iyi anladım.
Demek ki; bu zamanda, bir aşirete mensup olmak gerekiyor,” deyince; arkadaşı
onun sohbetten hiçbir şey anlamadığını fark eder.
İşte örnekte takılı kalmak budur.
Bazen de; karşı taraf, anlatmak istediğinizi hiçbir şekilde
anlamaz. Buna da bir örnek vermek gerekirse:
Hocanın biri; cemaate, “teyemmüm nedir, nasıl yapılır, hangi
şartlarda yapılabilir” konusunda uzun uzadıya bir vaaz vererek, detaylarıyla
anlatır.
Konu bitince cemaate seslenerek:
“Aranızda teyemmümü anlamayan var mı?” diye sorar.
Cemaatin tamamı sessiz kalır. Hoca da konunun herkes
tarafından iyice anlaşıldığını düşünerek yerinden kalkar. Tam da kürsüden inmek
üzereyken, cemaatten biri elini kaldırıp
“Hocam; benim aklıma takılan bir şey var,” diyerek söz ister.
Hoca:
“Buyurun sizi dinliyorum,” diye karşılık verip adamın ne
soracağını merak eder.
Adam:
“Hocam; anlattıklarınızı buradaki herkes gibi ben de çok iyi
anladım fakat şunu merak ediyorum: “Su
bulamayınca nasıl abdest alacağız?..” deyince… Hocanın iki omuzu, yanına
düşer.
Hayatınız
boyunca, hep doğru anlaşılmak dileğiyle…
Allah'a emanet olun.
Mustafa GÜL (Hamdi)