Biz yetmişli yıllarda, televizyonda şu reklam sözlerini hep duyardık… “ Bir bilmecem var çocuklar, haydi sor sor…”  ileriside var ama reklamını yapmayım diye kısa kestim. Benim yaşımdakiler bu dörtlüğü çok iyi hatırlarlar… Reklamdaki gaye yerine oturmuş ve uzun yıllar geçmesine rağmen hala bu reklamı hatırlayabiliyorum. İşlerini iyi yapmışlar sonuçta…


Şimdi nereden aklına geldi bunu yazmak diye merak edebilirsiniz. Hemen yazayım, 


Bir bilmecem var uyanın büyükler

Nerede zalimden kalan yüzükler

Evlendi İsrail  Amerika’yla

Bu haberle haydi, doyun küçükler…

Başkent, başkent!


Amerika başkanı Trump’ın canlı yayınla imzalayıp duyurduğu Kudüs’ün başkent olduğu haberle, reklam filminin arasında ki bağ, bana göre aynı. Tüm dünyanın gözlerine baka baka, sonuçlarını bile bile, büyük elçiliğini Kudüs’e taşıyacağını, İsrail’in başkentinin Kudüs olduğunu duyurdu. Bir reklam filmi gibi, iyi hazırlanmış ve senaryo edilmiş!


Bizse bu duruma gelene kadar ne yapmışız, kocaman bir hiç. Yahudiler, Filistin’e ait topraklarda yeni yerleşim alanları açarken, büyük beton duvarlar ile onlara mülteci kampları oluşturmak suretiyle ambargo uygularken, Müslümanların üzerine bombalar yağdırırken, Mescid-i Aksa’ya elinde silahları, yaşları belkide  20 bile olmayan Yahudi askerlerinin hangi müslümanın bu mescide girip namaz kılacağına karar verirken, Mescide girip gaz bombası atıp, her yeri ateşe verirken… ve daha neleri yaparken biz bunları film seyreder gibi seyrettik. Belki ağladık, dualar ettik… Hatta birde Filistinliler burayı korumalıdır diye de onlara karşı eleştiriler yaptık. Belki bir Müslüman Amerika’ya yüzlerce kez gitmesine rağmen hiç bir kişi, Kudüs’ü ziyaret etmeye gitmedi. Filistinliler hep yalnızdı. Ölmekti kaderleri, savaşmaktı…


Geçmişte, ülkemde doğuda askerler ölürken, batıda düğün dernek yapılır, gülünür oynanır, barlarda gençlerimiz yabancı bayanları mutlu etmek için zaman öldürür, O ölenin kederini yaşamazdı. Ateş düştüğü yeri yakar, binlerce genç ölürdü bu arada. Bir ülkede yaşanan acıda, sevinçte ortak olmalıdır. Bu kadar düşmanımız varken, bir spor müsabakasında bile, haydi gidelim, biraz eğelenelim diye bir çok alanda ruhsuzluk yaşadık. Spor işte, kazanan da olur kaybedende diye teselli edildik. Ama bu ülkenin fakir insanlarının rızıklarını yediler bu gibi sporcular. Bundan hiç bir utanma da duymadılar. 


Eğer sömüren veya şiddet uygulayan bir ülke, bu terörü yapmak istediği ülkede taraftar bulamazsa, birlik ve beraberliği bozamazsa, ne yapabilir ki… Ülkemin insanı birlik ve beraberlik içinde 15 temmuzda böyle bir darbeyi nasıl önledi gördük ve yaşadık. İstediği kadar bomba atsınlar, tanklar ile üzerimize yürüsünler bize ne yapabilirler ki… Eğer doğuda mehmetçik ölürken batıda ki gençlik barlara gitmek yerine, Kur’an okusaydı, onlar için ağlasaydı, dua etseydi… Bu kadar vehim ve üzücü hadiseler olur muydu, 15 temmuz olur muydu? 


Bugün Kudüs’te yaşananlarda bu şekilde gelişti ve bugünkü noktaya geldik. Biz Fatiha suresinde, “Rabbim yalnız sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz!”  deriz her namazımızda. Namaz kılan kaç kişi bunun manasını bilerek okur ki… Eğer Müslümanız diyorsak, ne dediğimizi, ne yediğimizi, kimin düşman veya dost olduğunu, kimin kardeşimizi olduğunu bilmek zorundayız. Biz içimizde gereksiz çıkar hesapları içinde çekişirken, elin oğlu, vatanımızı, Kudüs’ümüzü, şerefimizi, namusumuzu alıyor, tereyağıdan kıl çeker gibi…


İşin en sonunda uyanmak yerine, önümüze vizyon koyup, her yanlışı en aza indirerek, gayemize ulaşmak için çok çalımalıyız. Allah gökten rızkımızı yağdırmıyor, bizden çaba ve gayret bekliyor. Yani ben oturayım ağzıma lokma düşsün diye bir şey yok dinimizde. Rad süresi 11 nci ayette der ki, “… Siz istemedikçe ben sizi değiştirmem!” yani biz isteyeceğiz. Ezbere yaşamayacağız. Geçmişimizde orta Asya’dan başlayan her kurulan Türk devletlerinde, bizi yıkan sebeplerin, içimize fitne sokulma suretiyle yapıldığını gördük. Birbirimize düşman ederek, bizi parçalayıp, küçük devletlere bölerek, vaatler vereceğine kanarak, yok olduk tarih sayfasından. En son Endülüs’te olduğu gibi, Osmanlı’da olduğu gibi…


Artık internet var, bu şebekeler üzerinde Müslüman kardeşlerimizle tanışabilir, dertlerini ve problemlerini paylaşabilir ve yanlışlarımızı düzeltebiliriz.  Müslüman camiada bir iletişim sorunu var. Halklar birbirini tanımıyor, biz halkları yönetenleri biliyoruz ve onların kararlarını eleştiriyoruz sonuçta. İslam dünyası cahilliği yok edecek bir an önce, birbirimize kardeş olup, yapıcı olacağız. Dil, yaşam kültürü, sevinç ve acıları ortak noktalara koyup paylaşacağız ki, bir sömüren ülkenin fitnesine karşı uyanık olacağız.


Bugün Kudüs ile medyada, yazar ve şairlerde, Müslüman ülkelerde bir hareketlenme var. Bir teselli olsun diye, gelişmelere seviniyoruz ama bu bir kaç içinde bitmemeli, hep canlı tutulmalı… Artık Müslümanın kaderi pisi pisine ölüm olmamalı, zorla hicret olmamalı, çok büyük acılar olmamalı… Umarım bu hayırsız gibi görünen açıklama ile gemişte yapamadığız hayırlı işlere vesile olacak güzel şeyleri paylaşırız yeniden. Rabbim yar ve yardımcımız olsun, yaşasın zalimlere cehennem! 


Saffet Kuramaz

( Müslümanın Başına Ne Geldiyse Cahilliğinden Geldi başlıklı yazı safdeha tarafından 9.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu