Bu mücadele kulvarı içinde bu yol alışlar da, hiç değilse
kendi süreçlerini ortama dayatıyordular. Bu dayatmalar insanın köleliğini henüz
kaldıramıyordu. Köleliği kaldıramazdı da. Çünkü o üretim koşulları içindeki
nicelik ve nitelik değişmeleri köleliği kaldıracak çelişmeleri ortaya kor
düzeyde değildi.
Yani o içine girilen koşullar; köleliği kaldırmanın doğum
koşullarını henüz oluşamamıştı. Kölelik ne dinlerle ortadan kalkardı. Ne de
kölelik, dinlerle ortadan da kalkmıştı. Çünkü kendisi insana hitap ederken
kölelerim (kullarım) diye hitap eden bir anlayışın amacı köleliği kaldırmak
değil aksine ihsas etmektir. Dinler köleliği kaldırmak için oluşturulmamıştı.
Dinler insanı terbiye ediyordu. Ama ettiği terbiye köleci terbiyeydi. Elbette
ki şişede durduğu gibi durmayan dinler, ihdas edicilerini de aşacaktı.
Tarih bilinci olmayanların bunları sindirmeleri ve bunları anlamaları
elbette ki beklenemez. Bırakın dinlerin köleliği ortadan kaldırmasını. Kölelik
ne Spartaküs ayaklanmasıyla ortadan kalkardı. Ne renç ayaklanmalarıyla ortadan kalkardı.
Bu ayaklanmalar savaşları kazansa; egemenlikler kursalar dahi kölelik yine sürer
giderdi. Ama bu uğurda da hayli yol alınmış olurdu.
Bilindiği gibi şartların olgunlaşması içinde sanayi toplumunun
kotarıcıları burjuvalardır. Burjuvalar kölelerin yanında feodalizme karşı savaş
başlattılar. Süreç içinde oluşan yeni bir güç te var olan kölelik ile mücadele
sürecine, kölelerin yanında bu süreç mücadelesine katılmıştı. Her ikisinin
amacı da sadece aynı yolda yürümekle kesişmişti.
Burjuva sanayi devrimi için feodalizmin hem gerilemesi hem
de başka biçimde olukla ortada kalkması gerekiyordu. Köleler de feodal
beylerden kurtulmakla kölelikten azat olacaklardı. İşte bu şimdilik bir yol
kesişmesiydi. Bu nedenle kölelik mücadelesi orta çağ sonuna kadar özünde değil
de köleci anlam ekseninde sürmekle; sözle, köleci özün çevresinden dolaşma olmaktan
öte gidemezdi. Ama giderek te kimi şarlar eskiye göre haliyle iyileşti. Çünkü
olanaklar da akıl almaz denli iyileşmişti.
Köleliğe karşı anlamsal karşıtlıkla yapılan mantıki savunmalar
köle merkezli süreçler içinde darbe ve hasarlara neden oluyordu. Kölelik
merkezli oluşan bu darbe ve hasarlar; karşı söz diyalektiği oluşla ortaya koyan
söylemler kişileri "kullukta" eşitledi.
Tevhit ilkesi gereği ve tevhit soyutlaması gereği oluşla
şimdi El mana düşüncesi başlı başına yeni bir mana düşüncesi olmuştu. El
mantıklı düşüncenin oluşmasıyla başlayıp, feodalizmle biçimlenen dinler; yine
kendi öngörüsü olmayan burjuvaziyle de barış çubuğu içmeye pek uygun bir
düzenlemeler oldu.
Bu düzenlemelerle dinler yoluna devam edecekti. Feodalizm
içindeki süreçlerle para adamlığı ortaya çıkmıştı. Para adamlarının
(burjuvaların) faiz baskısı altında bunalan feodaller; kendi biçimlemeleri
altında olan dinlerle faizi haram kılmışlardı. Ne var ki burjuva süreçleri de
köleci sistemin faiz ürünü olukla ortaya çıkmıştı.
Dinler günümüzde faize sesleniyormuş gibi seslenir olukla;
kendisi faizin içinde olmaktadır. Yolsuzluk hırsızlık değil demekle gemi azıya
almıştır. Kendisi bir sevaba, sevabın
katı olan üremle ecirler verdi. Enflasyon nedenle (ne demekse) yasaların ön
gördüğü oranda (dinen ne anlama geliyorsa) faiz (ürem nema) almanın sakıncası
yoktur denmekle sisteme uzlaşı sinyalleri vere vere yoluna devam ediyordu.
Eskiden takdiri ile sahipliği bitişken (kolektif) olmanın
söz ve eylemli olan ilah tasımı vardı. El tasımı bu bitişken ligi iyeliği
olanlarla iyeliği olmayan kullar diye ayırdı. Kolektif oluş mal sahipliği ve
maldan yoksun olanlar diye ayrılınca; sahiplik yine irade buyurmaydı. İyeliği
olmayanlar da iradesiz olmakla iradelerinin olmaması yerine imanı kavi olan kişiler
olmakla; iman sahipleriydi.
İlahi süreç nicelemelerini giderek bu ayrışmaların mantık
düzeni haline gelmişti. Mantık sistemin geri bağlanımla olan inşa yasalarına
göre mantıktı ya da değildi. Bu bağlamla düzenlenen süreçlerde yeni birçok
mantıksızlıklarını ortaya koyuyordu. Bu nedenle El, önce geri bağlanım
yasalarının kurucu ve inşacısı gibi olukla davrandırıldı.
Böylece El’e meşruiyet kaynağı olmanın izlenimi verildi.
Sonra da bu illüzyonu içindeki El; meşruiyet kaynağının kendisi oldu çıktı. Artık
ilahi dönem içinde kuvve içinde (düşünce de) oluşmakla mantıklı edilen El;
eylemli (fiili) süreç içindeki El olup çıkmıştı. İlahi dönemli oluşmaların
zıddı olukla yansıma veren kuruluş (inşa) dönemindeki El tasımının, yerinde
yeller esiyordu. Sistem gelişerek değişerek öncesini (ilahi dönemi) sisler
bulvarının gerisinde bırakarak oturmuştu.
Köleci süreç; El erki olan, patsi türü bay erki
süreçlerinden çıkmıştı. Bey erki süreçleri kutsanıyordu ve kutsaldı. Yani
sahipliğe göre olan söylem ve eylemler kutsaldı kutsanıyordu. Bu nedenle adalet
kutsaması da sahiplik olan mülke temeldi.
Kutsal olanın davranışları da kutsaldı. Kutsal olan mal
sahipliğiydi. Mal sahipliğinin söylemleri kutsaldı. Davranışlar da, bu
sahipliğin (iyeliğin) söylemine göre olukla kutsal olmalıydı. Sahipliğin
davranış, söz ve eylemleri kutsal olunca kutsalların (mal mülk ve irade sahibi
bay erki efendilerin) birbirleri arasında yapacakları oligarşik (takım erki
olan), anlaşmaları da kutsaldı. Kutsal
ittifak (anlaşmalar) böyle vardı.
Şimdi köleci tevhit kültürü kutsal anlaşmalar olmakla
dünyayı kucaklamış, evrene doğru yol almıştı. Köleci mantığı evrene doğru da
uzatmıştı. Yani köleci mantık her yerde geçerli demeye getiriyordu. Köleciliği
saymazsak; mantığın dünyaya ve evrene uzanması insanın insanlığının yol kat
etmesiydi.
İnsan ön ittifakın sentez ürünüydü. Ön ittifaktan önce insan
yoktu. İnsan kölelikle yeniden insanlığını illüzyonu olur bir şal altına
gizleyecekle görünmez edecekti. İnsan yerine kul denecekti. Kimin kuluydunuz? El'in.
El'kimdi? Ön ittifaklı birikimi ve uygarlığın zıddını kişi sahipliği yapan
ilkeydi.
Yani ön ittifaklı sahipliğini ve üretim tekniğini, zıtlar
oluşması içinde rızk, kader, takdir, tevekkül gibi kavramların (illüzyon) büyüsü
içinde emeği, emek eksenli çevrimleri göstermezden gelmenin soyut mantık
dizgesiydi. Bu ilke sistemini kişinin mal mülk sahipliği üzerine inşa ederek
çekici oldu. Kişi sahipliğinin gördürdüğü düşlere göre herkes kendi üzerine
hayaller kurmaya başladı.
Bu hayallerin kotarıcı olan imge dayanak anlayışı da, El’di.
El bu heveslendirmeyle herkesin damağına bir parmak bal çalıyordu. Herkesin
hayallerini süsleyen El takdiri nedenle artık suç ve ceza vardı. Artık haram
ile helal vardı. Brehmen’e bir inek (kurban- hediye) vermek sevaptı. Erdemdi. Brehmen’in
yani tapınağın arazi olan mülkü üzerinde Brehmen için çalışmak sevaptı. Tapınak
algısı Brehmen özeğinde kişileşiyordu.
Brehmen görmüyor diye arkasından konuşup, işinde kaytarmak;
Brehmen’in malına mülküne zarar vermek suçtu. Günahtı. Ceza gerektirirdi. Suçu ve cezayı Brehmen’in mal sahipliği belirliyordu.
Eşleyiş ile suç ve cezayı mal sahibi olup olmama durumunun potansiyel oluşu
belirliyordu. Mal mülk nerden geliyordu? Cevabı yoktu. Yuvarlak lafla mal mülk “o”nundu
(El'indi)
Ön ittifaklardan önce yani totem döneminde, neden mal mülk
yoktu? Çünkü birikmez olmakla ve de sağlama eylemi olmak dışında üreten, mal
gibi alınıp satılan, insanı kendisine ve kolektif yapı oluşuna yabancılaştıran
emek gücü yoktu da ondan. El tarzı köleci yapılı süreçler insan aydınlanması
karşısında geçmişi insandan saklar. Bu tür unutturma davası içinde olmakla evvel
benim, ahir benim der çıkar.
Kısacası, üreten totem meslekli grup emeği ve gruplar arası
farklı kullanım değerli üreten emekler değiş tokuşları olmasaydı, totem gruplar
birleşmeli ittifakı sentezin de insanı olamazdı. İnsan olmaz ise evrene giden
insanlığı üreten bilinçte olmazdı. İnsan gibi bilinçte insandaydı ama kolektifti.
Köleci yapı içinde suç ve ceza yansıması olan kölelik
mücadelesi; özde değil de, özün çevresinde dolaşan söz ve mananın etrafında
şekillenmesiyle mücadele süreci başlamıştı. Bu mana içinde tevhit kültürüne ve
gelişen bilince göre El ve kul kavramı ayrıştırıldı. Kişi, mal mülk sahibi de
olsa kişiyi alsa satsa da, tapınak mantığı altındaki kişileşmenin kuluydu. Bu
sürecin şişede durur gibi durmamasıydı.
Mülk sahibi kul olsa da uygulamada mülksüzler gibi köle ya da
kul değildi. Ama tevhidi mana anlayışı içinde soyut tevhit gereği mana olurla
kuldular. Bu da şimdilik esas oğlan olan kulları tatmin ediyordu! Bu
mücadelenin ilk heveslendirme kavramı El karşısında "kullar eşitti". Bunu
niye diyordu? Çünkü yapı kolektif eksende dengeli süreçlerdi. Kişilerin, denge
dışı durumları kavraması olası değildi.
Denge üzerinde olmakla dengesizliğe gidecektiniz. Biliyorsunuz
eşitlik gibi eşitsizliği de El yaratmıştı. El'i sorgulayamayacağınıza göre bunu
böyle kabul edip dağıtılacak olan rızklar üzerinde eşitler değil “kullukta eşitliğe
razı olacaktınız”. Kullar türlü türlüyü. Zengin kullar; az zengin kullar;
asalak (hırsız, şarlatan, gözbağcı, büyücü, din adamlığı gibi lümpen) kullar ve
çalışan köle kullar gibi çok çeşitliydi.
Aslında kul, insan değildi. Kul, biat edendi. Rızk dağıtım
eşitsizliğine iman edendi. Zaten insan kavramı El tarafından söylenmek
istenmeyen bir kavramdı. İnsana; “canı çıkasıca” diyordu. “İnsan nankördür”
diyordu. Sanki bir başka yaratıktan bahseder gibi bahsediyordu. Oysa rızk
eşitsizliğine biat eden “mümin kullar” öyle miydi? Emek gücü sömürülmekle
onlara karşılığında neler vaat edilmiyordu ki!
İnsan farklı totem kültürlerini, farklı totem mesleklerini ve
farklı olan kapalı sosyal çevre biyolojilerini bir arada birleştirip; ön
ittifak içinde sentez etti. Sentez içinde her bir grup; diğer bir grubu kendi
gibi görüp manaca kendi eşiti saymakla girişti. Bu girişme ilk kez gruplar
arası cinsel girişme dokunumları da olmakla sosyal kültürlerin ve biyolojilerin
ürünü olmakla “insan olmuştu”. Totem tabuyu, yıkmıştı.
Oysa El zihniyeti, insan olan yapıyı mülk sahibi olanlar
olmayanlar diye ayırmakla hem manaca hem madden ve somut olukla, yapıyı
dengesiz ve eşitsiz kılmıştı. Bu nedenle "kul eşitliği" hiç bir zaman
"insan eşitliği" ve "yurttaş eşitliği" anlamını içermezdi. Kul
eşitliği; mantık ürünü olmayan, irade sahip ligi olmayan biatle rücu etmenin söylemiydi.
Dinler özde mümin kul dediği için insan dememiştir. İnsanın
bek raunduna atıfla insana insan dese de insanın insan olma tanımıyla karşısında
olanı kendisi gibi ruhça ve kolektif sahiplikçe hiç eşiti gibi saymaz. Bu
nedenle insana insan demeyi, adeta; mümin kullar, takva ehli demekle, unutturma
ister. Öyle olmasaydı mümin kulluk
insaniliği ortaya koysaydı; basit mantıkla söylersek; insan hakları beyannamesi
ve yurttaşlık beyannamelerinin yayınlanmanın da gereği duyulmazdı değil mi?
Bilip bilmemede saklanan bilgi ve irade olmakla mal
sahipliğinin elinde olan bilgiydi. Eğitimdi. Demek ki "kul eşitliği"
o şartların kölelik mücadelesi içinde gereklilikti. Ama içerdiği soyut bir söylem
olma nedeniyle insan olmak için gerekli ve yeterli bir neden değildir.
Zaten aksi olsaydı; ne insan haklar ne de yurttaşlık
beyannameleri deklare edilirdi. İnsan hakları ve yurttaşlık deklarasyonu evrene
hitaptır. Oysa kul oluş eşitliği önce o El deklarasyonu içindeki iradeye tabi
oluş biati ve boyun eğmesiydi. Başka başka El’lere biatin gereği ve özüydü. Her
bir El’e ait el egemenliğini tanır olmanın kulluğuydu.
Başka başka El’lere ait kulluğun; kutsal ittifaklı oligarşi
içinde tevhidi vardı. Bu tevhit ayrı ayrı El kulu olmanın sorunsalını; oligarşi
anlayışı içinde "El kulları arasındaki dengesizliği; kulluk eşitliği
oluşla ortaya koyacaktı.
Bu süreç totem tabusunun aşılması gibi bir süreçti. El
tabusunu aşmanın tevhidiydi. Tabii ki bu da insan olma eşitliği değildi. Bu
biatti. Ön ittifaklarda biat yoktu. Her bir grubun grup meslek sahipliği
nedenle iradesi vardı.
Ön ittifaklar grup irade birliğiydi ve tüzeldik içeriyordu.
Oysa El 'ler birliği kişisi mal sahipliği iradesi olmakla tüzeldik içermiyordu.
Mal sahibi iradeli maldan yoksunlar biatleydi.
Sonra bu süreç kutsal ittifaklı oligarşi dediğimiz takım
erkine bağlı olmanın kulluğu oldu. Bu sentez ayrı ayrı El kulluğunu ifade eden
sentezle milletti.
Bu milletin anlayışın içindeki süreçte; her bir her bir
sürecin her bir El salınımlı frekansı vardı. Bu frekanslar kendi El akitli
inancın renklerini taşıyordu. Rengin de bir frekans düzeyleri olduğunu
unutmayın. Ve bu dini milleti oluş içinde her bir El inanıcılarına özgü söz ve
eylemli davranışların düşünce tarzları vardı.
Millet ve din, El salınımlı her bir sentezlerin oligarşi
içindeki farklı salınımlar birleşmesi olmakla; köleci ittifaklı gelenekler din
denilen yeni bir tanım sürece evirildi. Böylece din milleti oluşu milleti oluş
ta dinleri tanımlıyordu. Ümmet oluş ortaya çıkana kadar.
Din denilen bu El’ler biati olan sentezin her biri aslında
oligarşi yapılı bu din içinde farklı mantığın ve düşünce tarzının da bakış
açısıydı. Bu her biri başka başak El'e biatle salınım veren anlayışından
fışkıran her biri farklı olan bakış açısı; geleceğin din yorum farkı ve
mezhepleriydi.
Bu ola gelişler içinde olup biten damıtmalar sürece göre ve
zamanına göre doğru ve ileri bir adımdılar. Ama günümüze göre ve şartları
ortada olmamakla da verimsiz kısır oluşun sömürü aracıydılar.