Yıl 1999…
Eşim ile (
Şimdi artık eski
eşim ) ilk tanıştığımız
yer olan Antalya’nın
Finike ilçesindeyiz. Aylardan
Mayıs ve günlerden Hıdırellez. Daha baharın
ortalarında olmamıza rağmen
ortalık cayır cayır
yanıyor adeta.
Kayınbirader. ‘’ Haydi hep
beraber pikniğe gidelim. Sizi
öyle bir yere
götüreceğim ki orada hem
buz gibi bir su, hem
de yemyeşil ve gölgesi
serin ağaçlar var.
Ayrıca bir de evliya türbesi var.
Böylece hem türbe
ziyareti yapmış oluruz
hem de güzel
bir gün geçiririz’’
deyince bu teklife
hayır demek olmazdı
tabii ki.
Derken efendim Finike
ilçesinin Turunçova beldesi
üzerinden yola revan
olarak gele gele
cennet gibi bir
yere geldik.
Gerçekten de önünden
buz gibi bir derenin aktığı,
derenin kenarında da türbe
olan bir yerdi.
Arabadan inmeden kayınbiradere
sordum:
- Harun..Kimin Türbesi
bu?
Harun bilmiyordu. ‘’Bilmiyorum
ama büyük bir
evliyanın türbesiymiş. Bu
yörede herkes , bir
dileği olduğunda bu
türbeye gelir’’ dedi.
Arabadan inince hemen
o buz gibi
suyla güzelce bir
abdest alıp türbeye
yöneldim. Dışarıda Osmanlıca
bir kitabe vardı. Kitabeyi
okuyunca gördüm ki
türbe ‘’ Kafi
Baba ‘’Adında bir erenin
türbesiymiş.
Neyse..Türbede iki rekat namaz
kıldıktan sonra gördüm
ki türbenin içinde
bu günkü Türkçe
ile kısa bir açıklama da vardı
ama yine de
Kafi Baba’nın kim olduğu
hakkında öyle fazla
bir malumat yoktu.
Türbe içinde Kafi
Baba hakkında fazla
malumat yok diye
işin ucunu bırakacak
değildim elbette. Ama o an
için orada yapabileceğim
bir şey de
yoktu.
Az sonra
kalabalık bir grup
geldi türbeye…Arabalarından
iner inmez özellikle
gençler o buz
gibi suya atlamaya başladılar. Sonra
bir yemek telaşı başladı.
Yemek dediğim bizimki
gibi domates- peynir
ekmek değil. Belli
ki kurban kesmişlerdi.
Yanlarında getirdikleri sini
sini etleri pişirmeye
başladılar. Bu arada
türbe içinde bizden
farklı olarak türküler
söylemeye başlayınca anladım
ki bu vatandaşlar
Alevi idiler.
Zaten bir türbe’de ‘’Baba,
Dede, Abdal ‘’
gibi sıfatlar varsa
o türbe %99
bir Alevi dervişinin
ya da büyüğünün
türbesidir. Ama ne
güzeldir ki bizim
halkımız o konuda
bir ayırım yapmaz.
Bizler Sünni olduğumuz
halde o türbe
bizim için de
değerli, orada yatan Kafi
Baba bizim için
de kıymetli idi.
1999 senesinin Hıdırellezinde Alevi
kardeşlerimizle gönül gönüle,
birlik ve beraberlik
içinde Türk’e has
bir bayram kutluyorduk
neşe içinde.
Daha sonra araştırmaya
başladım. Kimdi Kafi
Baba? Asıl adı
neydi? Ona niçin
Kafi Baba demişlerdi?
İşte bulabildiğim tüm
bilgiler:
Kafi Baba hakkında
pek çok rivayetler var:
Mesela onun -türbesi Finike’de
olan- ve Hacı
Bektaş-ı Veli’den sonra
Alevi dünyasının ikinci
büyük pîri kabul
edilen Abdal Musa’nın
Dervişlerinden olduğunu söyleyen
de var, Abdal
Musa ile aynı
dönemde yaşamış olmalarının
imkansız olduğunu, yaşamış
olsalar bile Kafi
Baba’nın, Abdal Musa’yı en
fazla on dört- on beş yaşındayken
tanımış olabileceğini söyleyen
de.
Türbenin bulunduğu yer?
Orayı ilk önce
Abdal Musa’nın kurduğu,
sonra kendisinin Elmalı'ya çekildiği ve Kafi
Baba Türbesi olarak
bildiğimiz o dergahın
daha sonraları Kafi
Baba tarafından kullanıldığı söyleniyor.
Kafi Baba’nın asıl adına
gelince:
Kafi Baba’nın asıl
adı Muhammed Nidai
Kasım imiş. Asıl Memleketi
Alanya imiş. Ne
zaman dünyaya geldiği
bilinmemekle beraber 1454
yılında vefat ettiği
( Alevi deyişiyle
‘’ Hakka Yürüdüğü ) tahmin
ediliyor.
Yani 1326 yılında
Bursa’nın fethine katılıp
1370 de Hakka yürüyen
Abdal Musa ile
tanışıyor olma ihtimali
oldukça az olsa
da efsanelerde ikisini
bir arada görmekteyiz
genel olarak.
Şimdi gelelim Muhammed
Nidai Kasım’ın nasıl
Kafi Baba olduğu
ile ilgili efsanelere.
1. EFSANE:
Muhammed Nidai Kasım, Hasan
Sabbah’ın yazdığı Batıni Kur’an
tefsirine ilişkin olarak
tamamen Hurufi ögelerle
süslenmiş olan ‘’Maarifetname-i Kaf u
Nun’’ adlı bir
eser yazar. İşte yazdığı
bu eserden dolayı
da ona daha
sonraları Kafi Baba
denir. ( Kaf u Nundan
dolayı…)
2. EFSANE:
Kâfi Baba Abdal Musa’nın kırk
dervişinden biridir. Abdal Musa kırk dervişini Kaygusuz Abdal’ın emrine vererek
Mısır’a gönderir.
O dönemler Mısır sultanının verem olmuş bir kız evladı vardır. Sultan, Kaygusuz
Abdal’dan yardım ister. Bunun üzerine Kaygusuz Abdal yanında getirdiği
dervişlerden olan Nida-i Kasım’ı görevlendirir. Kasım Derviş, hastaya nefes ve
nazar eyleyerek kısa zamanda sağlığına kavuşturur.
Bu kerametten etkilenen Mısır Sultanı, Kasım Derviş’ten bir dileği olup,
olmadığını sorar. Kasım Derviş kuşağından nefir’ini[*] çıkarıp, ‘’Sultanım
fazla bir talebim yok, şu Nefir’i dolduracak kadar yağ verirseniz(bazı
menkıbelerde pirinç olarak da geçer) yeterli bulunur’’ der.
Mısır sultanı bu isteği küçümseyerek
Mısır’ın bir yıllık yağ stokunu boşaltmasına rağmen, nefir’in dolmadığını
görünce panik içinde seslenir:’’Kâfi Derviş, Kâfi’’.Bunun üzerine Kasım Derviş
Nefir’i kuşağına yeniden takar. Ancak o gün, bu gündür ismi Kâfi Baba şeklinde
anılır olur.
[*] Nefir: Bektaşilik’te mücerret
dervişlerin kutsal emanetlerindendir. İki tarafı huni şeklinde, genellikle
geyik boynuzundan delikli bir boru olup, bir ağzı Hz. Ali’nin kılıcına benzer
şekilde çataldır ve üflendiğinde ‘’Hü’’ sesi çıkarır. İsrafil’in emaneti
addedilir. Yuf borusu da denir.
3. EFSANE:
Abdal Musa bir gün etrafında bulunanlara nasip dağıtır. Daha sonra oturup eli
ile ocağı karıştırır. Abdal Kâfi(Kâfi Baba) ‘’Sultanım, elin yanmaz mı?
Kafi değil mi?’’ Der. Bunun üzerine Abdal Musa birçok
kimsenin bildiği şu cümleyi söyler:
“Abdallarız, fetalarız, üryanlarız, büryanlarız!”
Bu arada
da adı Nidai
Kasım olan adı Kafi
Baba oluverir.
Abdal Kâfi “Acaba bu sultan hangi soya bağlıdır?” der. Abdal Musa Sultan Şu
karşılığı verir:
“Kim ne bilir bizi nice soydanız
Ne zerrece oddan ne de sudanız
Bizim meftunumuz marifet söyler
Biz Horasan mülkündeki boydanız
Yedi deniz bizim keşkülümüzde*
Hacım umman ise biz de göldeniz
Hızır-ü İlyas bizim yoldaşımızdır.
Ne zerrece günden ne hod aydanız
Yedi tamu bize nevbahar oldu.
Sekiz uçman içindeki köydeniz.
Bizim zahmımıza merhem bulunmaz.
Biz kader okunda gizli yaydanız
Tur’da Musa durup münacat eyler.
Neslimizi sorar isen HOY danız.
Abdal Musa oldum geldim cihana.
Arif anlar bizi nice soydanız
*Keşkül:Dervişlerin kullandığı yemek kabı
Kâfi Baba dergâhı ya da Abdal Musa Sultanın ilk
dergâhını kurduğu yerde Cumhuriyet dönemine kadar kesintili de olsa
postnişinler hizmetlerini sürdürmüşlerdir. Kâfi Baba Dergâhı Evkaf kayıtlarında
Finike Nakşibendî dergâhı olarak kaydedilmiştir. 1826 yılında II. Mahmut
tarafından faaliyetleri men edilen ancak askeri
amaçlar nedeniyle fiziksel tahribata uğramayan dergâh, Kıbrıs Bektaşi
Dergâhlarından gelen Dervişlerin ilk konaklama mekânı olmuş,1863 yılında Sultan
Abdülaziz tarafından yeniden Bektaşiliğe devrolunduğunda Postnişinliğine Seyyid
Nebi Dedebaba tarafından, Kadiri tarikatı kökenli Belgrad’lı Yaşar Agahi Baba
görevlendirilir.
Kâfi Baba dergâhı postnişinliği, 1912 yılında Balkan Harbi ve İttihat Terakki
Cemiyetinin bu dergâhı askeri amaçlar için kullanması dolayısıyla Cumhuriyetin
kuruluşuna kadar boş kalmış ve bu dergâha hizmet, Abdal Musa Dergâhı’ndan
yapılmıştır.
Kâfi Baba Dergâhında kısa bir süre postnişinlik yapan, Abdal Musa Dergâhında
bir su kaynağı bularak buraya kuyu açtıran(halk arasında bugün ‘’Zemzem Suyu’’
denilir) aslen Sivaslı olan ve 1821 de hakka yürüyen ve kabri Abdal Musa
Dergâhı’nda bulunan ‘’Seyyid İbrahim Baba‘’ tarafından Kâfi Baba türbesine
diktirilen kitabenin metni aşağıdadır: “
Hü Dost
Pir-i sani Hazret-i Abdal Musa hadim-i
Gülşan-i zar içre esrar-ı Hakayık mahremi
Askeri’dir ol şahın devlet-ü eyyamında
Kâfi Baba dirler idi iş bu erin namına
Kaf u Nun” la dile geldi eyledi Hakkel yakiyn
Seyyid İbrahim Dede ol Pişuva’yı müminin
Saye-i Sal mescidinde olmuşum bağdaşnişişn
Tariha’dır şeş cihana padişah-ı dide ban”
NOT: Çok daha fazla ve
teferruatlı bilgi almak
isteyenler şu linke bakabilir
ki ben de
bu yazıyı büyük
ölçüde o linkten
alıntılayarak yazdım:
http://www.afsinagcasar.com/misafiryazar/gurselGuler/kafi_baba_cem_gazetesi_ilk_hali_23.5.2011.pdf