Serbest Kürsü / Söyleşi

Eklenme Tarihi : 14.12.2016
Okunma Sayısı : 2827
Yorum Sayısı : 3
Günün Yazısı

Bu Yazı 15.12.2016 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

BU  ÇOCUKLAR  PİS  BİR  SENARYONUN  KURBANLARI  MI  YOKSA  ‘’ SÖZ  KONUSU  VATANSA  GERİSİ  TEFERRUAT’’  MI?

Önce,  on  bin  polisin  alınacağı belirtilen bir  duyuruya neden  bu  ülkenin  280.000  evladı  başvuruda  bulunuyor  oradan  başlayacağım.

Beşiktaş’ta  10  Aralık  akşamı meydana  gelen  hain  katliamın  yaşandığı  gün  oğlum  Tuğrul,  güvenlik  görevlisi  olarak  çalıştığı  sitede  gece  nöbetindeydi. İşin  doğrusu  içinde  1300  dairenin  bulunduğu  bir  sitenin  güvenlik  amiri  olarak  görev  yaptığı  halde  hiç  bir  gün  onu  işe  uğurlarken  arkasından  herhangi  bir  endişe  duymuyordum.  Aslında  gerek  onun  gerekse  bir  yaş  büyük  ve  aynı  işi  yapan abisinin görevi  öyle  hiç  de  tehlikesi  olmayan  bir  görev  değildir  ama  ne  bileyim  on senedir  ufak tefek  sarhoş  saldırıları  ya da  ‘’Sen  benim  kim  olduğumu  biliyor musun  ulan?’’  Türünden  kendini  bir  bok  zanneden  mafya  bozuntularının kimlik  bırakmadan  dış  kapıdan  zorla  girme  girişimleri  dışında  ciddi  bir  olayla  karşı  karşıya  kalmadılar. Belki de  o  yüzden onları  işe  uğurlarken  ‘’  Hayırlı  günler,  Allah  kolaylık  versin  evlatlarım’’  Dualarım  dışında  ‘’Acaba  bu  akşam /  ya  da  sabah,  eve  canlı  dönebilecekler  mi?’’  Diye  bir  endişem  olmadı.

Aslında  lanet  terör  onlar  için  de  bir  tehlike…Düşünün:  İçinde  1300  daire  olan  bir  site.  Nereden  bakarsan  bak  en  az  5000  insan  demektir.  Bir  bombalı  saldırı sonucu  yüzlerce  can  her  an  ölebilir  ki  o  sitelerde  emekli  paşalardan  tutun  da  hakimlere,  savcılara  kadar  bir  sürü  potansiyel  maktul  adayı  yaşamakta.  Buna  karşılık  toplam  güvenlik  görevlisi  sayısı  beşi  geçmez  ve  güvenlik  görevlilerinin bırakın  site  sakinlerini  korumayı,  kendi  canlarını  korumak  için bile hiç  bir  silahları  yoktur. Varları  yokları  bir  adet  coptur,  onu  bile  bellerine  takmayıp  kulübede  asarlar  bir  yerlere.

Ama  dediğim  gibi..Yine  de  biz  güvenlik  görevlilerinin  anne  ve  babaları, hiç  bir  zaman  bir  polis  annesi  ve  babası  gibi  endişe  duymayız  evlatlarımızı  işe  uğurlarken. Zira  bizim  evlatlarımız da  çok  sıkıştıkları bir  durum  olursa  polisi  çağırırlar  ve  anında  gelir  polis. Yani  işin  ucunda  büyük  bir bela  ya  da  ölüm  varsa  olaya  müdahale  edecek  olanlar  polislerdir.

Neyse…

Sabahleyin  oğlum  işten  geldi  ve  gecenin  yorgunluğu  ile  hemen  yatağına  girip  uyudu.  O  günün  akşamında  yani  11  Aralık  akşamı  tekrar  işe  gitmek  için  uyandığında  sofrayı  hazırladım.  Her  Türk  vatandaşı  gibi  o da  oldukça  üzgündü  tabii  ki.  Hele  hele  de  polislerle  devamlı  iç içe  görev  yaptıkları  için  pek  çok  polis  arkadaşları  olduğundan,  dahası  mesela  polisler  diyelim  ki  bir  minibüsü  durdurup  kimlik  kontrolü  yaptıklarında  oğullarım  güvenlik  kimliğini  çıkarıp  gösterdiğinde  ‘’Ooo  siz  de  bizdenmişsiniz’’ Diyerek  Güvenlik  görevlilerini  kendilerinden  görmeleri  sebebiyle polislerle aralarında  çok  sıcak  bir  dostluk  vardır.

Böyle  bir katliamdan  sonra  sofrada  bile  haliyle  günün  konusu  bir  gün  önceki katliamdı.  Bu  katliam  üzerine  konuştuk  biraz.  Daha  sonra  laf  nereden  geldi  bilmiyorum,  polis  olma  konusuna  geldi.  Oğlum  ‘’ Yaş  engeline  takılmasaydım şimdi  ne  güzel  polis  olurdum’’  dedi.  Şaşırmıştım.  Bir  gün  önce  otuz yedi  polis,  hain  bir  saldırıda  şehit  olmuş  ama  oğlum  bir  gün  sonra  polis  olamadığına  hayıflanıyor.

‘’ Oğlum  Allaha  şükür  işin  var.  Tamam,  belki  bir  polis  kadar  maaş  alamıyorsunuz  ama  hayati  riskiniz  onlarınkinin  yanında  hiç  söz  konusu  bile  edilmez.  Polis  olup  da  ne  yapacaksın.’’  Dediğimde  aldığım  cevap  müthişti
:  ‘’ Dünyada  şehit olarak ölmek kadar güzel  bir  şey var  mı?’’

‘’Dünyada  şehit  olarak  ölmek  kadar  güzel  bir  şey  var  mı?’’  İnanın  hepsi  bu.

Bir  polis  ne  kadar  maaş  alır  bilmeyiz.  Oğlum  da  bilmez. Kendisi  2100  Lira  civarında  bir  maaşa  çalışmaktadır.  Yani  işsiz  değildir.  İşsiz  olduğu  için  polis  olmak  istemiyor. Kendisinden  bir  kaç yüz lira  daha  fazla kazanan ( Onu  da net  bilmiyoruz ) polisin  o  bir  kaç yüz lira  daha  fazla olan  maaşına  tamah  etmiş  de  değil. ‘’  Baba ben  ölürsem  sana  olmasa  da  anneme benim  maaşım  bağlanır,  artı  şehitlik  ikramiyemi alır  annem.  Böylece  özürlü  kardeşime  daha  rahat  bakar.’’  Gibi  bir  düşünceyi  hiç  mi  hiç  aklının  ucundan  bile  geçirmiyor  ve  dillendirmiyor... Tek  bir şeye  tamah  ediyor: ‘’Şehit  olmak ‘’

Evet..Ülkede  bir  işsizlik  sorunu  var. Üniversite  mezunu nice  gençler  işsiz  dolaşıyor  ortalıkta  ama bu  gün  10 Bin  kişilik  polislik  kadrosu  için  280.000  genç  müracaat  ediyorsa  bunu  sadece  ve  sadece  işsizliğe  bağlamak doğru  ve  haklı  bir  önerme  olmazsa  gerek  diye  düşünüyorum.  Hele  de  kendi  öz  oğlumun  bu  sözlerinden  sonra.

Üç  gün önce  terörün  aldığı  canlar  içinde  polis  olmayan  insanlar  da  vardı.  Yani  terör  sadece  polislerin ve  askerlerin değil,  polis  ve  asker  olmayanların da  canını  alıyor.  Ülkede  hiç  kimsenin  canı  tamamen  emniyette  değil. Ama  bu  millet ‘’  Vatan  söz  konusuysa  gerisi  teferruat’’  Demişse  söz  konusu    vatan  olduğunda  kendi  canı  da  teferruattır.


Peki  bunca  asker,  polis,  sivil  vatandaş,  vatan  için  mi  ölüyor  yoksa  pis  bir  senaryonun  mu  kurbanı?

15  Temmuz  Darbesi  ile  birlikte  literatürümüze  girmiş  olan  ‘’Senaryo ‘’  kavramı  üç  gün  önceki  Beşiktaş  katliamı  ile  birlikte  bir  kez  daha  gündemimize  girdi. Dün  darbe  için  senaryo  diyenler  bu  gün  de  Beşiktaş  katliamı  için  senaryo  demeye  başladılar. Neyin  senaryosu  bu?  Nasıl  bir  senaryo?  Dahası  niçin  böyle  kanlı  bir  senaryo?

 

Türkiye’de  terör,  benim  ‘’  Şehit  olarak  ölmek  kadar  güzel  bir  şey  var mı  bu  dünyada’’  Diyen oğlum  henüz  dünyaya  gelmeden önce  can  almaya  başlamıştı. Şimdi  o  otuz bir  yaşında,  terör  hâla  can  alıyor.  Ama  15  Temmuz  2016  tarihine  kadar  hiç  duymadığım  bir  şeyi  2016  yılının  15  Temmuz  günü  duydum  ilk  defa.  Daha  doğrusu  gördüm  diyelim.

Daha  neyin  ne  olduğunu  anlamamıştık.  TRT  Televizyonunda  bir  bayan  spiker  ordunun  devlet  yönetimine  el  koyduğunu  söylediğinde  ben  ‘’  Aha da  şimdi  ayvayı  yedik ‘’ Demiştim  ‘’  Baba  ne  oluyor’’  Diye  soran  oğullarıma.

Hemen   bir  kaç  saat  sonra  Baktık  TRT  Televizyonu  da  diğer  kanallar  gibi  normal  yayına  döndü.  İşte  o  anda  bir  vatandaş  (  Ki  milliyetçi  olarak  tanıtır  kendisini)  Face bookta  ‘’  Vurun  kafayı  yatın.  Sokağa  mokağa  çıkmayın.  Bu   Tayyip’in  bir  senaryosu.  Başkanlık  geliyor.  Tüm  aktrollere  hayırlı  olsun’’  diye  yazdı.  Yani  anında  çözmüştü  olayı (!) Sonra  bir  baktım sanki  sözleşmişler  gibi  pek  çok  kişi  ‘’  Bu  bir  senaryo’’  diye  yazmaya  başladı. Hani  o  kadar  emin  ve  o  kadar  kararlılıkla  ‘’Senaryo’’  Diyorlardı  ki  neredeyse  ‘’ Ulan  salaklar  ben  yazdım  da  oradan  biliyorum.’’  Diyecek  kadar  emindiler.

Neden  senaryoydu?

Çünkü  onlara  göre  bir  darbenin  darbe  olması  için  akşam  mışıl  mışıl  yataklarımızda  uyurken  sabah  kalktığımızda ‘’  Olur  mu  böyle  olur  mu.’’  Marşıyla (  Bunu  hatırlayan  da  pek  kalmadı  aslında)  ya  da  Hasan  Mutlucan’dan  Türkülerle  uyanmalı,  her  kapının  önünde  bir  asker  olmalı  ve  dahası  sabaha  kadar  her  evden  birer,  ikişer,  hatta  tüm  hane  halkının   deliğe  tıkılması  gerekiyordu.  Dahası  hiç  bir  darbede  asmak  için  o kadar  acele  edilmemiş  olsa  bile  bu  darbede  Tayyip  Erdoğan’ın  hemen  darağacını  boylaması  gerekiyordu.  Madem  bunlar  olmamıştı  o  halde  bu  bir  darbe  değil  de  senaryo  idi.

‘’ Olmaz  böyle  şey. Türkiye’yi  yöneten  bir  insan(  Kim  olursa  olsun)  Sırf kendini  başkan  yapmak için  bu  kadar  insanın  ölümünü  ve  yaralanmasını  bizzat  kendisi  tezgahlamış  olamaz’’  Dediysek  de  sonradan  gördük  ki  öyle  sıradan  vatandaşlar  değil  konunun  uzmanları(!)  da  ‘’  Bu  bir  senaryo’’  Diyorlardı.

Sadece  ‘’  Bu  bir  senaryo’’  demekle  de  kalmıyorlar.  Ortaya  öyle  dehşet  bir  senaryo  koyuyorlardı  ki  aklınız  fikriniz  şaşar..

Şimdi  başlayalım  mı  nasıl  bir  senaryo  olduğuna:  İnşallah  kısa kesebilirim  zira  daha  olaya  nereden  başlayabileceğimi  bile  bilmiyorum.

Efendim,  bu  senaryo  aslında  elli  sene  evvel  yazılmaya  başlanmış.

Elli  sene  önce???  Yani  1966  yılında…

Yok..Elli  sene  deseler  de  aslında  kastettikleri  sene  1960.

Senaryoda  her şeyden  önce ülkemizin 1960  İhtilalinden  beri ABD  tarafından  yönetildiğini  öğreniyoruz. Yani  aslında  elli  altı  senedir  bu  ülkeyi  her  kim  yönetmişse,  kim  iktidara  gelmişse ABD  tarafından  iktidara  gelmesi  sağlanmış,  her  kim  de  iktidardan  inmişse  yine  ABD  tarafından  iktidardan  indirilmiş.  Sadece  Tek  Adam  Atatürk  ve  Milli  Şef  İsmet  İnönü  dönemlerinde  ABD  güdümünde  değilmişiz.( Atatürk  tamam  da  Milli  Şef  Dönemi?    Bu  da  hayrettir ..)

Gelmiş  geçmiş  tüm  hükumetlerde durum  buymuş. Bütün  hükumetler  ABD  nin  kendilerine  verdiği  vazife  her  ne  ise o  vazifenin  bir  memuru  olarak  görev  yapmışlar.Hatta  öyle  ki  bizim  liderlere  ‘’  Bana  bakkaldan  dom  al’’  demişler  bizimkiler  hemen anında  dom almış.

ABD  en  sonunda 2002  yılında   Bülent  Ecevit,  Devlet  Bahçeli,  Mesut  Yılmaz’a  ‘’  Siz  yeterin  gari.  Şimdi  filmin  esas  oğlanının  gelme  zamanı’’  Dedikten  sonra  Bahçeli’ye  ‘’ Hadi  bakem  Koca  Kurt.  İş  sana  düşüyor. Şu  koalisyonu  boz  bakem’’  Demiş  ve  Bahçeli  ‘’ Erken  seçim  isterüük’’  Deyu  kazan  kaldırdığında  hemen  esas  oğlanı  devreye  sokmuş.

Lakin  esas  oğlanın oy  toplayabilmesi  için  Yahşi  Cazibe  dizisinin  Simge’si  gibi  ‘’  Mağdurum  da  mağdurum ‘’  Demesi  gerekiyormuş. Bunun  için  de  onun  kulağına  ‘’  Hadi  bakem  Reco. Patlat  bir ‘’ Kubbeler  miğferimiz,  minareler  süngümüz’’  Şiiri  de  seni  içeri  alsınlar  ki  rahat  rahat  ‘’  mağdurum  da  mağdurum  diyebilesin’’  Diye  fısıldamışlar.

Öncesinde  zati  bir  de  28  Şubat  var  ki  katmerli  olmuş  esas oğlanın  ‘’Mağdurum da  mağdurum’’ Demesi.

Eh  bizim  milletin  huyudur.  Ağlayan  gördü  mü  dayanamaz.  Basmışlar  oyları  esas  oğlanın  partisine.  Bu  arada domates  güzeli  Denisin  kulağına da  fısıldamış  ABD  ‘’  De  ki:  Ben  bu  adamın  hapiste  değil, mecliste  olmasını  istiyorum’’ Domates  güzeli  Denis  ‘’Emriniz  başüstüne’’  Diyerek  ‘’  Esas  oğlan  içeriden  çıksın ‘’  Diye  ünlediği  gibi  onun  yasağının  kaldırılması  için  canla  başla  uğraşmış.  Ne  bilsin  garip  daha  sonra  başına  gelecekleri…Hoş  bilse  de  bir  şey fark etmiyor.  Hatta  belki  biliyor  da  Çünkü  Türkiye’de  her  siyasi  kimlik  ve  kişilik  ABD  nin  emrinde.  Onlar  ne  diyorsa  onu  yapıyorlar(!)

Derken  efendim  esas  oğlan sahneye  çıkar  artık.  Ancak  ABD  ona,  daha  öncekilerden  çok  farklı  bir  görev  yükler: Türkiye’yi  bölmek (!)…

Esas  oğlan  şaşırır. ‘’ Nasıl  yani?  Şehit  cenazelerinde  ‘’Şehitler  ölmez,  vatan  bölünmez’’ diyen  bu  halkın  karşısına  çıkıp  ‘’  Bölünür  bölünür.  Hem  de  bal  gibi  bölünür.  Bölünmesi  de  zaruridir’’  mi  diyeceğim?‘’  diye  sorar.  Tabii  ki  baştan  beri  bahsettiğimiz  gibi  1960 lardan  beri  herkes  ABD  nin  emrinde  olduğu  için  esas oğlan  da  ‘’ Ne  bölünmesi  ulan. Bu  vatanı  bölmek  kimin  haddine?’’  Diye  bir  çıkışı  aklının  ucuna  bile  getirmez.

Evet..Oldukça  zor  bir  görevi  vardır  esas  oğlanın: Ülkeyi  bölmek. Sadece  merak  eder  sorar  ‘’ Tamam  da  niçin?  Bir  bütün  olması  kime  battı  ki?’’  Cevap  verirler:  ‘’Neo conlara[*]  batıyor.  Eh  onlara  batan  her  şey  de  misliyle  bize  battığı  için  senin  de  bizim  de  elimiz  bağlı.  Çaren  yok  böleceksin.’’ 

Bu  aslında  hiç de  kolay  bir  şey  değildir.  Çünkü  Türk  milleti  ‘’Vatan’’  dendi  mi  solcusu,  sağcısı,  Sünnisi,  Alevisi  bir  anda  tek  yumruk  olan  bir  millet.  Bu  millete  ‘’ Kusura  bakmayın  ama  bir  parçamızı  bölüp  orada  İsrail’in  arzuları  doğrultusunda  bir  Kürdistan  kuracağız’’  Fikrini  kabul  ettirmek  mümkün  değil. 

İşte  bu  noktada  ABD  yine  devreye  girer  ve  der  ki  ‘’ Başkanlık  sistemini  getirirsen  bu  işi  halledersin.  Çünkü  başkanlık  sistemi  demek  federasyon  demektir.  Senin  salak  halkın  daha  ne  olup  bittiğini anlamadan  federasyonla  işe  başlarsın  ki  zaten  birden bire  pat  diye  ‘’Bağımsız  Kürdistan  ‘’  dersen  olmaz.’’

Esas  oğlan‘’İyi  de  bu  millet  öyle  zannedildiği  gibi  salak  bir  millet  değil.  İçlerinde  tarih  okuyanlar  var.  Tarihte  Osmanlıdan  ayrılıp  bağımsız  devletler  haline  gelen  tüm  devletler  için  Avrupa’nın,  önce  reform,  arkasından  özerklik  diye tutturduğunu,  peşinden  bağımsızlıkların  geldiğini bilenler  var.  Yani  yemezler  bu  numarayı.’’  Diye  cevap  verir.

Derler  ki.  ‘’ Başkanlık  sisteminden  başka  alternatifleri  olmadığına  ikna  edersen  gerisi  kendiliğinden  gelir.  Haydi  bakalım.  Gayret  senden  takdir  bizden’’

Esas oğlan  kara  kara  düşünür.  Halkın  başkanlık  sistemini  kabul  etmesi  için  her şeyden  önce    rahmetli  Azer  Bülbül  gibi  ‘’Dardayım  aneyy  aneeyyy’’  demesi lazımdır.  Yani  halkı  dara  sokmalı  sonra  da  karşılarına  çıkıp  ‘’ Valla  kusura  kalmayın  ama  ben  başkan  olmazsam  sizin  bu  dardan  ve  zordan  kurtulmanız  nâ  mümkün’’  demelidir.

Peki  halk  sormayacak  mıdır?  ‘’Bu  darlıktan  kurtulma  ile  başkanlık  sistemi  arasında  ne  alaka  var?’’  Diye.

İşte  o  noktada  da  Gazi’yi  yani  Gazi  Mustafa  Kemal’i  devreye  sokup  ‘’  Bakın  Gazi  Mustafa  Kemal,  Sakarya  Savaşı  öncesinde  meclisin  tüm  yetkilerini  istemedi  mi?  İstedi.  Bu  yetkileri  alınca  da  zaferi  kazandı  mı?  Kazandı.  Demek  ki  en  zorlu  sorunlar  Gazi  Mustafa  Kemal’in  de  başvurduğu  gibi başkanlık  sistemiyle  çözülür. Ayrıca  Gazi  Mustafa  Kemal  partili  bir  başkan  değil  miydi.  Ne  olur  ben  de  partili  başkan  oluversem ‘’  Dediği  anda  kimsenin  diyecek  bir  şeyi  kalmazdı. Zaten  milletin  %50  si  o  ne  derse  ‘’  Hülloooğğğ’’  Diyorlardı.  Bu  ‘’  Hülloğğğ ‘’ her  ne  demekse  kendisine  tabi  koyunlar  çok  seviyorlardı  ‘’Hülloooğğğ’’  Diye  bağırmayı…  Onlar  kolaydı,  geri  kalan  %50  yi  kafalaması  gerekiyordu.

Evet…Öncelikle  başkanlık  sistemini  gündeme  getirdi.

Başkanlık  sitemini  gündeme  getirdiği anda  Koca  Kurt  şiddetle  itiraz  etti.  ‘’  Bu  bir  bölünmedir.  Asla  kabul  etmeyiz’’  Kılıcıdaroğlu  da ‘’  I  ıh  beğenmedim. Sen  padişah  olmak  istiyorsun.  Bizim  cesedimizi  çiğnemeden  nâ  mümkün’’ dedi.  En  büyük  tepki ise  Cici  çocuk  Selo’dan  geldi:  ‘’Seni  başkan  yaptırmayacağız’’ 

Aslında  hepsi  tabii  ki  tırışkadan  namelerdi. Çünkü  mesela Kılıcıdaroğlu ‘’ Benim  cesedimi  ne  diye  çiğneteceğim  ki.  Selo’yu  atarım  önüne  çiğnesin  dursun’’  Diye  hesaplar  yaparken Selo’un  abisi  başkan  Apo  ‘’ Başkanlık  sistemini  destekleriz’’  dememiş  miydi?  Bu  durumda  Selo’nun  ‘’Seni  başkan  yaptırmayacağız  ‘’  demesinin  bir  mantığı  var  mıydı? Kesinlikle  yoktu.  Ancak  oyun içinde  oyun  vardı  tabii  ki(!)

Hani  ülke  dara  sokulacaktı  ya.  İşte  bu   noktada  görev  Selo’ya  düşmüştü.  Oslo’da  ve  Dolmabahçe’de  yapılan  mutabakat  sonucu  en  azından  özerk  bir  Kürdistan  üzerinde  anlaşılmıştı. (  Valla  bunu  bile  biliyorlar(!)  ki  ben  bu  heriflerden/  ya da  kadınlardan korktum.Dolmabahçe’de  birileri  dolma  sarsa  anında  lahana  mı  sardı,  yaprak  mı  sardı  haberi  bunlara  gidiyor. ) Bunun  sağlanabilmesi  federasyondan,  federasyon  ise  başkanlık  sisteminden  geçiyordu.  O  halde  Selo  ve  itlerine  düşen  görev  ülkeyi  kan gölüne  çevirmekti. 

Yani?  Selo  dışa  karşı ‘’  Seni  başkan  yaptırmayacağız’’  Derken  içten  içe  esas  oğlanın  başkanlığı  için  canla  başla  milleti ‘’Yeter  ulan. Madem  bu  kanın  akması  başkanlık  sistemi  ile  duracak,  gelsin  de  kurtulalım’’  Noktasına  getirecekti.  Şu  anda  onun  da  Figen  ve  diğerlerinin  de  içeride  olması  tabii  ki  yine  senaryonun  bir  parçası.  Yani  hapiste  olmaları  filan tırışkadan  nağmeler…

Peki  Fetö?  Fetö  bu  olayın  neresinde bu  senaryoculara  göre?

Fetö  aslında  en  az  esas  oğlan  kadar  önemli  bir  aktör.  Yani  kesinlikle  yardımcı  aktör  değil. O  da  filmin  diğer  esas oğlanı.

Fetö’ye  düşen  görev  en  başından  beri  esas  oğlanın  başkanlığına  giden  yollarının  önüne çıkabilecek  olan  engelleri  temizlemek.  Yani  bir  nevi  serdengeçti  Fetö.  Çünkü  esas  oğlanla  aynı  hedef  için  çalıştığı  halde  herkes  esas  oğlanı  alkışlarken  ondan  nefret  edecek  millet  ve  dahası  hani olur  da  bir  işgüzar  kendine  görev  edinirse  öldürülebilir  de…

Neyse…  Esas  oğlanın  karşısına  engel  olarak  kim  çıkabilir?  Yani en  tehlikeli  engel  kimdir?  Elbette  ki  Atatürkçü  askerler.  O  halde  bunların  ordudan  tasfiyesi  gerekmektedir.  Ordunun  içine  sızdırdığı  elemanlar,  sahte  belgeler  vs  ile  Ergenekondu,  Balyozdu  derken  Atatürkçü  askerleri  ( erlerden  bahsetmiyorum  tabii  ki)  hapishanelere  tıktılar. Ancak tümünü  ortadan  kaldırmak  elbette  mümkün  değildir. Kalanı  nasıl  temizlenecekti?  İşte  Fetö  en  büyük  fedakarlığı  bu  noktada  yapar. Orduya  kendi,  elleriyle  yerleştirdiği  adamları  vasıtasıyla  Balyoz  ve  Ergenekon  davalarında ortaya  çıkmamış  olan  Atatürkçü  askerleri  ortaya  çıkarmak  için  ordu  içinde ’’Şili’de  darbe,  gidelim  harbe’’..(Pardon  Şili  yok  tabii  ki) nidalarıyla ortaya  çıkarttı. Çünkü  Atatürkçü  askerler  aslında  bir  darbeyi  zaten  düşünüyorlardı  ama bunun  finansını  kim  sağlayacaktı.  İşte  bu  noktada  Fetö. ‘’  O  iş  bende.  Merak  etmeyin’’  Diyerek bu  sazanları bir  darbe  için  kışkırttı.  Daha  sonra  da kendi  adamları,  darbeci  Atatürkçü  askerler,  hepsini  birden  tutuklattı.  Böylece  esas oğlanın  yollarını  tamamen  temizlediği  gibi  ordunun  itibarını  yerle  bir  etmişlerdi  ki  artık  bundan  sonra  ordunun   değil  bir  darbe  yapması  D harfini  ağzına  alması  bile  düşünülemezdi.

Yani  Esas  oğlanın  Fetö’ye  ‘’ Pesilvanya  Hahamı’’  demesi  de  Fetö’ün  onun  için  ‘’  Evi  yıkılsınnnn,  Ocağına  ateş  düşsünnn’’  Demesi  de  yine  tırışkadan  name  idi.  Diğer  bir  deyişle  ‘’  Kayıkçı  kavgası’’

Zaten  akıllı  ve  mantıklı  düşünülünce 1970 yılında  18  Yaşında bir  delikanlı  olarak   Hava  harp  okuluna  girmiş  olan  Akın Öztürk’ün    aynı  sene  29  yaşında  adı  sanı  bile  bilinmeyen  basit  bir  köy  imamından(Fetö) etkilenmesi  ve  o  gün  bu  gün  Fetöcü  olması  mümkün  değildi. 15  Temmuzda  aslında  ordudaki  son  Atatürkçü  askerler  de  ‘’  Fetöcü’’  denilerek  tasfiye  edilmiş  ve  Başkanlık  sisteminin  önündeki  en  önemli  engel  de  Fetö-  Esas  oğlan  işbirliği  ile  halledilmişti. Ama  tabii  ki kendini  asıl  feda  eden  Fetö  idi.     

Evet  her şey  tırışkadan  name, her  şey  kanlı  bir  senaryonun  sahneye  konmasından  başka  bir  şey  değildi.  Öyle  ki  daha  önce  ‘’ Başkanlık  sistemi  demokrasinin  katlidir.  Bölünmenin  adıdır’’  Diyen  Kocakurt  bu  gün  başkanlık  için  esas  oğlanla  el  ele  tutmuşsa  her  şey  bir  senaryoydu.  Neo conlar  yapımcılığını  üstleniyor,  ABD    yönetmen,  Esas  oğlan  hem  yazıyor  hem  oynuyor,  diğerleri  de  diğer  rollerde  Bizler  ise  seyirciyiz.

O  tankların  önüne  yatmalar,  uçaksavar  mermileriyle  taranmalar,  meydanlarda  üç  hafta  tutulan  demokrasi  nöbetleri, bombalar,  suikast  girişimi, Ömer Halis  Demir,  Abdullah  Tayyip  Olçok…Hepsi  tırışkadan  name,  hepsi  bir  senaryonun  değişik  sahneleriymiş.(!)

Evet…Dünkü  Beşiktaş  katliamı  da  işte  böyle  bir  senaryonun  mahsülüymüş(!)

Bütün  bunları kim  mi  diyor? 

O  kadar  çok ki…

Mesela   gazetesinin  kendi  köşesinde  bir  yazar,

‘’Yandaşlar, Beşiktaş saldırısının "başkanlık sistemine geçişi önlemek amacıyla" yapıldığını iddia ederek fetbazlık yapıyor. Fetbaz kelimesinin aslı "fendbaz"dır. "Fend" hile ve oyun demektir. Fetbaz da "her türlü hile ve düzeni bilen kişi" anlamına gelir. 

Yalnız bu fetbaz yorum, tersini de akla getiriyor! 

Öyle ya birisi çıkar da "Beşiktaş saldırısı, başkanlık sistemine geçişe meşruiyet kazandırmak için yapıldı" derse ne cevap vereceksiniz? 

Diye  soruyor.  Bahsettiği  ‘’birisi’’  de  tabii  ki  bizzat  kendisi. Yorum  filan yapmıyor  aslında  ya  da  soru  filan  da  sormuyorAçık açık  ‘’
"Beşiktaş saldırısı, başkanlık sistemine geçişe meşruiyet kazandırmak için yapıldı"  diyor.  Yani  bir  yerde  bana  da  ‘’  Eğer  o  polis  olamadığı  için  hayıflanan  oğlun  polis  olsaydı  da  o  stadın  önünde  o  gün  ölmüş  olsaydı,  şehit  filan  değil ,  başkanlık  sistemi  uğruna  Niyazi  olmuş  olacaktı ‘’  Diyor.

Bilemiyorum  artık.  Bu  senaryo  senaryolarına  benim  gibi’’  Ah  Dan  Brown.  Hep  senin  yüzünden.’’  mi dersiniz?  ‘’  Ohaaaa’’  mı  dersiniz?  ‘’ Bu  millet  çok  fazla  kurgu  ve  korku  romanı  okuyor,  filmi  seyrediyor  ‘’  mu  dersiniz?    Yoksa  ‘’  Gerçekler  acıdır,  biber  de  acıdır;  o  halde  biber  gerçektir’’  mi  dersiniz?  Veyahut  da  ‘’ İşte  tüm  olup  biten  bundan  ibarettir’’  mi  dersiniz,   Ya  da ‘’ İttiret  onu  bunu  da  Asu  acaba  Berke’ye  evet  diyecek  mi?  Asıl  sorun  bu?’’ mu  dersiniz    orasını  bilemem ama
İsrail Lobisi'nin bir kolu olan "American Enterprise Institute"da çalışan Michael Rubin ( Neo Conların  sözcüsüdür ve  ABD de yayınlanan  pek  çok  gazetede  yazı  yazar.) "Türkiye'nin bölünme sürecinin psikolojik aşaması tamamlandı. Türkiye'nin sınırları yakında değişecek" diye yazıyor. Hatta "Tek mesele bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak yoksa Türkiye'ye dahil bir federasyon mu; o henüz belli değil" diyorsa. Ve  o öyle  derken  içeride de  bazıları  ‘’ Başkanlık sistemi, federasyonun olmazsa olmazı değil mi? "Türkiye'yi bölebilmeleri için terörle kaos ortamı oluşturarak başkanlık sistemine geçişi kolaylaştırmaya çalışıyorlar" denilirse yanlış bir değerlendirme mi olur?’’  Diye soruyorsa  ‘’ Ne  oluyoruz  yahu?’’  sorumuza  tam  bir  cevap  alamasak  da  çok  kötü  bir  durumla  karşı  karşıya  olduğumuzu,  vatan,  millet  ve  devlet  olarak  işimizin  oldukça  çetin  olduğunu  anlayabiliriz  en  azından.

Peki  yukarıdaki  sorunun  cevabı?

Ben  size  tüm  kopyayı  verdim.  Hâla  cevabın  ne  olduğunu  sormazsınız  sanırım.

----------------------------------------------------------------------------

NEO CON:
Amerika Birleşik Devletleri'nin dış politikasını ve askeri operasyonlarını İsrail lehine etkileyerek,  İsrail'in tek başına yapamadığı "Irak İşgali" türü operasyonların ABD tarafından yapılmasını ve finanse edilmesini sağlayan sivil toplum örgütleri koalisyonudur (  Wikipedi  böyle  diyor  kısaca ) 
( Bu Çocuklar Pis Bir Senaryonun Kurbanları Mı Yoksa ‘’ Söz Konusu Vatan başlıklı yazı Sami Biber tarafından 14.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.