Bu Çocuklar Pis Bir Senaryonun Kurbanları Mı Yoksa ‘’ Söz Konusu Vatan
BU
ÇOCUKLAR PİS BİR
SENARYONUN KURBANLARI MI
YOKSA ‘’ SÖZ KONUSU
VATANSA GERİSİ TEFERRUAT’’
MI?
Önce, on
bin polisin alınacağı belirtilen bir duyuruya neden bu
ülkenin 280.000 evladı
başvuruda bulunuyor oradan
başlayacağım.
Beşiktaş’ta 10 Aralık
akşamı meydana gelen hain
katliamın yaşandığı gün
oğlum Tuğrul, güvenlik
görevlisi olarak çalıştığı
sitede gece nöbetindeydi. İşin doğrusu
içinde 1300 dairenin
bulunduğu bir sitenin
güvenlik amiri olarak
görev yaptığı halde
hiç bir gün onu işe
uğurlarken arkasından herhangi
bir endişe duymuyordum.
Aslında gerek onun
gerekse bir yaş
büyük ve aynı
işi yapan abisinin görevi öyle
hiç de tehlikesi
olmayan bir görev
değildir ama ne
bileyim on senedir ufak tefek
sarhoş saldırıları ya da
‘’Sen benim kim
olduğumu biliyor musun ulan?’’
Türünden kendini bir
bok zanneden mafya
bozuntularının kimlik bırakmadan dış
kapıdan zorla girme
girişimleri dışında ciddi
bir olayla karşı
karşıya kalmadılar. Belki de o
yüzden onları işe uğurlarken
‘’ Hayırlı günler,
Allah kolaylık versin
evlatlarım’’ Dualarım dışında
‘’Acaba bu akşam /
ya da sabah,
eve canlı dönebilecekler mi?’’
Diye bir endişem
olmadı.
Aslında lanet terör
onlar için de
bir tehlike…Düşünün: İçinde
1300 daire olan
bir site. Nereden
bakarsan bak en
az 5000 insan
demektir. Bir bombalı
saldırı sonucu yüzlerce can
her an ölebilir
ki o sitelerde
emekli paşalardan tutun da hakimlere,
savcılara kadar bir
sürü potansiyel maktul
adayı yaşamakta. Buna
karşılık toplam güvenlik
görevlisi sayısı beşi
geçmez ve güvenlik
görevlilerinin bırakın site sakinlerini
korumayı, kendi canlarını
korumak için bile hiç bir
silahları yoktur. Varları yokları
bir adet coptur,
onu bile bellerine
takmayıp kulübede asarlar
bir yerlere.
Ama dediğim gibi..Yine
de biz güvenlik
görevlilerinin anne ve
babaları, hiç bir zaman
bir polis annesi
ve babası gibi
endişe duymayız evlatlarımızı
işe uğurlarken. Zira bizim
evlatlarımız da çok sıkıştıkları bir durum
olursa polisi çağırırlar
ve anında gelir
polis. Yani işin ucunda
büyük bir bela ya
da ölüm varsa
olaya müdahale edecek
olanlar polislerdir.
Neyse…
Sabahleyin oğlum işten
geldi ve gecenin
yorgunluğu ile hemen
yatağına girip uyudu.
O günün akşamında
yani 11 Aralık
akşamı tekrar işe
gitmek için uyandığında
sofrayı hazırladım. Her
Türk vatandaşı gibi o
da oldukça üzgündü
tabii ki. Hele
hele de polislerle
devamlı iç içe görev
yaptıkları için pek
çok polis arkadaşları
olduğundan, dahası mesela
polisler diyelim ki
bir minibüsü durdurup
kimlik kontrolü yaptıklarında
oğullarım güvenlik kimliğini
çıkarıp gösterdiğinde ‘’Ooo
siz de bizdenmişsiniz’’ Diyerek Güvenlik
görevlilerini kendilerinden görmeleri
sebebiyle polislerle aralarında
çok sıcak bir
dostluk vardır.
Böyle bir katliamdan sonra
sofrada bile haliyle
günün konusu bir
gün önceki katliamdı. Bu
katliam üzerine konuştuk
biraz. Daha sonra
laf nereden geldi
bilmiyorum, polis olma
konusuna geldi. Oğlum
‘’ Yaş engeline takılmasaydım şimdi ne
güzel polis olurdum’’
dedi. Şaşırmıştım. Bir
gün önce otuz yedi
polis, hain bir
saldırıda şehit olmuş
ama oğlum bir
gün sonra polis
olamadığına hayıflanıyor.
‘’ Oğlum Allaha şükür
işin var. Tamam,
belki bir polis
kadar maaş alamıyorsunuz
ama hayati riskiniz
onlarınkinin yanında hiç
söz konusu bile
edilmez. Polis olup
da ne yapacaksın.’’
Dediğimde aldığım cevap
müthişti: ‘’ Dünyada
şehit olarak ölmek kadar güzel
bir şey var mı?’’
‘’Dünyada şehit olarak
ölmek kadar güzel bir
şey var mı?’’
İnanın hepsi bu.
Bir polis ne
kadar maaş alır
bilmeyiz. Oğlum da
bilmez. Kendisi 2100 Lira
civarında bir maaşa
çalışmaktadır. Yani işsiz
değildir. İşsiz olduğu
için polis olmak
istemiyor. Kendisinden bir kaç yüz lira
daha fazla kazanan ( Onu da net
bilmiyoruz ) polisin o bir
kaç yüz lira daha fazla olan
maaşına tamah etmiş
de değil. ‘’ Baba ben
ölürsem sana olmasa
da anneme benim maaşım
bağlanır, artı şehitlik
ikramiyemi alır annem. Böylece
özürlü kardeşime daha
rahat bakar.’’ Gibi
bir düşünceyi hiç mi hiç
aklının ucundan bile
geçirmiyor ve dillendirmiyor... Tek bir şeye
tamah ediyor: ‘’Şehit olmak ‘’
Evet..Ülkede bir işsizlik
sorunu var. Üniversite mezunu nice
gençler işsiz dolaşıyor
ortalıkta ama bu gün 10
Bin kişilik polislik
kadrosu için 280.000
genç müracaat ediyorsa
bunu sadece ve
sadece işsizliğe bağlamak doğru ve
haklı bir önerme
olmazsa gerek diye
düşünüyorum. Hele de
kendi öz oğlumun
bu sözlerinden sonra.
Üç gün önce terörün
aldığı canlar içinde
polis olmayan insanlar
da vardı. Yani
terör sadece polislerin ve
askerlerin değil, polis ve
asker olmayanların da canını
alıyor. Ülkede hiç kimsenin canı
tamamen emniyette değil. Ama
bu millet ‘’ Vatan
söz konusuysa gerisi
teferruat’’ Demişse söz
konusu vatan olduğunda
kendi canı da
teferruattır.
Peki bunca asker,
polis, sivil vatandaş,
vatan için mi
ölüyor yoksa pis
bir senaryonun mu
kurbanı?
15 Temmuz Darbesi
ile birlikte literatürümüze girmiş
olan ‘’Senaryo ‘’ kavramı
üç gün önceki
Beşiktaş katliamı ile
birlikte bir kez
daha gündemimize girdi. Dün
darbe için senaryo
diyenler bu gün
de Beşiktaş katliamı
için senaryo demeye
başladılar. Neyin senaryosu bu?
Nasıl bir senaryo?
Dahası niçin böyle
kanlı bir senaryo?
Türkiye’de
terör, benim ‘’
Şehit olarak ölmek
kadar güzel bir
şey var mı bu
dünyada’’ Diyen oğlum henüz
dünyaya gelmeden önce can
almaya başlamıştı. Şimdi o otuz
bir yaşında, terör
hâla can alıyor.
Ama 15 Temmuz
2016 tarihine kadar
hiç duymadığım bir
şeyi 2016 yılının
15 Temmuz günü duydum
ilk defa. Daha
doğrusu gördüm diyelim.
Daha neyin ne
olduğunu anlamamıştık. TRT
Televizyonunda bir bayan
spiker ordunun devlet
yönetimine el koyduğunu
söylediğinde ben ‘’ Aha
da şimdi
ayvayı yedik ‘’ Demiştim ‘’ Baba ne
oluyor’’ Diye soran
oğullarıma.
Hemen bir kaç
saat sonra Baktık
TRT Televizyonu da
diğer kanallar gibi
normal yayına döndü.
İşte o anda bir
vatandaş ( Ki
milliyetçi olarak tanıtır
kendisini) Face bookta
‘’ Vurun kafayı
yatın. Sokağa mokağa
çıkmayın. Bu Tayyip’in
bir senaryosu. Başkanlık
geliyor. Tüm aktrollere
hayırlı olsun’’ diye
yazdı. Yani anında
çözmüştü olayı (!) Sonra bir
baktım sanki sözleşmişler gibi
pek çok kişi
‘’ Bu bir
senaryo’’ diye yazmaya
başladı. Hani o kadar
emin ve o
kadar kararlılıkla ‘’Senaryo’’
Diyorlardı ki neredeyse
‘’ Ulan salaklar ben
yazdım da oradan
biliyorum.’’ Diyecek kadar
emindiler.
Neden senaryoydu?
Çünkü onlara göre bir
darbenin darbe olması
için akşam mışıl
mışıl yataklarımızda uyurken
sabah kalktığımızda ‘’ Olur
mu böyle olur
mu.’’ Marşıyla ( Bunu
hatırlayan da pek
kalmadı aslında) ya
da Hasan Mutlucan’dan
Türkülerle uyanmalı, her
kapının önünde bir
asker olmalı ve
dahası sabaha kadar
her evden birer,
ikişer, hatta tüm
hane halkının deliğe
tıkılması gerekiyordu. Dahası
hiç bir darbede
asmak için o kadar
acele edilmemiş olsa
bile bu darbede
Tayyip Erdoğan’ın hemen
darağacını boylaması gerekiyordu.
Madem bunlar olmamıştı
o halde bu
bir darbe değil
de senaryo idi.
‘’ Olmaz böyle şey. Türkiye’yi yöneten
bir insan( Kim
olursa olsun) Sırf kendini
başkan yapmak için bu
kadar insanın ölümünü
ve yaralanmasını bizzat
kendisi tezgahlamış olamaz’’
Dediysek de sonradan
gördük ki öyle
sıradan vatandaşlar değil
konunun uzmanları(!) da ‘’ Bu
bir senaryo’’ Diyorlardı.
Sadece ‘’ Bu
bir senaryo’’ demekle
de kalmıyorlar. Ortaya
öyle dehşet bir
senaryo koyuyorlardı
ki aklınız fikriniz
şaşar..
Şimdi başlayalım mı
nasıl bir senaryo
olduğuna: İnşallah kısa kesebilirim zira
daha olaya nereden
başlayabileceğimi bile bilmiyorum.
Efendim, bu senaryo
aslında elli sene
evvel yazılmaya başlanmış.
Elli sene önce???
Yani 1966 yılında…
Yok..Elli sene deseler
de aslında kastettikleri
sene 1960.
Senaryoda her şeyden önce ülkemizin 1960 İhtilalinden
beri ABD tarafından yönetildiğini
öğreniyoruz. Yani aslında elli
altı senedir bu
ülkeyi her kim
yönetmişse, kim iktidara
gelmişse ABD tarafından iktidara
gelmesi sağlanmış, her
kim de iktidardan
inmişse yine ABD
tarafından iktidardan indirilmiş.
Sadece Tek Adam
Atatürk ve Milli
Şef İsmet İnönü
dönemlerinde ABD
güdümünde değilmişiz.( Atatürk tamam
da Milli Şef
Dönemi? Bu da
hayrettir ..)
Gelmiş geçmiş tüm
hükumetlerde durum buymuş.
Bütün hükumetler ABD
nin kendilerine verdiği
vazife her ne ise
o vazifenin bir
memuru olarak görev
yapmışlar.Hatta öyle
ki bizim liderlere
‘’ Bana bakkaldan
dom al’’ demişler
bizimkiler hemen anında dom almış.
ABD en
sonunda 2002 yılında Bülent
Ecevit, Devlet Bahçeli,
Mesut Yılmaz’a ‘’
Siz yeterin gari.
Şimdi filmin esas
oğlanının gelme zamanı’’
Dedikten sonra Bahçeli’ye
‘’ Hadi bakem Koca
Kurt. İş sana
düşüyor. Şu koalisyonu boz
bakem’’ Demiş ve
Bahçeli ‘’ Erken seçim
isterüük’’ Deyu kazan
kaldırdığında hemen esas
oğlanı devreye sokmuş.
Lakin esas oğlanın oy
toplayabilmesi için Yahşi
Cazibe dizisinin Simge’si
gibi ‘’ Mağdurum
da mağdurum ‘’ Demesi
gerekiyormuş. Bunun için de
onun kulağına ‘’ Hadi bakem
Reco. Patlat bir ‘’ Kubbeler miğferimiz,
minareler süngümüz’’ Şiiri
de seni içeri
alsınlar ki rahat
rahat ‘’ mağdurum
da mağdurum diyebilesin’’
Diye fısıldamışlar.
Öncesinde zati bir
de 28 Şubat
var ki katmerli
olmuş esas oğlanın ‘’Mağdurum da
mağdurum’’ Demesi.
Eh bizim
milletin huyudur. Ağlayan
gördü mü dayanamaz.
Basmışlar oyları esas oğlanın partisine. Bu arada
domates güzeli Denis’in kulağına da
fısıldamış ABD ‘’ De ki:
Ben bu adamın
hapiste değil, mecliste olmasını
istiyorum’’ Domates güzeli
Denis ‘’Emriniz başüstüne’’
Diyerek ‘’ Esas
oğlan içeriden çıksın ‘’
Diye ünlediği gibi
onun yasağının kaldırılması
için canla başla
uğraşmış. Ne bilsin
garip daha sonra
başına gelecekleri…Hoş bilse
de bir şey fark etmiyor. Hatta
belki biliyor da… Çünkü
Türkiye’de her siyasi
kimlik ve kişilik
ABD nin emrinde.
Onlar ne diyorsa
onu yapıyorlar(!)
Derken efendim esas
oğlan sahneye çıkar artık.
Ancak ABD ona,
daha öncekilerden çok
farklı bir görev
yükler: Türkiye’yi bölmek (!)…
Esas oğlan şaşırır. ‘’ Nasıl yani?
Şehit cenazelerinde ‘’Şehitler
ölmez, vatan bölünmez’’ diyen bu
halkın karşısına çıkıp
‘’ Bölünür bölünür.
Hem de bal
gibi bölünür. Bölünmesi
de zaruridir’’ mi
diyeceğim?‘’ diye sorar.
Tabii ki baştan
beri bahsettiğimiz gibi
1960 lardan beri herkes
ABD nin emrinde
olduğu için esas oğlan
da ‘’ Ne bölünmesi
ulan. Bu vatanı bölmek
kimin haddine?’’ Diye
bir çıkışı aklının
ucuna bile getirmez.
Evet..Oldukça zor bir
görevi vardır esas
oğlanın: Ülkeyi bölmek.
Sadece merak eder
sorar ‘’ Tamam da
niçin? Bir bütün
olması kime battı
ki?’’ Cevap verirler:
‘’Neo conlara[*] batıyor. Eh
onlara batan her
şey de misliyle
bize battığı için
senin de bizim
de elimiz bağlı.
Çaren yok böleceksin.’’
Bu aslında hiç de
kolay bir şey
değildir. Çünkü Türk
milleti ‘’Vatan’’ dendi
mi solcusu, sağcısı,
Sünnisi, Alevisi bir
anda tek yumruk
olan bir millet.
Bu millete ‘’ Kusura
bakmayın ama bir
parçamızı bölüp orada
İsrail’in arzuları doğrultusunda
bir Kürdistan kuracağız’’
Fikrini kabul ettirmek
mümkün değil.
İşte bu
noktada ABD yine
devreye girer ve
der ki ‘’ Başkanlık
sistemini getirirsen bu
işi halledersin. Çünkü
başkanlık sistemi demek
federasyon demektir. Senin
salak halkın daha
ne olup bittiğini anlamadan federasyonla
işe başlarsın ki
zaten birden bire pat
diye ‘’Bağımsız Kürdistan
‘’ dersen olmaz.’’
Esas oğlan‘’İyi de
bu millet öyle
zannedildiği gibi salak
bir millet değil.
İçlerinde tarih okuyanlar
var. Tarihte Osmanlıdan
ayrılıp bağımsız devletler
haline gelen tüm
devletler için Avrupa’nın, önce
reform, arkasından özerklik
diye tutturduğunu, peşinden
bağımsızlıkların geldiğini
bilenler var. Yani
yemezler bu numarayı.’’ Diye
cevap verir.
Derler ki. ‘’ Başkanlık
sisteminden başka alternatifleri olmadığına
ikna edersen gerisi
kendiliğinden gelir. Haydi
bakalım. Gayret senden
takdir bizden’’
Esas oğlan kara kara
düşünür. Halkın başkanlık
sistemini kabul etmesi
için her şeyden önce
rahmetli Azer Bülbül
gibi ‘’Dardayım aneyy
aneeyyy’’ demesi lazımdır.
Yani halkı dara
sokmalı sonra da
karşılarına çıkıp ‘’ Valla
kusura kalmayın ama
ben başkan olmazsam
sizin bu dardan
ve zordan kurtulmanız
nâ mümkün’’ demelidir.
Peki halk sormayacak
mıdır? ‘’Bu darlıktan kurtulma
ile başkanlık sistemi
arasında ne alaka
var?’’ Diye.
İşte o
noktada da Gazi’yi
yani Gazi Mustafa
Kemal’i devreye sokup
‘’ Bakın Gazi
Mustafa Kemal, Sakarya
Savaşı öncesinde meclisin
tüm yetkilerini istemedi
mi? İstedi. Bu
yetkileri alınca da
zaferi kazandı mı?
Kazandı. Demek ki
en zorlu sorunlar
Gazi Mustafa Kemal’in
de başvurduğu gibi başkanlık sistemiyle
çözülür. Ayrıca Gazi Mustafa
Kemal partili bir
başkan değil miydi.
Ne olur ben
de partili başkan
oluversem ‘’ Dediği anda
kimsenin diyecek bir
şeyi kalmazdı. Zaten milletin
%50 si o
ne derse ‘’
Hülloooğğğ’’ Diyorlardı. Bu ‘’ Hülloğğğ ‘’ her ne
demekse kendisine tabi
koyunlar çok seviyorlardı
‘’Hülloooğğğ’’ Diye bağırmayı…
Onlar kolaydı, geri
kalan %50 yi
kafalaması gerekiyordu.
Evet…Öncelikle başkanlık sistemini
gündeme getirdi.
Başkanlık sitemini gündeme
getirdiği anda Koca Kurt
şiddetle itiraz etti.
‘’ Bu bir
bölünmedir. Asla kabul
etmeyiz’’ Kılıcıdaroğlu da ‘’
I ıh beğenmedim. Sen padişah
olmak istiyorsun. Bizim
cesedimizi çiğnemeden nâ mümkün’’ dedi. En
büyük tepki ise Cici
çocuk Selo’dan geldi:
‘’Seni başkan yaptırmayacağız’’
Aslında hepsi tabii
ki tırışkadan namelerdi. Çünkü mesela Kılıcıdaroğlu ‘’ Benim cesedimi
ne diye çiğneteceğim
ki. Selo’yu atarım
önüne çiğnesin dursun’’
Diye hesaplar yaparken Selo’un abisi
başkan Apo ‘’ Başkanlık
sistemini destekleriz’’ dememiş
miydi? Bu durumda
Selo’nun ‘’Seni başkan
yaptırmayacağız ‘’ demesinin
bir mantığı var
mıydı? Kesinlikle yoktu. Ancak
oyun içinde oyun vardı
tabii ki(!)
Hani ülke dara
sokulacaktı ya. İşte
bu noktada görev
Selo’ya düşmüştü. Oslo’da
ve Dolmabahçe’de yapılan
mutabakat sonucu en
azından özerk bir
Kürdistan üzerinde anlaşılmıştı. ( Valla
bunu bile biliyorlar(!)
ki ben bu
heriflerden/ ya da kadınlardan korktum.Dolmabahçe’de birileri
dolma sarsa anında
lahana mı sardı,
yaprak mı sardı
haberi bunlara gidiyor. ) Bunun sağlanabilmesi federasyondan, federasyon
ise başkanlık sisteminden
geçiyordu. O halde
Selo ve itlerine
düşen görev ülkeyi
kan gölüne çevirmekti.
Yani? Selo dışa
karşı ‘’ Seni başkan
yaptırmayacağız’’ Derken içten
içe esas oğlanın
başkanlığı için canla
başla milleti ‘’Yeter ulan. Madem
bu kanın akması
başkanlık sistemi ile
duracak, gelsin de
kurtulalım’’ Noktasına getirecekti.
Şu anda onun
da Figen ve
diğerlerinin de içeride
olması tabii ki
yine senaryonun bir
parçası. Yani hapiste
olmaları filan tırışkadan nağmeler…
Peki Fetö? Fetö
bu olayın neresinde bu
senaryoculara göre?
Fetö aslında en
az esas oğlan
kadar önemli bir
aktör. Yani kesinlikle
yardımcı aktör değil. O da
filmin diğer esas oğlanı.
Fetö’ye düşen görev en
başından beri esas
oğlanın başkanlığına giden
yollarının önüne çıkabilecek olan
engelleri temizlemek. Yani
bir nevi serdengeçti
Fetö. Çünkü esas
oğlanla aynı hedef
için çalıştığı halde
herkes esas oğlanı
alkışlarken ondan nefret
edecek millet ve
dahası hani olur da
bir işgüzar kendine
görev edinirse öldürülebilir
de…
Neyse… Esas oğlanın
karşısına engel olarak
kim çıkabilir? Yani en
tehlikeli engel kimdir?
Elbette ki Atatürkçü
askerler. O halde
bunların ordudan tasfiyesi
gerekmektedir. Ordunun içine
sızdırdığı elemanlar, sahte
belgeler vs ile
Ergenekondu, Balyozdu derken
Atatürkçü askerleri ( erlerden
bahsetmiyorum tabii ki)
hapishanelere tıktılar. Ancak tümünü ortadan
kaldırmak elbette mümkün
değildir. Kalanı nasıl temizlenecekti? İşte
Fetö en büyük fedakarlığı
bu noktada yapar. Orduya kendi,
elleriyle yerleştirdiği adamları
vasıtasıyla Balyoz ve
Ergenekon davalarında ortaya çıkmamış
olan Atatürkçü askerleri ortaya
çıkarmak için ordu
içinde ’’Şili’de darbe, gidelim
harbe’’..(Pardon Şili yok
tabii ki) nidalarıyla ortaya çıkarttı. Çünkü Atatürkçü
askerler aslında bir
darbeyi zaten düşünüyorlardı ama bunun
finansını kim sağlayacaktı.
İşte bu noktada
Fetö. ‘’ O iş
bende. Merak etmeyin’’
Diyerek bu sazanları bir darbe
için kışkırttı. Daha sonra
da kendi adamları, darbeci
Atatürkçü askerler, hepsini
birden tutuklattı. Böylece
esas oğlanın yollarını tamamen
temizlediği gibi ordunun
itibarını yerle bir
etmişlerdi ki artık
bundan sonra ordunun
değil bir darbe
yapması D harfini ağzına
alması bile düşünülemezdi.
Yani Esas oğlanın
Fetö’ye ‘’ Pesilvanya Hahamı’’
demesi de Fetö’ün
onun için ‘’
Evi yıkılsınnnn, Ocağına
ateş düşsünnn’’ Demesi
de yine
tırışkadan name idi.
Diğer bir deyişle
‘’ Kayıkçı kavgası’’
Zaten akıllı ve
mantıklı düşünülünce 1970
yılında 18 Yaşında bir
delikanlı olarak Hava
harp okuluna girmiş
olan Akın Öztürk’ün aynı sene
29 yaşında adı
sanı bile bilinmeyen
basit bir köy
imamından(Fetö) etkilenmesi
ve o gün
bu gün Fetöcü
olması mümkün değildi. 15
Temmuzda aslında ordudaki
son Atatürkçü askerler
de ‘’ Fetöcü’’
denilerek tasfiye edilmiş
ve Başkanlık sisteminin
önündeki en önemli
engel de Fetö-
Esas oğlan işbirliği
ile halledilmişti. Ama tabii
ki kendini asıl feda
eden Fetö idi.
Evet her şey tırışkadan
name, her şey kanlı
bir senaryonun sahneye
konmasından başka bir
şey değildi. Öyle
ki daha önce
‘’ Başkanlık sistemi demokrasinin
katlidir. Bölünmenin adıdır’’
Diyen Kocakurt bu
gün başkanlık için
esas oğlanla el
ele tutmuşsa her
şey bir senaryoydu.
Neo conlar yapımcılığını üstleniyor,
ABD yönetmen, Esas
oğlan hem yazıyor
hem oynuyor, diğerleri
de diğer rollerde… Bizler
ise seyirciyiz.
O tankların önüne
yatmalar, uçaksavar mermileriyle
taranmalar, meydanlarda üç
hafta tutulan demokrasi
nöbetleri, bombalar, suikast
girişimi, Ömer Halis Demir, Abdullah
Tayyip Olçok…Hepsi tırışkadan
name, hepsi bir
senaryonun değişik sahneleriymiş.(!)
Evet…Dünkü Beşiktaş katliamı
da işte böyle
bir senaryonun mahsülüymüş(!)
Bütün
bunları kim mi diyor?
O kadar
çok ki…
Mesela gazetesinin kendi
köşesinde bir yazar,
‘’Yandaşlar, Beşiktaş
saldırısının "başkanlık sistemine geçişi önlemek amacıyla"
yapıldığını iddia ederek fetbazlık yapıyor. Fetbaz kelimesinin aslı
"fendbaz"dır. "Fend" hile ve oyun demektir. Fetbaz da
"her türlü hile ve düzeni bilen kişi" anlamına gelir.
Yalnız bu fetbaz yorum, tersini de akla
getiriyor!
Öyle ya birisi çıkar da "Beşiktaş
saldırısı, başkanlık sistemine geçişe meşruiyet kazandırmak için yapıldı"
derse ne cevap vereceksiniz?
Diye soruyor. Bahsettiği
‘’birisi’’ de tabii
ki bizzat kendisi. Yorum filan yapmıyor aslında
ya da soru
filan da sormuyor. Açık açık
‘’ "Beşiktaş saldırısı, başkanlık sistemine geçişe meşruiyet
kazandırmak için yapıldı"
diyor. Yani bir
yerde bana da ‘’
Eğer o polis
olamadığı için hayıflanan
oğlun polis olsaydı
da o stadın
önünde o gün
ölmüş olsaydı, şehit filan
değil , başkanlık sistemi
uğruna Niyazi olmuş
olacaktı ‘’ Diyor.
Bilemiyorum artık. Bu
senaryo senaryolarına benim
gibi’’ Ah Dan
Brown. Hep senin
yüzünden.’’ mi dersiniz?
‘’ Ohaaaa’’ mı
dersiniz? ‘’ Bu millet
çok fazla kurgu
ve korku romanı
okuyor, filmi seyrediyor
‘’ mu dersiniz?
Yoksa ‘’ Gerçekler
acıdır, biber de
acıdır; o halde
biber gerçektir’’ mi
dersiniz? Veyahut da ‘’
İşte tüm
olup biten bundan
ibarettir’’ mi dersiniz,
Ya da ‘’ İttiret onu
bunu da Asu
acaba Berke’ye evet
diyecek mi? Asıl
sorun bu?’’ mu dersiniz
orasını bilemem ama İsrail Lobisi'nin bir
kolu olan "American Enterprise Institute"da çalışan Michael Rubin ( Neo Conların sözcüsüdür ve
ABD de yayınlanan pek çok
gazetede yazı yazar.) "Türkiye'nin bölünme sürecinin psikolojik aşaması
tamamlandı. Türkiye'nin sınırları yakında değişecek" diye yazıyor. Hatta "Tek
mesele bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak yoksa Türkiye'ye dahil bir
federasyon mu; o henüz belli değil" diyorsa. Ve o öyle
derken içeride de
bazıları ‘’ Başkanlık sistemi, federasyonun olmazsa olmazı
değil mi? "Türkiye'yi bölebilmeleri için terörle kaos ortamı oluşturarak
başkanlık sistemine geçişi kolaylaştırmaya çalışıyorlar" denilirse yanlış
bir değerlendirme mi olur?’’ Diye
soruyorsa ‘’ Ne oluyoruz
yahu?’’ sorumuza tam
bir cevap alamasak
da çok kötü
bir durumla karşı
karşıya olduğumuzu, vatan,
millet ve devlet
olarak işimizin oldukça
çetin olduğunu anlayabiliriz
en azından.
Peki yukarıdaki sorunun
cevabı?
Ben size
tüm kopyayı verdim.
Hâla cevabın ne
olduğunu sormazsınız sanırım.
----------------------------------------------------------------------------
NEO CON: Amerika
Birleşik Devletleri'nin
dış politikasını ve askeri operasyonlarını İsrail lehine etkileyerek,
İsrail'in tek başına yapamadığı "Irak İşgali" türü
operasyonların ABD tarafından yapılmasını ve finanse
edilmesini sağlayan sivil toplum
örgütleri koalisyonudur ( Wikipedi böyle
diyor kısaca )
(
Bu Çocuklar Pis Bir Senaryonun Kurbanları Mı Yoksa ‘’ Söz Konusu Vatan başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
14.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.