Gazeteler, televizyon kanalları, sosyal medya çalkalanıyor. Türkiyenin Elvis Presley’i evinde ölü bulundu diye. Hemen babamı arıyorum, duydun mu? Erol Büyükburç ölmüş. "Aaaa diyor allah rahmet eylesin, bir kez olsun tekrar görüşmek isterdim." Konuya yabancı olmadığım için ne demek istediğini anlıyorum. Çünkü; bu hikayeyi sanıyorum yaz tatilimiz sırasında anlatmıştı. Ağzım bir karış açık kalmıştı tabiri caizse. Vay bee bizim bilmediğimiz ne çok yaşanmışlığı vardı babamın.

Bizim koca çınara bir de "Dede" lakabı konulmuş yıllar içersinde, sevenleri tarafından. Gencinden yaşlısına herkesin dilinde bir dededir gidiyor. Annem kızıyor bu lakap olayına, ona göre bu tarz isim takmalar ters. Ben yinede yazılarımda babam için bu lakabı kullanacağım. Neyse bu kısa dip notu da verdikten sonra konumuza devam edelim. 

Dede (Babam) gayet ciddi bir tavırla boğazını temizleyip, şöyle başlıyor sözlerine. "Sanırım 1968 yılı Nisan veya Mayıs ayları olmalıydı. Çünkü, okullar daha kapanmamıştı. Konser vermek için Balıkesir Şan sinemasına geliyor, ben de orada makinistlik yapıyordum. Zaten o zamanlarda konser solonu bulmak imkansız gibi birşey, sinemalarda yapıyorlardı bu tarz aktiviteleri. O devirde gündüzleri matineler, akşamları da suareler olurdu. Daha önce söylediğim gibi ben her işe koşardım." 

Gerçi o devirlerde bizim dedeyi görmek lâzımmış, saçlar o biçim fovariler filan. Kızlara pas vermiyormuş, dedim ya utangaç yapılı, bu da karşı cinsin pek hoşuna gidiyormuş. 
İçin için canım babam diyerek, bir kez daha gururlanıyorum. Hiç kusura bakmayın bu adamı sevdiğimi her fırsatta söyleyeceğim. 

"Sahnede ışık filan ayarlamaları yapıldı herşey hazır. Konser saati gelip çatıyor, sokaklara taşmış tüm gençlik, sen de 700 ben diyeyim 800 kişi vardı. Solana giremeyenlerin de evlerine döneceği yoktu bu gidişle. Ne tutkulu bir sevgidir böyle diyorum. O gün Balıkesir yıkıldı adeta böyle izdaham görülmedi. Son şarkısını söyledi ve perdeyi kapattım, görevimi hakkıyla yerine getirmenin rahatlığı da vardı tabi ki içimde. Hemen kulise geçti ünlü sanatçı, dinlenipte öyle çıkacaktı kaldığı otele. Biraz sonra yanına gittim, biraz boşaldımı dışarısı dedi. Yok nerde hâlâ sizi bekliyorlar. Ne yapacağım ben şimdi dedi ufuldayarak, akşamki suareye kadar istirahat etmek istiyordum. Aklıma bizim teyze oğlu ile bir zamanlar yaptığımız komiklikler geldi. Erol Büyükburç’u kadın kılığına sokamaz mıydım. Siz bana bırakın ben halledeceğim dediğim gibi atom karınca gibi fırladım dışarıya. Şaşkın gözlerle bakakaldı arkamsıra. Hanım sanatçıların odasına gizli bir kapı açılıyordu bedenine olabileceğini tahmin ettiğim ipekli mavi elbiseyi bir de pardesu ile bir eşarbı kaptığım gibi nefes nefese ünlü sanatçımızın yanına döndüm. Aynanın önünde bir kendine bakıyor, bir de bana bakıp kahkahalar atıyordu. Eee dedi Erol Büyükburç ayakkabılar ne olacak? Bu hengamede kimse bakmaz içiniz rahat olsun dedim. Girdim koluna çıktık kapıdan, tabiki tıklım tıklım soyunma odasının önü. Erol bey 15 dakikaya kadar çıkacak dedim bekleyenlere. Sonra da müsaade edin diyerek kalabalığı yara yara çıkarttım dışarı. Balıkesir’in tarihi Çömlek oteline doğru, kolumda gayet hoş bir hanfediyle istifimizi bozmadan yürüdük. Tam kapıya yaklaştık ki, ani bir kararla Erol Büyükburç gidiyor diye bağırdım. Hayranları benim sesimle çıldırmış gibi yüklendi kapıya, kıl payıyla girdi içeri zavallı." 

Filimleriyle, şarkılarıyla, giyimiyle Türkiyeyi sallayan, herkesin hayran olduğu, idol olarak kabül gören bu genç ve yakışıklı adam, akşam suare için döndüğünde babama; ne yaptın yahu, hem kurtarıyorsun hem de yakalatmaya çalışıyorsun diye gülerek söylenmişti . Bizim memleketliler İstanbul modasına taş çıkartırcasına kadınıyla, erkeğiyle grand tuvalet gelmişler konsere. O devirlerde hep öyleymiş. Şimdilerde ne sanata, ne sanatçıya ne de insanların kendine saygısı var. Gerçi gerçek sanatçılar da cımbızla seçilir hale geldi o da ayrı konu. Bu konuda hemfikiriz bizim Dedeyle (Babamla). Şöyle bir bakın etrafınıza biraz düşünün biz nerelere gidiyoruz. 

O günleri tatlı tebessümle anlatıyor babam. Mazide kalan anıları ne kadar çoktu bir bilseniz, hevesle bir de Hülya Koçyiğit’i anlatsana baba diyorum. "Aman kızım diyor ne gerek var bunları yazmaya, kim ne yapacak bu hikayeleri."

Sonra çok şey değişti diyor, şimdi ne Şan sineması kaldı, ne de o eski güzel günler diye hayıflanıp susuyor. 

H. Çiğdem Deniz.
( Babam Ve Erol Büyükburç başlıklı yazı çitlembik tarafından 31.05.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.