hüzne
talibim efendim dedim o yâre
nereden
bilecektim gideceğini
beni ve bir
dünya yükü sevmeyi
benimle
bir başıma koyacağını
biliyorum
asla dönmeyeceğini
ve sen
de bil 24 saat ettiğim duamı
"son
nefesime kadar seni bekleyeceğim"i
kime
kalmış bu dünya, kim sevmiş doyasıya
mecnun
emekli olmuş aşkta, ferhat sadece lafta
bir ben
kalmışım bu safta, gerisi inan safsata
iyileşmeyecek
olan benim; şifanı da istemem
çünkü bu
can sana hasta mı hasta
say
bilmem kaç gün kaç hafta,
tespih
olurum sabır çekerim otuz üç defa
hüzün
kaplı bir yürektir taşıdığım,
harcında ayrılık var göz yaşı var
sarsılmaz
bir inançla umut var
kara saplı bir bıçaktır kesildiğim
ardında
ucu açık bir dünya var
bugün içim
zehir zemberek;
inanın
dostlar bu ayrılık yok mu
yok yok
kesinlikle en zehirli engerek,
bu kadar
hüzne ne gerek a canım diye soracaksınız belki de
"kalemimin
mürekkebi kalp hokkasında,
hüzün mürekkebinden derk ediliyor"
olacak cevabım
ve
yanacak canım çokça; kaynayacak ruhum cehennem ateşinde
yanardağların
hepsini toplasanız bir serinlik yayar bana
o denli
tutuşmuşum ve o denli tutulmuşum
bana
okyanuslar olmaz çare, yüreğimi baştan başa sarmış o yare
kalem
değince sayfaya kağıt başlıyor yanmaya
kalp
nasıl dayansın o vakit böyle sancıya
betim
benzim soluyor nabzım çok hızlı atıyor
nefesim
kesiliyor sanırsınız ki kıyamet kopuyor
cins bir
yarış atı dolaşıyor sanki hislerimde
koştukça
boyun damarları şişiyor,
şiştikçe
damarları daha hızlı koşuyor
hani
dokunsam patlayacak gibi o damarlar
hüzün boydan
boya damlıyor o an
gökyüzünü
çekip alan kim üzerimden
maviliğimi
griye çeviren kim allah aşkına
yok mu
hiç insafın izanın nerede kalmış
hiç mi
sevmedin ve hiç mi terk edilmedin ulan
bir
insana bu kadar yüklenilir mi, gelinir mi üstüne bu denli
kalbin
de bir istiap hakkı var, miadı, haddi...
yere mi sermek
istiyorsun o nazenin kameti
sen taş
mısın yoksa, su katılmış aş mısın
gözlerde
akmayan yaş mısın, sahi sen ne alemsin?
gözlerinden
hiç aşk akmadı mı, yüreğinden hiç aşk damlamadı mı
bir
naylondur aşkın farz et yakmışsın ve tenime
damlatmışsın
değdikçe
tenime her damlan yakıyor, yaktıkça canımı acıtıyor
sen hiç
yanmadın mı, hiç yaralanmadın mı
önce
yârlanıp sonra harlanmadın mı
bu ne
bilmezliktir, ne cehalettir
etim
ayrılık naylonunun ateşiyle dağ dağ
ey düzen bozan hicran, adamı deli eyleyen firkat
bir
nisan yağmur ol da üzerime sicim sicim yağ
şemsiye
açan namussuzdur, senden kaçan bayağıdır
bu da
aşkın çile ayağıdır, sabrım eyüp'ten mirastır,
pirim
mecnun'dur, misalim bülbülü şeydadır
sahi sen
hiç aşkla dokunmadın mı başka bir yüreğe
aşksızlık
en büyük beladır bence beni ademe
çiçeğe
ot gözüyle bakmaktır
kalbe
kof bir ceviz muamelesi yapmaktır
bir
yemeği tatsız tuzsuz yemektir aşksızlık
dikene
bürünmeden güle bürünmektir
ayakları
ıslanmadan balık tutmaktır
bu kara
bulutlar da neyin nesi yüreğim kadar mı kara
yüreğim
kadar mı dolu allah aşkına
var mı
içimden daha karası
ne kömür
karası ne de zeytin
içimde o
yarin ayrılık yarası
yok kimsede ondaki gibi bir kıymetim
bu
hüzünlü kelimeler kimden miras kalmış bana
çiçeklerim
soldu bir bir, döküldü yapraklarım
göğüm
yıkıldı ortasından, yedi kat dibine battım
damarlarımda arsız bir hüzün hücuma geçti kalbime doğru
öldürecek
niyeti besbelli
oysa ben
kalpten değil sensizlikten gideceğim
bana bir
gelsen emin ol ki sevinçten öleceğim
aklımı
zayi eyledim senden sonra kalbimi azat kıldım
tenimi
harap ettim, canımı azrail'e bıraktım
gelsen de toplasan diyorum dağılan beni, parçalanan beni, kırılan...
yeryüzüne
dağılmış göçmen gibiyim
sensiz
yerim yurdum belli değil