1 Lale Bahçesi-9

Gece olmuştu. Karanlığa gömülmüş loş ışıklı ampuller içindeki dev beton yığınları arasında cadde upuzun bir koridoru andırıyordu. Etimesgut yolu üzerindeki köşe apartmanının karanlık duvarları göz göz sızan pencere ışıklarıyla aydınlanıyordu.

İsmail ve Dilber, perdelerini kapattıkları karanlık salonu birkaç mumla ışıtmıştılar. Salon oldukça iyi döşenmişti.

İsmail, altında baksırıyla, dalgın halde yer minderinde oturuyordu. Vücudundaki yara bereler bu loş ortamda dahi belli oluyordu. Dilber, başını onun kucağına koyarak dekolte bir tişörtle uzanmış, içilen uyuşturucu etkisinde, minyatür dünyalarını şenlendiren bu yapay eylemin sonucu ortaya çıkan rehavet içinde; yattığı yerden, İsmail’in asık ve dalgın yüzüne baka baka bir şiir mırıldanmaya başladı: “Bak şu surata, endişeli, gergin... Soğuktan mı, güneşsizlikten mi elemin… Yoksulluktan mı, yoksa zonklayarak ağrıyan dişinden mi gerginliğin… Tasanın ve intikamın yakıp dağladığı yerde ki acıdan mı kederin… Hüzünden mi, hasretten mi, ızdıraptan mı sitemin… Alzheimer mi sevdiğin insan, bundan mı endişelerin… Yoksa ölmek mi derdin?... Ölüm düşünülecek en son şey... Sen varsay ki, ölümsüzsün! Unutma, mezarlıklar ölecek kadar aptal insanlarla dolu… Şimdi, yaşamak vakti… Nedir farkımız, yanındaki koyun boğazlanırken, otlayan koyundan? Eğer kendi ölümünden gayri bir dert ise çektiğin, boş ver, unut gitsin! Her koyun kendi bacağından asılır, bilirsin.” Özenle okuduğu şiirine hiçbir tepki göstermediğini gördüğü İsmail’i dürterek, “İsmail, aşkım, uyuyor musun?” diye sordu. Gene bir tepki alamadı. Doğruldu, İsmail’in dudaklarına kocaman bir öpücük kondurdu. Tepkisizliğin sürdüğünü görerek ayağa kalktı, ortadaki sehpa üzerindeki sürahiden bir bardak su alıp geldi. Oğlana son bir şans vermek için bir kez daha seslendi. “Hayatım, kalk artık ya... Karnım acıktı.” İsmail uyumuyordu, emindi bundan, kıyak kafasıyla uçuştaydı o... Dindarların peygamberinin miraca çıkması gibi o da kendi tanrısının huzurunda yeni bir dinin ayetlerini ezberliyordu. Onu çıktığı yerden indirip sahte peygamberlikten kurtarmak gerekti. Elindeki suyu yüzüne serpti.

İsmail, suratına çarpan suyun şokuyla yerinden fırladı. Karşısındaki kızın neşeyle gülmeye başlamasına bozularak, “ne yapıyorsun sen ya! Manyak mısın?” diyerek kızdı.

Dilber, gülmeyi sürdürerek, “O kadar bağırdım, dürttüm, öptüm... Kalkmadın. N’apsaydım ya...” dedi.

İsmail, orta sehpası üzerinden sürahiyi aldı, kızın üzerine yürüdü. Dilber, onun suyu serpmesine fırsat vermeden salondan kaçtı. İsmail, elindeki sürahiyle onun peşi sıra salondan çıkmayı denedi ama kapıyı açamadı.

Dilber, dışarıdan hem kapıyı açmasını engelleyerek çekiyor, hem de yalvarıyordu. “Aşkım, n’olur yapma... Bak, tamam, özür dilerim...”

İsmail kapıyı açmak için zorlarken, “ özür dilermiş, yok ya... Bu suyu yemekten kurtulamayacaksınız, küçükhanım!” diye tehdit ediyordu.

“N’olur yapma... Bak ne istersen yaparım.”

İsmail ikna olmuş gibi davranarak, “ne istersem yapacak mısın?” diye sordu.

“Söz yapacağım.”

“Tamam bıraktım. Gel buraya, bu saatten sonra kölemsin. Ne istersem yapacaksın...”

“Tamam, yapacağım. Açıyorum kapıyı, bak, bıraktın d’imi suyu?”

“Heralde bıraktım. Bu fırsatı kaçırır mıyım? Geyşa yapacağım seni...”

Dilber güvenerek kapı kolunu gevşetti; gevşetir gevşetmez de hızla açılan kapının aralığında beliren sürahideki su tepesinden aşağı boca edildi. “Ay!” diye bir çığlık attı. “Allah kahretsin, pis yalancı! Hayvansın sen... Yalancısın... Söz vermiştin.”

Görüntü komikti, her ikisi de katılarak gülüşmeye başladı.

Dilber gülerken sitem etmeyi sürdürüyordu. “Ben seni uyandırmak için döktüm suyu, sadist şey!”

*

İsmail, çektiği karamsarlık üzerine gelen bu neşeden memnundu. “Valla bana ne verdinse hala kendimde diilim. Ne kadar kuvvetli bi malmış bu.” Perdeyi aralayarak dışarı baktı.

“E, heralde yani... Benden boş çıkar mı hiç...”

“Oo, saat baya geç olmuş olmalı. Acıkmadın mı sen?”

“Seni neden kaldırdım sanıyorsun? Acıktık ta herhalde... Şurdan birer dürüm yiyelim.”

“İyi olur. Haydi, al da gel.”

“Dışarı çıkıp yiyelim.”

“Yok, sen al da gel. Çıkmayalım...”

“Eve kapanmayalım diyordun hani? Ne oldu?”

“Seninle eve kapanmamız iyi geldi. İlaç gibi geldin bana...”

Dilber, “O zaman dürümleri sen alıp geleceksin tatlım. Ben tuvalete giriyorum...” diyerek, tuvaletlerin bulunduğu antreye doğru hareketlendi.

İsmail, “Hayır! Tuvalete benim girmem gerekiyor, yoksa donuma kaçırırım,” diye itişerek ondan önce koşturdu, tuvalet kapısından içeri daldı.

“Bebek misin sen ya... Çık ha’di, al, gel şu dürümleri!”

İçerden “ı-ıh!” diye bir ıkınma sesi geldi. İsmail, “oo, çok fenayım. Çıkmam, dürümler gelene kadar sürer benim.” diye seslendi.

Dilber, onun şımarıklığına gülümseyerek salona gitti.

İsmail, tuvalet kapısını hafif aralayarak, “Rakı da al,” diye seslendi. Kızın, üstünde eşofmanlarını giyinmiş olarak evden çıkıp gittiğini gördü. O da tuvaletten çıkarak pencerenin önüne geldi. Dilber’in, apartmandan çıkıp, caddeden karşı tarafa geçtiğini ve oradaki kebapçının kapısından girdiğini gördü. Mutfağa geçip buzdolabında bulduğu birkaç meyve çeşidi, soğuk meze tabağı ve bardaklarla geri döndü. Dilber’in getireceklerine hazırlık olarak masayı düzenlemeye başladı.  Oldukça hoş görünüşlü bir masa hazırlıyordu. Sonunda salonu aydınlattıkları o birkaç mumu da masaya taşıyıp romantik bir ortam oluşturdu. Az sonra Dilber elindeki poşetle geldi. Oturdular. Poşetteki hazır yiyecekleri açtılar. Kadehleri içkiyle doldurdular.

Kâh yiyip içerek, kâh müzik setine koyulan hafif şarkı eşliğinde sarmaş dolaş dans ederek, masadakileri tükettiler. Törenin sonuna gelindiğinde Dilber, masadan kalkarak, yatak odasına yöneldi. “Ben sarhoş oldum, biraz uzanacağım, arkadaş!”

İsmail, “Birlikte uzanalım mı?” diye sırnaşarak onun peşi sıra yatak odasının kapısına geldi.

Dilber, İsmail’i ittirerek odaya girmesini engellemek istedi. “Ama ben uyuyacağım. Sen uslu durmazsın şimdi…”

İsmail, mukavemet gösterirken yatak odasının kapı koluna uzandı. “Bişi yapmam…”

Dilber oğlanı iteklemekte ısrar ederek, “Git, salonda kanepeye uzan sen de,” dedi. “Yanımda olmaz.”

İsmail kızı yatak odasından içeri ittirerek, “Olur,” diye üsteledi.

Dilber direnerek, “Saçmalama yahu, olmaz dedim...” diye itirazını sürdürdü.

İsmail, kızı yatak odasından içeri soktu. “Olur.”

Dilber çaresiz girdi odaya. “Eğer uslu durmazsan atarım odadan... Ona göre!”

İsmail yatak odasından girerlerken, “Olur,” diye güldü.

Dilber, üstündeki eşofmanlarla kendini sırt üstü yatağa attı.

İsmail, nevresimi onun üstüne örttükten sonra kendisi de nevresim altına girerek kızın yanına uzandı. Yüzünü kıza yanaştırıp sırnaştı. “Sen var ya, sen…”

Dilber, onun sözünü,  “Sen refiksin…” diyerek tamamladı.

İsmail, “Sen nedimesin…” diyerek fısıldadı.

“Sen hempasın…”

Hempa, İsmail’in anlamını bilmediği bir sözcüktü. “O ne?”

Dilber, “Dost…” diye açıkladı sözcüğü.

“Sen yarensin…”

“Sen yârsin…”

“Değilim…”

“Değilsin…”

“Çünkü, sen yarsin…”

“Ama, sen beni almıyorsun…”

“Hayır…Sen bana varmıyorsun…”

“Alsan varırım…”

“Varsan alırım…”

Dilber, bir an önce uykuya dalmak ihtiyacındaydı. Uykulu, “Al o zaman!…” diye mırıldandı.

“Alayım…”

“Ne zaman?”

İsmail de uyumak üzereydi. “ Yarın… “

Dilber, uykuya dalarken, “Söz mü?” diye inledi.

İsmail esneyerek: “Hı hı...” diye fısıldadı.

Dilber uyku içinden seslenir gibi, anlaşılır anlaşılmaz, “Hadi, uyu madem,” diye söylendi.

“İyi uykular…” İsmail, onun yüzüne sevimli mimiklerle bir baktıktan sonra uyumak üzere daldı.

*

Sabah olmuştu. Cadde geceki görünümünün tersine kalabalık ve gürültülüydü.

Etajerin üstündeki cep telefonu Ankara Misket havasını çalmayabaşladı. Dilber ve İsmail derin uykularında telefonun sesini duymuyorlardı.Oyun havası uzadıkça uzuyordu. İsmail nihayet uykulu halini sürdürerek kolunu uzattı, bir iki denemeden sonra telefonu eline aldı, kulağına yapıştırdı. Uykulu bir sesle; “Alo?” diye sordu.Öbür taraftaki sesten açıklama aldıktan sonra, uykulu, “Sayende uyanmış oldum…” diye çıkıştı. Karşısındakini dinleyerek sustu. İsmail, bir anda dinlediklerinden şaşırarak, “buraya mı? Buraya kimsenin geldiği filan yok, nerden çıkarttın şimdi bunu?” diye haykırdı.Karşıdakinin cevabı üzerine, “Nereden öğrenmişler burayı?” diye sordu. İsmail, başını yastığından kaldırıp yan tarafa çevirdi. İnleyerek, “Aman Tanrım!” diye bağırdı.

İsteyeceği en son şey, Dilber’in gerçekleri bu şekilde öğrenmesiydi.

“Hayır, hayır, henüz gelmediler, ben kapatıyorum, çıkıp gitmem gerek bir an önce…” diye söylenerek telefonu karşısındakinin yüzüne kapattı. Polislerin gelmek üzere olduğunun kaygısıyla fırladı yataktan, salona geçerek bulabildiği kıyafetlerini toparladı, “Sabahın bu saatinde nereye giderim ben, şimdi?” diye söylenerek, telaşla giyinmeye başladı.

Dilber, bir an uyanır gibi oldu, olanı biteni anlayamadan, “Bak, ne olduğunu söyler misin lütfen!” diye seslenerek hafifçe doğruldu.

İsmail’in, “Yanlış anlama… Ama, benim hemen gitmem gerekiyor,” diye cevap verdiğini duyarak, gamsız, gerisin geriye uzanıp başını yastığına yerleştirerek uyumayı sürdürdü.

“Tamam… Git madem. Sonra görüşürüz…”

Evin kapısını açan İsmail, kapı önüne çıktı, ayakkabılarını ayağına geçirdi.

Yan taraftaki asansör kapısından, asansörün katta durduğunu görerek, korkuyla, merdivenlere doğru adeta atladı. Düşmek üzereyken zor toparlandı. Asansörün kapısı açıldı, bir seyahatten döndükleri anlaşılan bitişik dairede oturan yaşlı karı koca indi. İsmail, onları fark ederek rahatladı. Aşağı inmeyi sürdürdü. Daha sonra, caddenin iki yönünde polis kılıklı birilerini araştırarakapartmandan çıktı. Hızla uzaklaştı.

*

Hemen o arada sivil bir araç gelerek apartmanın önünde durdu. Aracın dört kapısından dört sivil polis indi, biri orada nöbete kalırken üçü, hızla apartmandan içeri daldılar. Apartmana girenlerden de bir kişi hızla merdivenleri çıkmaya başladı. Diğer ikisi asansörün çağırma düğmesine basarak beşinci kattan itibaren aşağıya inmesini beklediler. Asansör gelir gelmez binerek onlar da beşinci katın düğmesine basıp yukarı çıktılar. Biri, az önce seyahatten dönen komşunun kapı zilindeki ismi okurken diğeri Dilber’in kapı zilindeki ismi okuyarak, “burası!” dedi. Bellerinden silahlarını çekerek emniyet kilitlerini açıp ağzına mermi sürdüler. Mevzilenerek, kapı zilini çalmaya başladılar. Kapı ziline kapı açılmadığını görünce de kapıyı ısrarla yumruklayarak çalmaya başladılar. Merdivenlerden çıkan polis de onları dördüncü kat boşluğunda mevzilenerek gözlemeye başladı.

Dilber, gürültüyü duyar duymaz yatağında doğrularak üstünü başını çekiştire çekiştire kapıyı açmaya gitti. Antreye çıkar çıkmaz İsmail’in küçük valizini unuttuğunu fark ederek, onu eline aldı. “Bunu almayı unutmuş salak! Yaptığı şu gürültüye bak; bütün apartmanı ayağa kaldıracak!” diye söylenerek, valizi oğlana vermek için eline alıp kapıya vardı, açtı. Daha o kapı kolunu çevirdiği an kapı şiddetle açılarak içeriye elleri silahlı iki adam daldı. Onu hemen yere yatırdılar.

“Yat! Yat! Yat yere! Kıpırdama!”

Polislerden diğeri de yatak odasına koşturdu. Odada kimseyi bulamayınca evin salonunu, mutfağını, banyosunu teker teker dolaşarak geldi. “Nerede o?” diye sordu.

Dilber, korku içindeydi. Kim, nerede, diye sormaya çalıştı, fakat sözcükler diline dolanıp çıkmadı.

Karşı dairedeki komşu gürültüyü duyarak kapısını aralayıp olanları görmeye çalışırken, onu fark eden üçüncü polis usulca merdivenleri tırmanıp onu kapı aralığında yakaladı. Yaşlı birisi olduğunu görünce de sert kullanmaktan imtina ederek dışarı çekti. “Ne kadar da meraklıymışsın dayı! Ne var, ne istiyorsun!”

Adam, “bir şey istediğimden değil polis bey oğlum. Gürültü duyunca merak ettim,” dedi.

“Bir zanlı arıyoruz. Haydi, gir sen içeriye!”

“Aradığınız şöyle uzunca boylu, yirmili yaşlarda sarı kumral bir oğlan mı?”

“Sayılır…”

“Siz gelmeden beş dakka kadar önce o evden çıkıp telaşla merdivenleri indi, aradığınız genç. Biz, tam da eve döndüydük seyahatten. Onu koşa koşa merdivenleri inerken gördük. Belli ki, kaçıyordu. Sizden herhal…”

Üçüncü polis adamı kolundan çekiştirerek Dilber’in evine soktu. Dilber’i sorgulamakta olan arkadaşlarına müdahale ederek, “kuş biz gelmeden beş dakika önce uçmuş beyler!” dedi. “Aha bu dayı görmüş kaçarken.”

“Bu evden mi çıktı amca? Emin misin gördüğüne?”

“Uzun boylu, kumral, baya bi kalıplı oğlanın tekiydi.”

Dilber, yattığı yerde başını sallayarak adamı doğruladı. “O…”

Sorgulayan polis arkadaşına dönerek, “amcayı, ismini, telefonunu alıp yolla evine, gitsin,” dedi. Adamı kapıya götürürlerken, “gerekli olursan seni rahatsız edebiliriz amca, şimdilik evine git,” diye seslendi. Yaşlı adamı götüren polis merdiven boşluğundaki eski hyerinde beklemeye devam etti.

Evdeki polislerden biri, Dilber’i çekiştirerek doğrulttu, evin salonundaki koltuklardan birinin üstüne adeta savurarak oturttu. “Şimdi hanım hanımcık anlat bakalım! Nereye gitti İsmail Köseabdi?”

“Gittiğinde ben uyuyordum,” dedi Dilber; “bir telefonla konuştuğunu sanıyorum, uyku halindeydim, net hatırlayamıyorum hiçbir şeyi. Galiba bana da, gidiyorum, dedikten sonra gitti. İnanın ki, gittiğinin tam bilincinde değildim. Ne olmuş? Kavga ettiği kör adama mı bir şey oldu yoksa?”

“Kör adama mı?”

Dilber, onların kör adamla alakalı olmadıklarını anladı. “Neden arıyorsunuz İsmail’i? Ne suç işlemiş?” diye sordu.

Polis, onun sorusuna soruyla cevap verdi. “İsmail Köseabdi’nin kız arkadaşı değil misin?”

“Evet! Kız arkadaşıyım.”

“E? Sen bilmeyeceksin de ben mi bileceğim onun işlediği suçu?”

“Biz, onunla aynı orkestrada çalışıyoruz. Arada sırada çıkıyoruz. Ben Hacettepe Konservatuar öğrencisiyim, aynı zamanda... İnanın ki, İsmail bana kendini ne kadar tanıttıysa o kadar tanırım onu, daha fazla değil. Onun da, benim de kendimize ait, ayrı ayrı yaşamlarımız var ve birbirimizi özel yaşantımıza dair hiç sorgulamayız.”

Polis memuru onun bu açıklamasından ikna olmuş gibi görünmüyordu. “Baba katilinden başka çıkacak başka adam bulamadın mı?” diyerek söylendi. Sertleşerek, yanındaki diğer polise seslendi. “Al bunu! Cinayet teşebbüsünde yardım ve yataklık yapmaktan bu da mahkemeye çıkartılsın!”

*

( Lale Bahçesi-9 başlıklı yazı AliKemal tarafından 28.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.