Sene 1968… Bir ikindi vakti, kırkındı yağmuru yağmış, kısa sürelide olsa toprağı ıslatmış ve bir gökkuşağı asumanı sarmıştı. Üç kadın yol üstünde konuşuyor, birinin çocuğu da onları merakla dinliyordu. Yanlarına öğretmen gelmiş, onlardan hal hatır sorarken, çocuğu fark etmiş ve İsmail öğretmen annesine dönerek,

     -Çocuk kaç yaşında

-          -5

-      -Bakınca büyük gösteriyor. Yeni ders yılında okula başlatalım. Yaşı küçük ama bana göre başlayabilir.

    Korkuyla annesinin ayağına sarılmış çocuk, okula başlaması haberini alınca, birden annesinin ayağından elini çekerek olanca hızıyla koşmaya başlamış. Adımları toz toprağa karışır, annesi arkasından bağırır,

Oğlum okul kötü bir yer değil… Hemen dur ve gel…

-         -Hayırrrr… Okula gitmek istemiyorum.

    Nihayet soluk soluğa kaldığında durur, zor telkin etmiş annesi. Çocuk anlar ki, okula gidecektir, başka çaresi de yoktur.

      -Abla okul nasıl bir yer, anlatsana

-     - (Ablası onu korkutmak istemiştir.) Senin okula başlamanı isteyen İsmail öğretmen, eli sopalı öğretmenin biridir. Çalışmazsan, dersinde başarılı olmazsan döver. Ben çok sopasını yedim.

-            -O zaman bende okula gitmem kaçarım.

-            -Kaçsan yakalanırsın. Gideceksin işte.

Gel zaman git zaman okul başlar. İsmail öğretmenin eli sopalıdır. Sinirlidir. Bir sınıfta ilkokulun her sınıfından öğrenci vardır, köy ilkokulu işte. Ne doğru dürüst okumayı öğrenebilmiş, ne de öğrenci olduğunu anlamıştır çocuk. Arada bir de dayak yemiştir. İyi kötü o yılı tamamlamış, orta ile birinci sınıfı geçmiştir.

O yaz tatilinde, babası onu Ankara’da bekâr evinde misafir etmiştir. Köyden gelen birçok amcalar bu şekilde bir evde birlikte yaşamaktadırlar. Sıradan bir gurbet evidir. Her şey imece usulü paylaşılır, yemek yapmak için gaz ocağı kullanılır, yemek kokusu saatlerce odadan gitmezdi. Herkes aynı odada yatardı. Her akşam yemekten sonra onu dışarı çıkıp gezdirdiler. Bir akşam onu açık hava sinemasına götürdüler. Sinemaya gidip gelirken yürüdüğü yol ona ne kadar uzun görünmüştü.  Bazı akşamlar köylülerin buluştuğu kahvehaneye gitmişti. Çay içmişti büyükleri gibi. Amcaların ona olan ilgi ve alakası çok hoşuna gitmişti. Kahvehaneden çıkınca yemişçi dükkânları vardı yokuş bir yol boyunca. Canı sıkıldığında burada gezerdi. Babası giysin diye o yıllarda pahalı ve meşhur olan iskarpin ayakkabısı almıştı. Pırıl pırıl bembeyazdı. Yaklaşık bir hafta Ankara’da kaldı. Şehir ona çok değişik gelmiş ve beğenmişti.

Köye dönme zamanı gelmişti. Babası boyacılık yapan tontoş bir amcaya onu götürmesi için rica etmişti. O da bunu kabul etti. O tarihte tek tük otobüs vardı. Gündüz gözüyle yavaş yavaş gidiyordu. Gece yarısı köye varmışlardı. Köpekler havlıyordu sağda solda. Çok korkmuştu o anlarda. Amcanın elinden tuttu, sıkı sıkaya. Evlerinin kapısı açıldığında ortalık bayram yerine dönmüştü. Üst baş alınmış, şehirden gelen birçok şey evdekilere dağıtılmıştı. Evde, gurbete giden eşlerini bekleyen üç kardeşin hanımı çocukları ile yaşamaktaydı. Ev kalabalıktı. Annesi onun gelmesinden çok memnundu. Ne gördüyse tek tek anlattı. Kendini kahraman gibi hissetmişti.

İki yıl sonra, tüm aile Ankara’ya göçtü. Bir gecekonduda kalacaklardı. Üçüncü sınıfı şehirde okuyacaktı. Kim bilir, hangi öğretmenle ve hangi çocuklarla… Okumak istiyordu… Kim bilir mühendis, doktor diyeceklerdi…  Köyünü asla unutmayacaktı, asla… Bunu çok iyi biliyordu.

 Saffet Kuramaz

( Bir Okula Başlama Hikayesi başlıklı yazı safdeha tarafından 19.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.