"Safinaz ablaya duyduğum sevgi o çocuksu aşkı çok gerilerde bırakmıştı. Onunla aramızda olan, artık, dört başı mamur bir dostluktu. Sonsuzluk içinde varlığı belli olmayan iki dünyanın, dostluğumuzu sonsuzluğa eş değer büyütmeye, aradaki mesafeleri ise küçültüp yok etmeye amade kahramanlarıydık biz. Bana biçilen görev öğrencilikti, çok şey öğreniyordum bu ilişkiden, çok...

Bu dostluğun kıyısında köşesinde yer alamayanlar, bizi gıptayla izlemekle yetineceklerdi."

*

Safinaz ablayla, onun satış yerinde sohbet ederken, arada bir şakalaşarak gülüşüyorduk

Yanımıza gelen genç birisi merakını yenememişti. "Abla çok güzel gülüyorsunuz. Allah aşkına bi de ben duyum neye güldüğünüzü," diyerek laf attı.

Safinaz abla, gence pek yüz vermedi. "Sana da anlatırım bi ara, şimdi olmaz artık. Şu Piknik kafede Serap var ya? Oraya gidiyorsan, onu bana bi yollayıver. Safinaz abla çağırıyor, de!"

Genç, "olur abla," diyerek gitti.

Safinaz abla, her ne kadar gülüşsek de benim bir sıkıntı içinde olduğumu hemen anlamıştı.

"Ben de onun için seninle dertleşirim diye geldiydim aslında…" diyerek onu doğruladım.

Serap"ın gelmekte olduğunu görünce, "neyse, akşama bana gelirsin, o zaman dertleşiriz," diyerek konuyu kapattı.

Çok geçmedi, Serap bir koşu geldi. Safinaz ablanın yanında beni fark ederek, "bu o mu abla?" diye sordu.

Safinaz abla beni omuzlarımdan ittirerek onun önüne sürdü. "O…Ergin, yeğenim."

Yirmi yaşlarındaki kız cinselliğini öne çıkartan kılık kıyafetiyle uçuk kaçık bir şeye benziyordu. Elini uzatıp, "meraba Erkin! Ben Serap," dediğinde elimi uzatıp tokalaştım.

"Meraba abla!" Adımı 'Erkin' koyuvermişti. Olsun!

"Nassın?

"Sağolun, iyiyim."

Benim sormama gerek olmadan, o, "ben de iyiyim," dedi.

Safinaz abla, ismimi bir lastik gibi uzatarak, "Ergin…" dedi. Ona bakınca da, "bu Serap benim pek sevdiğim bi kız," diye devam etti.  Serap ona minnettar bir bakış yolladı.

Ondan… için tanışmanızı istiyorum."

"Tanıştık ya Safinaz abla, tokalaştık."

"Tamam işte! Beraberce gezin, tozun, eylenin. O senin kız arkadaşın olsun."

Benden en az beş yaş büyük bir kız arkadaş! Safinaz ablanın bu tavrı, hiç ummadığım bir şeydi, oldukça şaşırdım. "Ama, o benden büyük," diyebildim.

Serap, hemen alınganlık gösterdi. "Beni beğenmedi gördün mü kız, abla!"

Safinaz abla onu yanıtlamadı. Bana kızmış gibi yaparak, "büyükse büyük, n"olmuş! Okuldaki tıfıl şırfıntılarla çıktın da ne oldu? Ben ne diyorsam onu yap sen! Sana şimdi Serap gibi bir kız arkadaş gerekli…" diye söylendi.

Tamam, olur da diyemedim, olmaz da diyemedim. Nasıl davranacağımı şaşırmış haldeydim.

Safinaz abla, "haydi, dolaşın şöyle bir! Bir yerlerde oturup, kafa kafaya bi konuşup anlaşın," diyerek bizi ite kaka yanından uzaklaştırdı.

Çaresiz, yan yana yürüyerek uzaklaştık oradan.

Serap, kırgın bir sesle, "sen benden hoşlanmadın mı?" diye sordu.

Hoşlanmak ile aşık olmak aynı şeyler değildi. Bir kızı seversin, aşık olursun, ama bir başka kızın yüzünü, vücudunu beğenirsin, hoşuna gider, sevişmek istersin onunla. Ben ilk defa, Sevinç Pekin"in bir gazetedeki çıplak sırtından hoşlandım. O, Cüneyt Arkın"dan hoşlanıyordu, ben ondan. Kartal Tibet"li Karaoğlan filmlerinden birini çekmek için gelmişlerdi Eskişehir"e, "Altay"dan Gelen Yiğit""ti filmin adı. Eskişehir konak otelde kalıyorlardı. Gittim, buldum otelin kafesinde, karşısına dikildim. Yıl 1965, 12 yaşındaydım. O, 19 yaşındaydı… "Seni seviyorum," demekti niyetim. "Sizin bir hayranınızım," diyebildim. Seyrettiğim her filminde bir başkasıyla aldatıyordu beni. Gene de, onunla sevişmelerimden vaz geçemiyordum. Bana cömertçe sunuyordu kendini. O yoksa sancılanmalardaydı kasıklarım…

Serap"tan da Sevinç Pekin"den hoşlandığım kadar hoşlanabilirdim. Neden olmasın? "Ben senden hoşlandım da… hani, yaşım küçük olunca, sen istemezsin sandımdı…" Lafı zar zor toparlayabildim.

"Yaşın küçük olunca daha çok hoşuma gidiyorsun. Ben, yaşlı erkeklerden nefret ediyorum."

"Sahi mi?"

"Sahi… Valla!"

"Ben de, yaşıtım kızlardan nefret ediyorum."

"Onların yaşı küçük ya, ondandır…"

Ne demek istedi, diye düşünmeye başladım. Ne demek istediğini anlayamadım.

O, sözünü sürdürerek, "sübyen piç kuruları ne emmeğe gelir, ne gömmeğe," diye açıkladı. "Es kaza mercimeği fırına vermeğe kalkışırsan da, bu defa tecavüzcü diye, hadi, hapse! Ayıkla pirincin taşını…" Anlattıklarına kendisi güldü. Teklifsizce sokulup kolunu omuzlarıma koydu, benim elimi de tutarak beline doladı.

Ben hem konuşma tarzından, hem de şu davranış biçiminden ötürü aptal aptal yürüyordum. "Bir sinemaya gidelim mi? Kılıçoğlu"nda Love Story oynuyor, ona gidelim istersen," demeye çalıştım.

"Yok, boş ver şimdi sinemayı, minemayı… Sizin eve gidelim."

"Ama bizim evde annem, kardeşlerim var. Olmaz…"

"Sizin ev dediğim, Safinaz ablanın evi; yanlış dedim."

"Ha… Anladım. Ama orası da kapalı, giremeyiz."

"Safinaz abla verdi anahtarını, işte."

Anahtarı çıkartmak için kolunu omuzlarımdan indirmesini fırsat bilip ben de belini bıraktım.

"Safinaz abla evinin anahtarını mı verdi, gidin diye?"

"Evet! Hadi oraya gidelim, ayak altında dolaşmayalım böyle…" Bu iyi fikirdi, hoşuma gitti. Benden on yaş büyük, açık saçık bir kızla ortalarda dolaşıp tanıdık birisine görünerek rezil olmaktansa, evde oturmak daha iyi olurdu. Bu defa da uzandı, elimi tuttu; el ele yürümeyi sürdürdük.

Eve ayrı ayrı, dikkat çekmeden girmeyi başardıktan sonra yaşadığım gelişmeler, her şeyin Safinaz abla tarafından planlanan bir bekarete son partisi olduğunu anlamamı sağlamıştı. Serap, üzerimdeki giysilerimle beraber çekingenliğimi de sıyırıp atarak gerginlikten çabucak kurtulmamı sağlamıştı. Evet, öpüşmeyi ve sevişmeyi bilmeyen Ergin"e bunlar yaşatılarak öğretilmişti. On beş yaşına henüz girdiğim şu günlerde ilk kez  milli olmuştum. Niye yalan söyleyeyim, tadı damağımda kalmıştı.

Toparlanıp kalkarken, "Devam edecek miyiz?" diye sorduğumda,

Serap anlamadı. "Neye devam edecek miyiz? Sevişmeye mi? Bir kere daha mı istiyorsun yani? Hadi madem," diyerek yatağa geri yattı.

Aslında bir parti daha iyi giderdi, ama ben onu kastetmemiştim. "Arkadaşlık yapmaya, demiştim. Seni hep görebilecek miyim, yani?..."

"İstediğin zaman görüşürüz. Benim piyasam oralar; Adalar, Piknik kafe, filan. Aradığın zaman işte değilsem Piknik kafede ya da Nur çay bahçesindeyimdir. Ama, bilmen gereken bişi var. Onu diyeyim ki, sonradan yanlış olmasın. Ben bu işleri bedava yapmıyorum, anlıyor musun? Yani, belli bi vizite ücretim var. Benimle çıkmak istersen o ücreti ödemen gerekecek. Anlıyor musun?"

"Anlıyorum. Ne kadar?"

"Piknik otelden yirmi beş kağıda bi oda tutuyorsun, bi de bana elli kağat veriyorsun. Toplamı yetmiş beş kağat… Evlere gitmem. Safinaz ablanın hatırına geldim buraya, ama evlere servisim yoktur.  İlle de otel. Otelle anlaşmam var çünküm, evlere gittiğimi duyarlarsa oda vermezler bidaa… Anlıyor musun?"

"Anlıyorum ya, anlayamadığım, bu iş için Safinaz abladan da mı aldın elli lira?"

"O ablayla aramızda, seni ilgilendirmez."

"Söz, söylediğini bilmeyecek Safinaz abla."

"Aman…Uzatma be… Ablayla sıkı bi pazarlık yaptık işte, biraz indirimli. Boş ver sen, takma."

Takmamam mümkün müydü? Onun parasını söğüşleyen bir parazit gibi hissediyordum kendimi.

Akşam yanına biraz da sıkılarak gittim.

Benimle dalga geçerek karşıladı. "O! Yakışıklımın yürüyüşü bile değişmiş!"

"Dalga geçme be abla! Bana tuzak kurduğun için kızıyorum sana zaten!"

"Tuzak mı? Hadi, hadi! Yanımdan ayrılır ayrılmaz kıza yumulmaya başladın."

"Yahu şöyle konuşup utandırma beni. Kapatalım şu  konuyu!"

Güldü. "Yok öyle yağma, neler yaptınız, her şeyi anlatacaksın bana…"

Bu defa da ben güldüm. "Çok beklersin!"

*

( Bekarete Son Partisi... başlıklı yazı AliKemal tarafından 27.10.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.