- Beni çok sev, diyordu.
- Gökyüzünün maviliğine bak! dedim
ona 'sonra yeryüzünün vasiliğine...'
- Evet baktım, dedi.
- Ummanlara bak, dedim, 'sonra
çöllere...'
- Evet onlara da baktım,
- Yıldızları da unutma!
- Unutur muyum hiç!
- Seni hadsiz seviyorum işte anla, diye
bağladım cümlelerimi aynı yargıya! 'Derinliğine
yüreğimin, ufkumun genişliğine ve aşkımın büyüklüğüne şahit olmanı istiyorum.'
dedim.
- Beni bu kadar derinden, bu kadar genişten mi seviyorsun? diye
sordu tekrar.
- Bir insanın suya ihtiyacı var değil mi? dedim
ona.
- Evet vardır mutlaka...
- Peki, ekmeğe ihtiyacı var mı?
- Ona da var! dedi.
- Havaya var mı?
- Yüzde yüz var, dedi. 'Havasız
yaşayabilir mi insan?'
- İşte seni bu bahşedilen üç nimet hakkı için seviyorum.
Başka ispata lüzum var mı? Başka teşbihe...
- Anlıyorum seni ama yine de beni çok sev! diye
konuştu.
- Allah'a inanıyor musun? dedim ona. Şaşırdı
birden gözlerini kocaman açtı ve hiçbir şüpheye yer bırakmadan: 'Tövbe tövbe, tabi ki hiçbir şüphem de yok.'
Beni anlamaya çalışıyordu ama buna
fırsat vermiyordum.
- Peygamberlere inanıyor musun? dedim.
Buna da ihtilafa düşmeden yanıt verdi: 'Amenna!'
- Kur'an-ı Kerim'e inanıyor musun? diye
sordum. 'Evet inanıyorum ama neden bana
kutsallarım üzerinden soruyorsun? Sende inanç konusunda yanlış bir izlenim mi
bıraktım acaba?' dedi son derece masumane ve halisane bir tarzda. Varmak
istediğim neticeye ulaşmamıştı, bu benim için çok iyi oldu. Hemen bağladım
cümlelerimi, onu da daha fazla şüphe ve merak içinde bırakmak istemiyordum.
Razı olamazdım onun bir anlık dahi olsa benden dolayı üzülmesine.
- Hayır, hayır! dedim 'Mesele
senin inanıp inanmadığınla ilgili değil bunu aklından çıkart, inancın çok
sağlam şahidim burada bir sorun yok, mesele bütün kutsallarımız üzerine yemin
ediyorum ki seni seviyorum güzelim.' Biraz rahatlamış gibi oldu, demin ki
şaşkınlık ve köşeye sıkıştırılmış hal üzerinden gitmişti.
-
Ben de seni seviyorum ama karnı acıkınca doymak bilmeyen bir oburlukla
seviyorum ve aynı şekilde sevilmek istiyorum. Çok mu abarttım diye düşünüyorum
şimdi! Hani insan susar ya yaz günü, kana kana buz gibi su içmek ister,
dudağından dökülürcesine... İşte öylesine sevmek ve sevilmek istiyorum. Taşsın
yüreğimden sevdam, gözlerimden aksın, dudağımdan dökülsün. Her zerrem sevsin ve
sevildiğini aşikar kılsın istiyorum. diye konuştu.
O kadar güzel seviyordu ki ve sevilmek istediğini o kadar net bir
şekilde ifade ediyordu ki bunlar şiir olsa gerekti diye düşünüyordum.
-
Sen bana bak, kafi, dedim. '
Ne kadar safi sevdiğini gözlerinden okuyabiliyorum.' Gözlerime gözlerini
dikti; ruhumu çekiyor sandım, canımı alıyor gibiydi. Kalbimi bir sünger gibi
emiyordu adeta! Kendimi bıraktım olduğum yerde, oracıkta; etim kemiğim boş bir
çuval gibi devrildi sanki canım o cana transfer oldu.
-
Teşekkür etmek istiyorum sana ve rabbime şükretmek... dedi.
-
Bana teşekkür etmene gerek yok yalnız rabbimize şükrümüz bir olsun. dedim.
Yanıma geldi, ellerimi tuttu ve 'Haydi
duamızı edelim' dedi. Ellerimizi
açarak göğe kaldırdık, rabbimizin
huzurunda huşu içinde onun sesi eşliğinde duamıza başladık:
- Rabbim,
bizi bize verdiği için ne kadar şükretsek azdır. Bu dünyanın malı mülkü, tahtı
tacı bizim olmasın, tek biz bir olalım! Rabbim her iki cihanda bizi
birbirimizden ayırmasın ve bize birimizin eksikliğini hissettirmesin; darda kaldığımızda biri, diğerimiz ona
genişlik olsun; acıdı mı canı birimizin, diğeri ona ilaç olsun; güldü mü
birimiz, diğeri ona kahkaha olsun. Aşkımız hayırlı olsun, rabbim utandırmasın
bizi ele güne karşı, dosta düşmana örnek kılsın bizi!' duamızı bitirir
bitirmez: 'Amin.' dedik ikimiz aynı anda.