03 TEMMUZ 2014, ELAZIĞ 01.30

           

 

 

            Adam yazardı hem de ne yazardı? Yalnızdı güya bu olsa olsa sadece bir rüya! Bütün bir şehir uykudaydı, yanı başındaydı oysa! Görseler bileceklerdi, konuşsalar anlayacaklardı. Oysa kimsenin ne görmeye ne de anlamaya vakti vardı. Sadece ortada olanı bir an önce gömmeye yönelik hareketleri vardı. Öleni değil yaşayanı...

            Eğitimci yazarların, mani düzücülerin, eften püften şairlerin ve yazarların ülkesinde kalem erbabı olan azdı ona göre. Haya ederdi yazarım şairim demekten. Haddini bilirdi. Zehir zemberekti dili adamına göre, bal kaymaktı yâre göre!

            Etiketi yoktu, kartvizitle yazar şair olunamayacağını da iyi bilirdi.

 

            Elazığ bir büyük cesetti, herkes et ve kemikti, ruha dokunan yoktu.

Adamın işi çoktu. Yazandan korkan adamların şehrinde elbet bir büyük ıstıraptır kalp yazarlığı. Sorgu hakimleri dillerinde isimlerle dolaşırlardı kral çıplak diye. Oysa dil gönül demekti Farsça' da. Gönülde olmak nasıldır dilde olmak nasıl? Sorgu hakimleri gönülde olmak yerine mahalle kadınları gibi dillerinde var olmayı marifet sayıyorlardı. Dil söyler geçerdi, gönül yaşar nakşederdi.

 

            Adam aşkın bir hisle aşkın yazarıydı. Kâh beşeri kâh ilahi... Anlamayan elbet şaşardı. Anlayan muhakkak yaşardı. Tebrik etmek dururken telkin etmek, takdir etmek dururken tahkir etmek kalp işi değildi. Düğüm burada bozuluyordu işte. Kalbi okuyamayan aklı okuyordu. Adamın akılla işi yoktu oysa!

 

            Dünyaları bir aşka koyar öyle yazardı. Aşkı bir kalbe koyar öyle yaşardı. Ve yaşardı öyle yazardı. Herkes bakardı ama kördü kalben. Görmek sadece gözle değildi bilirdi. Kanı yazardı kan damlamaya başlardı damarlardan oluk oluk. Yaşı yazardı sağanaklar başlardı gözlerden rahmet rahmet. Okuyana zahmet olurdu bu kan ve yaş! Canı okurdu her kelimesi her cümlesi yavaş yavaş.

 

            Ah be adam, yazmasan ölür müsün, evet ölürdü. Bu denli tesirliydi. Beyne giden sinirlere değiyordu yazdığı. Kalbe direkt bağlanan damarlara enjekte ediyordu aşkı. Aşka düşen felç olurdu okurken, aşktan çıkan hercümerç olurdu.

 

            Sana bana iyi geceler bize iyi geceler, aşka dair yazılan onca güzel heceler! Kâh aşk yazılan peçeteler, kâh aşk üzere verilen reçeteler... Sen olmasan, ben olmasam, biz nasıl olacağız Allah aşkına? Bu bir yolculuktur karanlıktan aydınlığa, dıştan içe... Aşkın şarabını içe içe, nice acıları yaşaya geçe, kendimi verdim hiçe diye haykırıyordu aslında! Ona uzanan tek bir bakış vardı kalben. Tek bir nakış vardı hissen. Papatya'ydı adı. Kolu kanadıydı adamın.Varlığı, bolluğu ve kalabalığıydı O!

 

            Sana bana iyi geceler bize iyi geceler! Bu aşkta dize geldik, hüznü dizegeldik dizelere. Tepeyi düze indirdik, kışı güze döndürdük, zoru kolaya çevirdik, aşkı olaya bağladık. Sen olmasan, ben olmasam, biz nasıl olacağız Allah aşkına?

 

            Çok gece yalnız kaldık. İçtik en umarsızca bir şekilde, derdi yok saydık, aşkı iç ettik cana! Başı bağladık karalara kimi zaman, kaşı oynattık kimi zaman bizi haksız yoranlara, taşı attık kıskananlara, yaşı döktük kendimize. Kaşıdık en iflah olmaz yarayı, kabuğu kaldırdık aşkta, kan kırmızı eti gördük bu aşkta! Biz bu yaşta acıttık canı, tükettik yaşamı.

 

            Adam kimseye yazmıyordu tek ona yazıyordu.

            O beğeniyorsa 'Tamamdır' diyordu.

            O beğenmiyorsa 'Haramdır yazmak bana' diyordu.

            O olduğu müddetçe -ki bu ahrete kadar olan bir süredir olacaktır garantilidir- adam da yazacaktı durmadan, mütemadiyen... Fasılasız yazacaktı. Aralıksız.

            Uğruna bunca yazılan var mıdır ki!

            Bunca sevilen...

            Hep bir ötesini düşlüyordu adam.

            Tekrara düşmeden...

            Her cümlede hissederek aşkı, yaşayarak yazdığını, et ve kemikten ibaret olmadığını bilerek sevgilinin, cana değerek, kana dokunarak, akla hitap ederek, kalbi fethederek...

            Var mıydı misali...

            O, adamının yazmasını istemediği gün kalemi kıracaktır adam! Kağıdı yırtacaktır.

            Bu nokta olacaktı edebiyatta.

            Kaptan tarih olacaktı.

            Papatya zayi...

            Kimsenin bir şey anlayacağı yoktu zaten.

            Okuyup zevk almak yerine yargılayıp zehr ediyorlardı.

            Hariçten gazel okuyan martaval anlatanlardan değildi.

            Kalp işiydi onun tek uğraşı.

            Alem umurunda değildi.

            Adam bir geceyi daha yaşayarak yazıyordu.

            Yine mutluydu.

            Ve  umutluydu yazdıkları adına.

            Aşkın kitabıydı yazdıklarının adı.

            Kaptan ve Papatya'nın hikâyesiydi asıl tadı.

( Uğruna Yazılan başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 3.07.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu