HAC ANILARI

-4-

DÜNYA MÜSLÜMANLARIYLA İLETİŞİM:

 Medine’de kaldığımız bir hafta süresince Mescid-i Nebevi’nin dolup dolup taştığını ve hiç bir zaman mahşeri kalabalıkların eksildiğini görmedik. Çünkü Medine’de zamanını dolduranlar bir taraftan Mekke’ye giderken, diğer taraftan yeni yeni çeşitli ülkelerden ve ülkemizden kafileler halinde kalabalık insan grupları geliyor. Namaz vakitlerinde içerde yer bulmak oldukça zor oluyor. Caminin içi dolduğu gibi bahçeler de tıklım tıklım doluyor.

Mescid-i Nebevinin hem içerisi hem de dışarısı kadınlar ve erkekler kısmı diye ikiye ayrılıyor. İçeride araya paravanlar konularak ayrılan erkek ve kadınlar, dışarıda araya şeritler çekilerek birbirinden ayrılıyor.

Özellikle namazdan sonra dağılan o insan kalabalıklarını görünce dünyadaki mahşer burası olsa gerek diyorsunuz. Her renkten ve giyimden insanlar kardeşçe bir birini rahatsız etmeden değişik yönlere doğru harekete geçiyorlar. Hiç kimse birbirini incitmek istemiyor. Hatta yanlışlıkla ayağınıza bassalar hemen size doğru dönüyor ellerini kalbinin üzerine koyarak sizden özür diliyorlar.

Mescid-i Nebevi’ye her gittiğimde dünyanın çeşitli yerlerinden gelen çeşitli insanlarla iletişim kurmaya çalıştım. İnsanlar ibadet dışında Mescid-i Nebevi’nin bahçesinde yerlere oturarak dinlenmeye çalışıyorlar.  Her yer insan. Adeta mahşeri bir kalabalığı andırıyor. Bu sırada birçok ülkeden gelen insanlarla oturup sohbet etme imkânı buldum. Hangi insanın yanına varırsanız varınız Selamünaleyküm deyip Türkiye dediğinizde yüzleri gülüyor hemen ellerini uzatıyorlar. Kendi ülkelerinin adını söylüyorlar. Tokalaşıyorsunuz. Örneğin Türkiye Gana ihvan (Türkiye Gana kardeş) deyip iki işaret parmağınızı yan yana getirdiğinizde hem onları tanıdığınızı hem de onlarla kardeş olduğunuzu ifade etmiş oluyor ve hemen anlaşıyorsunuz. Karşılıklı birbirinize mimiklerinizle saygı ve sevgi gösteriyorsunuz. Türkiye çok iyi manasında beş parmaklarını bir araya getirip aşağı yukarı sallıyorlar. Türkiye, İstanbul ve Başbakan Erdoğan’ı(Erdogan diyorlar) tanımayan yok. Birçoklarıyla yarı İngilizce, yarı Türkçe, yarı işaret dili olmak üzere anlaşmaya ve kaynaşmaya çalıştık. Ülkemiz hakkında çok güzel intibalara sahip olduklarını gördüm. Bu durum beni oldukça sevindirdi. 

Eğer en az 50 veya 100 kelimelik ortak bir dile sahip olabilsek, kaynaşmanın daha da kolay ve verimli olacağını söylemeye bile gerek yok sanırım.

Peki, bu kadar nüfusa sahip ve dünyanın bütün coğrafyalarına yayılmış Müslümanların niçin ortak bir dili yok?  

Peki, olması germez mi?

Elbette olması gerekir.

Olmamasının eksikliğini şahsen Medine ve Mekke’de oldukça acı hissettim. Çünkü dünya Müslümanlarıyla anlaşabilmek için beş on kelimemizin bile olmadığını yaşayarak gördüm. Bunun üzerine şöyle bir çözüm aklıma geldi. Çok değil. 50 veya 100 kelimelik ortak bir dil oluşturulması. Bu dil Osmanlıca mı olur, Arapça mı olur, Türkçe mi olur hiç önemli değil. Yeter ki bütün Müslümanlarca kabul edilen bir dil olsun. Eğer böyle sınırlı sayıdaki kelimelerle bir dil oluşturulabilse, buraya gelen insanlar rahatlıkla birbirleriyle anlaşabilirler, daha sıkı ilişkiler içerisine girebilirler. Bu kadar az kelimeyle oluşturulabilecek bir dili az ve anlamsız görenler olabilir. Şunu unutmayalım. Türkiye’de halkın değil, birçok yazarın bile kullandığı kelime sayısının 300’ü geçmediği birçok basın ve yayın organında sık sık dile getirilmektedir. Bunu da unutmayalım.

 Hac dünya Müslümanlarının bir kongresidir diyoruz. Fakat bu kongrede ne ortak bir dil var, ne de birbirlerinin sahip olduğu değerlerden birbirlerinin haberleri var.

Onun için her yıl hac zamanında bütün İslam ülke ve topluluklarından konuya hâkim olan bilim adamı, uzman, çeşitli sivil toplum kuruluşlarından temsilciler ve kanaat önderlerinden oluşan bir ekip bir araya gelip, pratik ortak bir dil ve diğer iletişim konuları üzerinde çalışmalar yapabilirler. Ortak dil, ortak tarih, ortak sivil toplum vb çalışma grupları oluşturularak İslam kültür birliği konusunda geleceğe yönelik projeler hazırlanarak çok önemli ortak adımlar atılabilir. Her ülke hacca gidecek vatandaşlarına eğitim seminerlerinde bu ortak kullanılabilecek kelime ve basit cümleleri öğreterek bu problemi azda olsa ortadan kaldırabilirler. Buda zor olmasa gerek. İşte o zaman Hac gerçek anlamda bir Müslümanlar dünya kongresi olacaktır.

Örnek verecek olursak Hıristiyan âleminin ortak bir dili vardır. O da bilindiği gibi İngilizcedir. Her Hıristiyan dünyanın neresinde olursa olsun tam olarak İngilizceyi bilmese bile birbirileriyle anlaşacak kadar belli sayıda kelimeyi bilmektedir. Bu da anlaşmalarına yetmektedir.

Tekrar Mescid-i Nebevi’ye dönelim. Mescidi Nebevi’nin özellikle iç ve dış mimari özelliği bakımından çok muhteşem bir görüntüsü var. Bu da insana büyük bir huzur ve mutluluk veriyor.

Mescidi Nebevi’nin geniş çaplı bakım ve onarımı, Osmanlılar tarafından Kanuni sultan Süleyman döneminde yapılmıştır. Zamanla belli oranlarda genişletilmişse de Osmanlı mimari özelliği buralarda da aynen muhafaza edilmiştir. Burada şöyle önemli bir bilgiyi de vermeden geçmeyelim. Bu onarım sırasında çekiçlerin sesiyle Peygamberimize rahatsızlık vermeyelim ve saygısızlık yapmayalım diye çekiçlerin alınlarına keçe takılmıştır. Hatta bu bakım ve tamirat sırasında dünyevi bir şeyin konuşulmaması için büyük önem gösterilmiştir. İnşaatta kullanılan her malzemeye şöyle isimler verilmiştir. Örneğin tuğla yerine suphanallah, harç yerine elhamdülillah, kireç yerine estağfurullah vb isimler verilmiştir. Yine İstanbul Medine demiryolu yapılırken de, Medine çevresinde raylar döşenirken rayların altına keçeler yerleştirilerek trenlerin sesinden peygamberimizin rahatsız olmaması amaçlanmıştır. Peygamberimize karşı gösterilen bu saygı ve sevgi Türklerden başka hiçbir millette görülmemiştir.

Mescid-i Nebevi’de 40 vakit namaz kılınması sünnet olduğundan 8 gün Medine de kaldık. Medine’de kaldığımız süre içerisinde İslam tarihinde önemli yer tutan bölge ve mekânları ziyaret ettik. Ayrıca şahsi olarak Mescidi Nebevi kütüphanesini gezme fırsatı buldum. Oldukça zengin bir kitap envanteri var. Bu arada son çıkan kitabım “Tarihi Türk idealleri ”inden bir adet imzalayarak kütüphaneye hediye(Vakf) ettim.

İşin üzücü tarafı Mescidi Nebev-i’nin çevresi yüksek ve çok katlı otellerle adeta kuşatılmış ve boğulmuş. Gelecek yüz yılları da düşünecek olursak çevredeki bu otellerin tamamını yıkıp Mescid-i Nebevinin çevresini rahatlatmak gerekir. Görüşüp konuştuğum bütün yerli yabancı insanlara bu durumu anlatmaya çalıştım. Hatta ben bu fikrimi belirttiğimde bazı insanlar aman ha burası krallık başına bir şey gelir bunları söyleme diye uyardılar. Bizde uyaranlara, söylememek gerçekleri değiştirmeyecektir. Onun için bunların konuşulması ve İslam ülkelerinde bu yönde bir kamuoyunun oluşması gerektiğini ifade ettik. Yoksa bu durumun bütün Müslümanlar için pek hoş olmadığını söyledik.

Dikkat edin Selçuklu ve Osmanlı zamanında yapılan camilerin çevresinde camilerden yüksek bina yoktur.

Ayrıca bu oteller, tabirimi mazur görün Amerikanvari tipte yapılmış oteller. İslam mimari tarzına hiç mi hiç uygun değil.

Türk kültür ve medeniyetinde(son zamanlar hariç) dikkat ederseniz camilerin çevresinde camilerden yüksek binalar göremezsiniz. Çünkü bizim kültürümüzde cami çevrelerinde, camilerden büyük binaların yapılması camilere ya da ibadethanelere saygısızlık sayılırdı.

Mescid-i Nebi çevresindeki Amerikanvari yapılmış bu otellerin altları ise küçük birer alış veriş merkezleri haline getirilmiş. Genelde hediyelik eşyalar satılmaktadır.  Satılan ürünler daha çok Çin kökenli mallar. Oldukça kalitesiz ve Türkiye’den de çok pahalı. Esnafın ise fiyat sınırı yok. İstiyor da istiyor. Biz de bir iki gün içinde bu durumu anladık. Karadenizli temel yöntemini kullanmaya başladık. Hani temel oğlunu alış verişe gönderirken şöyle tavsiyede bulunuyormuş ya. “Oğlum satıcı kaç para istiyorsa sen onun yarısını ver.”

 İşte biz de almak istediğimiz bir mala temelin oğluna yaptığı bu tavsiyesini örnek alarak istenen fiyatın yarısını vererek pazarlık yapmaya başladık. Birçok satıcı biraz nazlansa da sonunda yarı fiyatına ya da biraz üzerinde bir rakam söyleyerek haydi ver bakalım diyerek verdiğini gördük.

Şu hususu da özellikle belirtmek istiyorum. Alış veriş yerlerinde Türklerden başka alış veriş yapanın oldukça az olduğunu görüyorsunuz. Esnafın da bu nedenle az da olsa Türkçe öğrendiklerine şahit oluyorsunuz. Ticarethanenin kapısından girdiğinizde hemen Turkıya Turkıya diye sesleniyorlar ve yüzleri gülüyor, çok hoş karşılıyorlar. Bu durum Türkiye’nin İslam coğrafyasında imajının ne kadarda olumlu olduğunun bir başka göstergesidir. Ayrıca esnafın bir kısmının başka ülkelerden gelmiş ticaret yapan insanlar olduğuna şahit oluyorsunuz.

DEVAM EDECEK

( Hac Anıları -4- başlıklı yazı İ.Sarıçay tarafından 25.11.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.