“Ben iyi değilim.”
dedi gece kılıklı adam. Saçları geceydi, gözleri gece, bahtı gece, tahtı gece…
Ne kadar karalık ve karanlık varsa ondandı âleme yansıyan.
Bütün karalar onda toplanmıştı.
En karaydı, çok karaydı; en çok karaydı.
Ömrüne çalınan mayaydı karalık.
Katrandı ayrılıktan.
Ziftti yalnızlıktan.
İsti. Ayrılık çok pisti.
Ellerini açmıştı rabbine “Ya onu bana ver rabbim ya da canımı al benden!” diyordu her vakit.
Bir insan bu kadar mı sahipsiz konurdu, bu kadar mı terk
edilirdi? Bu kadar mı bir başına bırakılırdı? Kalp işi değildi.
“Ben iyi değilim ve
sen bunu bal gibi de biliyorsun” dedi gözü yaşlı adam. “Devren satılık bir kalp benimkisi… Komple yıkımlık, bir kalemde
satımlık, terk edimlik!”
Harcı hüzün… Harca dökülen gözyaşı…
Bütün gözyaşları bu harçta toplanmış.
Okyanustu gözleri.
Fanustu sözleri.
Hapisti.
Adam bu aşk uğruna canından bile vazgeçmişti.
Gerisini anlayın.
Ellerini açmıştı rabbine “Ya onu bana ver rabbim ya da beni ona…” diyordu. Bir insan bu
kadar mı aciz düşerdi, bu kadar mı yalnız kalırdı? Bu kadar mı ağlardı? Akıl
işi değildi.
“Ben iyi değilim
diyorum sana”
Öyle uzaktan bakma bana
Gizli gizli süzme beni
Saklımda olma
Aklımda…
Aşikârım ol,
İşvekârım…
Kârım ol şapkasız ama!
Senli günleri hayal ediyorum.
Tek kelimeyle nefisti.
Bir nefesti.
Ayrılık bir esti pir esti, pis esti.
Adam ağlıyordu.
Gözyaşları yıkıyordu yüreğindeki yaraları, yakıyordu taze
ayrılık acısını…
Mübalağa kâfi gelmezdi bu ağlamalara…
Teşbihte bulunabileceğimiz bir numune de yoktu karşısında.
Güzel bir sebebe de bağlayamıyordu.
Bilip de bilmezlikten de gelemiyordu!
Soru sorup yanıt da beklemiyordu!
Bahanesi de yoktu aslında şahanesi de!
Sadece seviyordu delicesine, ölürcesine.
Limitsizce seviyordu.
"Ben iyi değilim" diyordu adam.
Her taraf kötülük kesiliyordu.