Arabanın arkasında “Anamın İlk Gelini” yazıyordu. Filiz, mutluluktan gözlerindeki yaşı tutamıyordu. Sevdiği insan yanındaydı. Umut dolu bir bakışla onu süzdü. Sertaç’da aylardır aşk, ayrılık, hasret mesajlarıyla yokluğunda acısını hissettiği sevgilisinin ellerini umutla tuttu.

Gelinlik, geleceğin umuduydu, tüm kızlar gibi Filiz’in yüreğinde.

Nihayet vuslata emişlerdi.

Kayınvalide, kayınbaba, görümce güler yüzle uğurladılar yeni evlileri. İlk evlat kopmuştu yuvadan, ama birliği ikiliğe dönmüştü. Artık yalnız değildi. Bundan dolayı mutluydular.

Ay bulutların ardına çekildi. Aşıklar baş başa muratlarına erdiler.

Güneş’in ışıkları sahilin üstünde yakamozlar oluşturuyordu. Pırıl pırıldı deniz. Tatlı bir esinti gönülleri okşuyordu. Filiz gözlerini aralamıştı. Sevdiği adam yanında uzanıyordu. Eğildi yanaklarına birer öpücük kondurdu.

Esneyerek uyandı Sertaç. Eşini sardı. İlk günün heyecanıyla öptü. Güneş sevince şahitlik etmenin aşkıyla ışıl ışıldı.

Filiz yataktan kalktı. Doğruca mutfağa gitti. Yeni bir hayata uyanmanın heyecanıyla tatlı bir Türk kahvesi yaptı. Yatağa kocasının yanına getirdi. Kırk yıllık hatırın damaklardaki tadı, ilk günün mutluluğuyla birleşince ömür boyna dönüyordu kahvenin hatırı.

“Hadi hazırlan!”

Filiz şaşkındı. Gözleri anlam veremediği bir hüznün esiriydi.

“Niçin?”

Söz, kanadı kırık bir kuşun titrek ötüşü gibiydi. Ama Sertaç’ın sesi bir karganınki gibi kabaydı.

“Hadi hazırlan annemlere gidiyoruz!”

Seste latifenin inceliği yoktu. İlk günün heyecanı kabusa dönüyordu.

“Ömür boyu bir arada, iyi günde kötü günde” sözü kulaklarında yankılanıyordu Filiz’in. Kıpkırmızı oldu.

“Hadi ne bakıyorsun aval aval”

Yeni bir yüz canlanıyordu. Tanıdığı, aşık olduğu, sevgi mesajlarıyla mest olduğu adam gitmiş, yeine kaba, katı ve umarsız biri gelmişti.

Vuslat aşkı bitirmişti.

İlk günden başlayan stres, Filiz’in yüzünde sıcaklığa dönüştü. Sonraki günlerde yüzlerdeki sıcaklık gözlerdeki morluğa dönüştü.

Annesinden bağımsızlığını ilan edememiş bir gencin başka bir insanın sorumluluğunu üstlenmesi oldukça zordu.

“Yeter, yeter bıktım artık! Her gün annenlerdeyiz. Kendi evimizin sahibi olamayacak mıyız? Gün yüzü görmedim. Gençliğimi yaşayamadım. Her gün monoton bir hayat…”

“Ne diyorsun anlamadım? Annemleri istemiyor musun?”

“Onu demek istemiyorum. Elbette her evlat annesine değer verecektir. Ama bu eşini ihmal etmesi, onu kırması anlamına da gelmemeli değil mi? Ancak evliliğimiz çok renksizleşiyor.”

“Annemlere renksiz mi diyorsun. Senin rengin ne kızım! Hani senin annen, baban ha söyle bakalım!”

“Onları bırakıp sana kaçtığım güne…”

Söyle söyle… Bunu da diyecektin değil mi? Ayrılmak mı istiyorsun? Beni bırakacak mısın yoksa?

Soğuk ve hissiz duvarlar, canlı kan rengi kırmızıya boyandı. “Ömür boyu…” diye başlayan dudaklardaki mutluluk dehşete dönüştü.

Sertaç, annesinden zorunlu bir ayrılığa mahkum oldu. Şimdi parmaklıkların ardındaydı. Filiz ise, toprağın neminde, yanlış insanla tanışmanın acısıyla baş başaydı.

Kefeni sonsuzluğun gelinliği olmuştu.

 

 

( Ömür Boyu Dehşeti başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 3.11.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.