Çocuk, yaralı ve bitkin bir vaziyette, sevdiği karanlık gibi gözleri ve saçları olan Leyla’sına hitaben şunları söyler :

           "De git sevdam, Karakoçan’dan çok ötelere, Elazığ'dan... Lanet olsun seninle geçen günlere, sensiz geçen günlere. Onulmaz yaralarla yalnız koy beni, Silbus’un tepesine bırak beni. Her gün bir kartal gelsin Prometeus’un ciğerlerinden bir parça kopardığı gibi benimkinden de koparsın. Kimse duymasın inlemelerimi yaralarımın. Hz Eyyüp sabrı ne arar bizde? Yakup’un sineye çektiği ve yüreğine yük ettiği, gözlerine maraz ettiği derde yaklaşabilir miyiz sevdam? Ne mümkün? Öyleyse bırak git haldaşını, ardına bakma bile. Bir gün daha fazladan kalma. Kalırsan bir daha terk edilmiş sayarım kendimi. Kalırsan bir daha yenilmiş addederim yüreğimi. Çok uzaklara git, ötelere. Ulaşılmaza git ki sana gelemeyeyim istesem de.”

     Git sevdam,
     Soluduğum havadan uzaklara,
     Kokladığım çiçeklerden ötelere,
     Gözyaşlarımın sel olup yetişemeyeceği yerlere,
     Git sevdam, git lanet olsun.
     Karakoçansız yerlere git,
      Ela-zığsız yerlere
     Bana seni hatırlatmayacak yerlere,
     Sana beni anımsatmayacak yerlere.
     Git sevdam.
  
       Kaptan'ın şiiriydi bu, biliyordu.

          Aşık çocuk, içinde kendisini yiyip bitiren aşk acısıyla bağırırcasına seslenmektedir sevdiceğine:

         "De git sevdam, Karakoçan’dan berilere. Lanet olsun seninle geçen günlere, sensiz geçen günlere. Yalvarıyorum sana, git. İpleri kopmuş bir tesbih gibi; al hasretini yüreğimden, al hüznünü, al yakamdan yalnızlığını. Ben sensiz ne ederim düşünme. Ne halde olurum dert etme, zayi etme kendini benden yana? Gittiğin yerde başlar sancılarım, gittiğin yerde başlar göz yaşlarım.”

          Hüzünlü bir melodi yayılır radyodan kulaklara, oradan yüreğe akıp gelen bir ılık su gibidir bu melodi. Çocuk toparlar kendini bir an için. Hoş tutar kendini ilk defa. İçi ferahlamıştır hüzünlü melodinin tınısıyla. Kavuman’ nın çim bahçelerinde oturmuş gibidir.

           “Çek git adam gibi sevdam, yakışırcasına onurlu sevmelere ve kavuşurcasına aydınlık, ışık dolu günlere...Git.”

              Melodinin insanın içini mest eden tınısı eşliğinde bizim çocuk, alemden aleme intikal eden bir derviş muhasebesinde kendinden geçmiş yarı aygın, yarı baygın bir vaziyette sevdası üzerine yakmış olduğu teraneyi tamamlamaya çalışıyordu.Yüreği yaralı bir Golan dağ keçisi gibiydi.

             “Onurlu bir kavgadan zaferle çıkmış gibi, alnı ak, yüreği pak ve de mağrur bir komutan edasıyla; yalnızlığı kılıçlayan, hüznü kamçılayan, ayrılığı ölümleyen sevdam. Gün bugündür.”

            Uzaktan uzağa gelen sesler karanlığı bir bıçak gibi yalıyor, aşık çocuğun inleyen kelimelerini ıskalıyor ve boşlukta yitip gidiyordu. Dünya yıkılsa umurunda değildi.Kuruca kadar ateş yaksa bedenini farkında olmazdı. Çelakas kadar su boğsa ölmezdi. Havasızlığa dayanabilirdi, susuzluğa katlanabilirdi lakin onsuzluğa asla! O her şeydi.Yaşamdı, andı, tattı, renkti, ışıktı.

             “Bir ekmek tazeliğinde kalsın sevdamız.Çıkmaz yollara sapmasın yoğrulduğumuz, belki de bin kez doğduğumuz, kendimizi bulduğumuz aşkımız.” dedi çocuk ansızın. Sazı aldı yine eline. Grup Anadolu olmuştu. Artık hayatının son nefesine gelmiş bir adam gibi yazıyor ve konuşuyordu.

          “Ya git, ya git! Gözünü kırpmadan at beni uçuruma, ölümün kuyusuna it beni. Bir adı da ölüm olan sensizliğe ver beni. Lanet olsun iki gözüm lanet olsun! Binlerce, yüz binlerce, milyonlarca lanet olsun.”

             Çocuk takatten düşmüş çaresiz bir şekilde mırıldanıyordu artık. Oltaya takılmış bir balık gibi salınıyordu aşkın zokasında. Sesi zor çıkıyordu.Yorgundu ve gözleri ağlamaktan bitap haldeydi. Ağzından son cümleler usulca, kimsenin duyamayacağı eşikte şu şekilde çıkmış ve yüreklerdeki yerini almıştı:

               “Gitmeni istemiyorum sevdam, istemiyorum işte! Lanet olsun! Sen gidersen ben gidemem. ‘Ben’ gidersem, sen gidemezsin. İkimiz kalsak hiç olmaz.”

                Çocuk, gözleri sevgilinin gittiği noktada dikili bir vaziyette kalmış ve ölümüne susmuştu.
                Giden gitmişti yürekten.
 

 
( Lanet Olsun İki Gözüm başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 29.08.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.