800px-Salonica_White_Tower

Bugün, bilgisayarımın başına geçmiş, uzun zamandır tamamlayamadığım kitabın dosyasına tıklamışken şöyle bir internette gezindim. Şeytan bu ya! Durdurmadı, gezmek için çeldi aklımı. “Selanik” yazdım Google’a. Her zaman dikkatimi çekmişti bu yer. Yunanistan’ın gözbebeği, Türkiye’nin miras-ı ecdadı. İnceledim. Ha bire! Önüme ne çıktıysa baktım. Her siteye. Her videoya.
Bir de ne göreyim, karşımda daha önce dinlemediğim bir türkü çıktı. “Selanik Türküsü.” Açtım. Hevesle diktim kulaklarımı. Bir kıvrım da ses verdim hoparlöre. Yavaş yavaş girdi kanun, sonra tanbur, en sonda ud. Ne güzel seslendiriyordu sanatkâr, ki ne güzel yazmıştı nâsir. Acı, elem, keder her bir mefhum içerisindeydi türkünün. Pencerenin kenarına geçtim, havanın hüznünde üzüldüm de durdum. Dertsiz başıma ağrı, diye bir atasözü var ya durum aynen o! Dertsiz başıma, ağrımayan başım dert, elem, keder bağlamıştım.
Ne vakit üzülsem gökyüzünü seyrederim ya yine seyrettim. Bayramın habericisi hilalden artakalanlara baktım. Hüznüme katık ettim giden Ramazan’ı. Sardım sarmaladım sahuru beklerken ki geceleri de yük yaptım kalbime. Sonuç mu? Yine hüsrân, yine keder! Ve orta yerde yine ben!
Uykusuzluğu uykuya boğmaya çalışırken boğuldum. Daldığım denizde, kederin orta yerinde kakıldım kaldım. Ne bir imdat ne de bir feryat! Geriye bir ben kaldım bir de gece! Bir hüzün kaldı bir de hüzne gark olmuş keder!
Gam olmuş gönlüme râmda, ses etmedim yine. Dosya da açık kaldı, içerisinde tamamlanmayı bekleyen karakterler de. Her biri çığlık çığlığa koptu geldi de, kimse kalmadı geriye.
Hasılı müzik bitti. Hüzün kalakaldı içimde. Derin bir sessizlik, keder ve elem kaldık başbaşa. Hilal deseniz tamamlanmak üzere ilk dördüne. Kim kaldı ki hüzünden başka?..
Tekrar geçtim bilgisayarın başına. Seyrettim bembeyaz sayfalardan renge boğulan siteleri. Kargacık burgacık yazılardan, süslü imgelerle dolu sitelere. Pek çoğu tasarım harikasıydı kabul, ama bomboşlardı. Renkli mektup sayfaları gibiydiler ama üzerinde aşığından yahut maşuğundan zerre iz barındırmıyorlardı.
Bir zamanlar Selanik’te cumbalı evlerin, hanların orta yerinde Şadırvan Mahallesin’de Hortacı Süleyman Efendi Camii’nin hemen yanında büyükçe bir han vardı.
İpek şalları, Bursa işi işlemeleri, İran basmalı ağır kadifeleri, üç parça etekleri, fesleri, Frenk usulü şapkaları, fistanları, basmaları, feraceleriyle ünlü bu hanın sahibi Rendalı Rüstem Ağa’ydı.
Hali vakti yerinde, kaytan bıyıklı, kayık fesli, genç mi genç, dinç mi dinç bir adam.. Ruhu aşkla, bedeni gençlik iksirinin aktığı ab-ı hayat suyuyla yıkanmış yaşlı delikanlı.

Hortacı Süleyman Efendi Camii

Bin bir milletin yaşadığı Selanik’te, Rumların balık için indiği iskelede birbirleri için “Kalipsarya” yani bol balık dilekleri içinde zamanının en iyi esnafı.
Rendalı Rüstem, hali vakti yerinde olmasına rağmen, dört kızın içerisinde geleceğini hesap ederken hayıflanan, bunca malı mülkü, konağı, hanı kime bırakacağını bilemeyen, üzüntü dolu, kederli bir babadır.
Hasılı dört kızın biriciği Rüstem Ağa’ya Mehmet adında birisi gelir. Dükkanın kapısını aşındırır, elbiseleri yoklar, tezgahın üzerinde duran İran basması kadifeye şöyle bir dokunur.
“Hayırlı işler ağam” der mütevazılıkla, “bana iki kulaç İran kadifesi, bir kulaç da Bursa ipeği verir misin?”
Bir gelir, iki gelir, on gelir, yirmi gelir, derken yol eder Rüstem’in hanını. Kader bu ya yazmışsa, çeviremezsin, akıyorsa durduramazsın. Gelir gider zaman, yorulur ayaklar da yine olan olur.
İşe girer Mehmet orada. aklı, firaseti yerinde, zihni de muazzam çalışmaktadır. Önce eşyaları toplar, depoda çalışır gel zaman git zaman tüm işleri eline alır. Beğenir de Rendalı Rüstem oğlanı. 

OSMANLI-BALKANLARDA-ESKI-ASKER-FOTOGRAF__523468_0Mehmet’i anlatırken bir parantez açmalıyım ki, Rendalı’nın dört kızının üçü evlenmiş, son kızı Fitnat ise on sekizine yeni basmış, gelen talipleri bir bir geri çevirmiştir. Bir tek o kalmıştır. Evin son kızı, gülistanın son gülü olur derler ya Rendalı için de Fitnat evin son kızı gülistanının son çiçeğiymiş. Babası, kızını el üstünde tutar bir dediğini iki etmezmiş.
Görür Mehmet Fitnat’ı. Fitnat görür Mehmet’i. Beğenirler birbirlerini. Aşık da olurlar hani. Bir müddet gözler raks eder birbirine sonra eller tutar bir diğerini. Fısıldar yürekler her ikisine de. Yara açılır, kanar durur birbirine kan. Aşk bu ya illet gibi bulaşır iki gence de aşık olurlar birbirine.
“Ağam” der Mehmet. Titrer sesi tıpkı göğsünün orta yerinde atan kalbi gibi. “Fitnat’ı senden istemeye gelmek ister anamla babam.”
“Eyvallah” der Rendalı. Sever Mehmet’i de sevdiği kızı da, kızı Fitnat’ı da.
Mehmet’in ailesi köyden torlar toplar çıkınını da hediyesini de gelirler Selanik’e. Kalırlar da bir kaç gün. İsterler Fitnat’ı.
“Allah yüzünün güzelliğini dünyana versin kızım” der Mehmet’in anası. “Bir ömür güzellik göresin.”
“Allah öptüğün elin oğlunu senin yazgınla bir etsin” der Mehmet’in babası, “yuvanız her daim bereket içinde yeşersin.”
Düğün günü beklenir. On derken sayılar bir bir eksilir son üç güne gelinir. Evleneceklerdir. Beraber olacaklardır. Artık mutludurlar.
safe_imageHikâye buraya kadar güzeldir. Okudum. Okuduklarımı kendi içimde tarttım, kurguladım. Sonra buraya aktardım. Hikâyenin yazılışı farklıdır belki, ama aynı tema içerisindedir. Her neyse, o seneler, 1800′lü yılların sonu, ihtimal kuvvetli olmasa da 1893-1894 senesi içerisinde Balkan Harbi sonuçlanır, savaştan çıkan askerler çıkar gelir Selanik’e.
Her yer hüsrandır, her yer acı. Kan revandır Selanik’in cumbalı evlerinin duvarı, yokuşlarının başında duran çeşmeleri. Cumbalı evin penceresinde açan sardunyalar kırmızı çiçeğe dururlar o sene, hanımelleri kan kızıldır.
Her şeyin yanı sıra bir hastalık illet olur Selanik’e. Kolera. Bilindik, duyulduk şey değildir. Savaş zamanıdır zaman. Bilinse de, duyulsa da elde avuçta olmayınca devletin nasıl bulur çareyi? Bir bir yitip gider insan. Yok olur sardunyalar, kan kırmızı olan hanımelleri çiçeğini bozar. Hasılı yitip gider Selanik.
Derken düğüne üç gün kala hastalık Fitnat’a da bulaşır. Günden güne erir on sekizlik çıtı pıtı kız. Ateşlenir önce, sonra kusar, yedikleri durmaz midesinde. Takaatsiz kalır bedeni. Erir günden güne. 
Düğün günü al kanlı bir gelinlik çıkar evden. Koskoca konaktan küçük kız Fitnat’ın cılız bedeni gider. Hafif bir meltem eser önce sanki alıp götürecektir Fitnat’ı. Kızıl bir güneş yerleşir kalır gökyüzüne sonra. 
Geriye Mehmet kalır bir tek. Hüzünlü, kederli. Ağlamaklı gözleri. 
Hortacı Süleyman Efendi Camii’nde kılınacak cenaze namazında bir köşeye çöker. Ağlamalı sesiyle veryansın eder Selanik’e kınası yakılmamış gelin için.
Bundan sonrasına yazmak ve söz düşmez. Bundan sonrası aşağıdaki türküyü dinleyip düşünmektir!..

http://galipargun.com/size-aski-anlatayim-mi/

( Viran Olasın Issız Kalasın Selanik.. başlıklı yazı Galip Argun tarafından 16.08.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.