Ölümsüzlük söylencelerini dinlemeyi yasakladı evren vaizleri
Okunabilir tek sone olmalıydı çünkü
Masum ruhlara dahi şimşeklerle kazınacak
O hiddetli gök gürültüsü Tanrının!
.
.
.
Dediğim gibi ölümle çok sık sevişiyorum bu aralar…
Ve her seferinde
Kan ile beslenen o kokuşmuş ağzına
Tıkıştırıyorum
En afilisinden kırmızı bir gülü daha
Sana söylüyorum ey sevgili… Anlasana!
Ve evet
Olamadığın yatağımda ölümle aldatıyorum seni her gece…
Ve evet
Yalnızca senin rahminde yeşerebilecek tohumlarımdan yüz
binlercesini
Her gece onun kısır topraklarına ekiyorum…
Acı çekmiyor muyum zannedersin?
Kan kusuyorken erkekliğim her nefessizliğimde…
Zorlamıyor muyum zannedersin ya da?
Ölüm
Sımsıkı kilitlemişken çürümüş dudaklarını kasıklarıma
Ateşten zincirlerle kilitlenmiş sen kokan cennetin tülden kapısını…
::
Göremezler ki cehalete köreltilmiş gözler…
Kopya suretlerinin
Yalnızca kuş cıvıltılarını algılamaya ayarlı kepçe
kulaklarında
Duyabildikleriyse;
Zevkin iğreti iniltileridir sadece
Bu yüzden
Varoluşun temelini algılayamaz o varoş zihinlerinde
Canlandırabildikleri tek görsel
Aslında
Her birini delicesine tahrik eden o kahpe günahtır;
Çılgınlar gibi ve çırılçıplak
Ve üstelik ışıkları kapatmadan özgürce sevişip duran
Bir çift sevdalı!
Hah…
“Her acıyı dindiren
bilge bir kadındır felsefe” diyerek
Bunu kastetmişti belki de putperest bir şair
Ve fakat
İsyana başkaldırmış dolgun memeleriyle
Kızıl saçlı bir evren orospusu da olabilir pek ala
O varoş zihniyetlerin asla yatamayacağı
::
Dediğim gibi deliler gibi seviyorum seni…
Ve içinde senin geçtiğin her çözümsüzlüğümde
Lanetler yağdırıyorum
Asırlardır ruhumu inisiye edememiş o yüce bilgeye
Devasa dalgaların durmaksızın dövdüğü yaşlı göğsüm delik deşik
En derinlerimde bu yüzden uğulduyorlar “öl artık” fısıltılı
Nefes kesen lodoslar…
Yaş gelmeyen gözlerim nicedir kurumuş tuz göletleri…
Diriltemediğim ölenlerimin
Çürümüş etlerindeki leş kokularıysa
Duyumsamaktan tiksineceğin
O Kadim Lanetim…
(Yıldıray Kızıltan)