Değerli üstadım Erzurumlu Emrah, seni anlatan ve güzel şiirlerini sergileyen kitap değdi yine elime. Bu defa sayfaları rastgele açıp birkaç şiirini okudum. Birisinin ilk iki dizesini şarkı olarak hafiften terennüm ettim.

İyi ki yüz altmış sene evvelinden yaşamışsın.  Şimdilerde yaşasaydın var ya, yazdıkların yüzünden duman olurdun valla. Neden mi? Ne hallerde olduğumuzu anlatayım da gör. 

Derler ki, Anadolu insanı hoşgörülüdür. Önceki dönemler için bu görüşe eyvallah. Kanıt olarak senin, Yunus Emre’nin, Karacaoğlan’ın ve başka ozanların dile getirdikleri pek hoş şiir ve sözlerini örnek gösterebilirim. Bu devirde , hele son zamanlarda Anadolu insanı da bir tuhaf oldu. Çıkarcılıkta onlar da düzene ayak uydurma yarışına girdiler. Sanki eskiden dinsiz imansızlarmış gibi bir dinli imanlı oldular ki sorma gitsin. Bu iş, gösterişte ha…Ahlak, bir tek kadın ve kadına yönelik konulara indirgendi. Kesilip çöpe atılan saçın bir teli dahi, erkeği tahrik eden en mühim mesele oldu. Kadın, baskı altında tutulmazsa sapkın olup şeytana çabuk kanarmış. Melek olması asla istenilmeyen, sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceğin bir yaratıkmış kadın. Ne acıdır ki bu çağda erkeklerin kadına bakışı bu. İşte böyle saplantılar yüzünden her Allah’ın günü kadın öldürülmekte.

Anladığım kadarıyla senin çağında kadına daha çok değer veriliyormuş. Senin kadın anlayışından belli oluyor bu. Sana göre kadın, aşktır. Sevgilidir. Şiir dünyanı süsleyen bir vazgeçilmezdir. Sivas’ta, bir yıllık evli iken üç ay önce dul kalan ve iki ay sonra da evlendiğin Mahi’ye dile getirdiklerinle bunu belirtiyorsun zaten. Şiirlerinde de belli oluyor bu.


            “Bana senden başka dildar gerekmez.

            Bir hane bir halvet bir de sen gerek.

  Bez mi muhabbette ağyar gerekmez.

  Bir saki bir şerbet bir de sen gerek.”


Demek istiyorum ki o devirde, üç aylık dul bir kadına âşık oluyorsun ve Sivas’ın ileri gelenleri senin için çöpçatanlık yapıyor. İyi ki bu devirde yaşamıyorsun. Evlenmek istediğini hiç dikkate almadan, “Üç aylık dul kadına nasıl göz koyarsın?” diyerekten  derini yüzerlerdi. Alışkınlar ya, ateşte kızartırlardı bir güzel seni…Hadi diyelim ki bunlardan kurtuldun. Yine de ah ki ne vah? Üç yıl mı desem beş yıl mı desem, zindan çilesi çekerdin. Suçunun ne olduğunu bile bilmeden ölümün çıkabilirdi kodesten. Suç mu? Şimdilerde ondan bol ne var ki?.. 

Bunların dışında değerli üstadım, divan-ı hümayuma mersiye düzmeyen zevatla hicivci kalem takımı, “mugayirler” sanıyla gece vakti devriyesiyle yurtluklarından  alınıyorlar. Ense köklerinden bastırılarak götürülen bu muhteremler,“Suçumuz ne?” deseler bile kadı efendiler, “Suçlu olmadığını zabitan ve müddeiumumi hazretlerinden daha mı iyi bileceksin?” deyip zindana kaktırıveriyorlar.

İşte bu yüzden, sen de ozan olup kalemci takımından sayılacağın için bu devirde yaşamış olsaydın eğer, kesinkes damı boylardın. Neden mi? Muzır şeyler yazdığın için. Bana göre yazdıkların asla zararlı değiller. Cinsiyet konusunda büyüklerine pabucunu ters giydirecek zamane çocuklarına senin bu yazdıkların çerez yerine bile geçmez. Gel gör ki, kimi insanlar geçmişte hiç oralı olmadıkları şeylere bile muzırlık yapıyorlar. “İnsan kendi gözündeki merteği görmez, başkasının gözündeki çöple uğraşırmış.” Bu devirde insanların yaptıkları işte bu. Çocukları her gün internet denilen bir deryada acayip seksi görüntüleri görüp duruyorlar. Onlara ses etmezlerken bazı kitaplardaki birkaç sözü muzır, ahlaka mugayir buluyorlar.

İsa peygamberin bir olayı geldi aklıma. Onu bilsen de bilmesen de anlatarak bir yere varmak istiyorum.

İsa peygamber, havarileriyle bir köyün sokağında ilerliyor. O sırada  köylüler, kadın erkek bir kadını kovalıyorlar. Kaçan kadın, kurtuluşu İsa peygamberin ayakları dibine yumulmakta buluyor. Duralayan köylüler, kadının zina yaptığını söylüyorlar. İsa peygamber, ayakları dibindeki kadına, “Doğru olup olmadığını” soruyor. Kadın, başıyla “evet” diyor. İsa peygamber, “Musa yasalarına göre zina yapan kadın taşlanarak öldürülür. Bu kadın da taşlanarak öldürülecek,” deyip yerden yumruk büyüklüğünde bir taş alıyor. Köylülere; “İçinizde kim günahkar değilse bu taşı ilk o atsın,” diyor. Köylülerden kimse gelip o taşı alarak kadına atmıyor. İsa peygamber, taşı yere bırakıyor. Kadına; “Sen de onlar gibisin,” deyip, elinden tutarak ayağa kaldırıyor. Maria Mağdelana adlı bu kadın, İsa peygamberin havarisi oluyor.

Bu olay şimdi olsa var ya, bir çift mandanın zor çekeceği kadar günahı olanlar bile kendilerini, “Sütten çıkmış ak kaşık” sanıp, o taşı kapmak için birbirlerini ezerler. Tıpkı, bir zaman önce Sivas ilinde otuz beş kişiyi diri diri yakanlar arasından fırlayan iki cengaverin (!) daha fazla insan yakmak için uğraşırken kendilerini yaktıkları gibi…


Ozanların ozanı Yunus Emre’nin “Bana Seni Gerek Seni” şiirinde de muzır ifadeler bulunmuş. Gel de “İnsaf yahu!..” deme.


“Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni.”


Hurileri kafasına takanların belli ki Kuran’ın Nebe suresi 33. ayetinden haberleri yok. Hatta; cennetteki hurilerin, bu dünyanın kadınlarından olacağını da bilmiyorlar ki onların da namus bekçiliğine soyunuyorlar. Diyanet bile, kendi mealinde bu 33. ayeti örtülemek istemiş. “Diyanet nedir?” diye sorarsan eğer, kısaca cevabım şu. “İleri demokrasilerde şeyhülislamlık.”      

Yine demek istiyorum ki üstadım, Yunus Emre’nin yukarıdaki dizeleri bile muzır görüldükten sonra senin şu “Söyledi Yok Yok” şiirindeki bir dörtlükte yazdıkların  kesinkes sansürlenir.


“Dedim ölüm vardır dedi aynımda,

Dedim zulüm vardır dedi boynumda.

Dedim ak memeler dedi koynumda,

Dedim ver ağzıma söyledi yok yok.”


Hele şu şiirin var ya, kimilerine göre muzırlığın daniskası


“Evvel bahar yaz ayları gelende,

Açılmış bahçede gül memelerin.

Versen de ağzıma emsem leblerin,

Bal ile yuğrulmuş yâr memelerin.

                  ***

Açma göğsün açma rakip bakıyor,

Yâr, senin ateşin beni yakıyor.

Tenin misk ü amber olmuş kokuyor,

Al benim yağlığım sil memelerin.

                            ***

Ecel kuşu gelip başa konanda,

Tenim çıkıp teneşirde yunanda,

Biçare Emrah bir gün ölende,

Mezarım taşına sür memelerin.”


Üstadım, bu şiir yüzünden var ya, ne sapıklığın kalırdı ne de münafıklığın. Bu şiirlerini belirttiğim için, benzer sıfatlarla bana da epey bir iltifat (!) münasip görülür.


“Eviniz bizden aşağı,

Belinde kama kuşağı,

İkimize bir döşeği,

Ser Muhammed’i seversen.

Âşık Emrah söyler dosta

Ben derdinden oldum hasta,

Bir kol altta bir kol üstte,

Sar Muhammed’i seversen.”

 

Bu şiirinle de, Hazreti Muhammed’i o temiz(!) ağzına nasıl alırsın diye epey bir pohpohlanırdın.(!)


“Kalmadı bir tadı devri cihanın,

Devleti bizlere olmuş olmamış,

Çünkü yok vefası bize fena’nın,

Ziyneti bizlere olmuş olmamış.” 

Üstadım, işte bu dörtlük ve gerisi, kesinkes çürütürdü seni damlarda. Divan-ı Hümayunu bilmem neyle ortadan kaldırmaya teşebbüsten kaktırırlardı seni cezaevine. Bir de eşkıya örgütü üyesi olmakla suçlanacağın için damdaki halini hiç düşünme. Sen sağ ben selamet deyip geçelim.

Kitabında daha yığınla muzır sözler var. Mahpushanede yattığın gibi kitabın da basılmazdı. Yazdığın anlaşılınca hemen el konulur, kimse okumadığı halde, bir yerlere ziyan salacağın varsayımıyla zindana tıkılırdın. Senden asırlarca önce yaşamış Ömer Hayyam’ın bir şiirinden dem vurdu diye dünyaca ünlü bir sanatçıya bile dam gösterildiğine göre sen, kesinkes müebbetlik olurdun. 

Şimdiki zamanda durumlar işte böyle üstadım. “Toplum ahlakına mugayir (Aykırı) şiirlerden söz edip, inceden inceye değil de çuvaldızla zülfüyâre dokundurmuşsun,” denilerek bana da damı kısmet edebilirler.


            Bunun öncesinde; bir sıkıntı daha var. Bu yazımı “Edebiyatevi” edebiyat sitesinde yayınlayacağım. “Muzır” görülerek üzeri tıklanabilir. Bu, şu demek. Benim dama girmemden önce yazım, bu sitenin kırmızı çarpı işaretli damını boylayabilir.

Sitede pek çok şiir yayınlanıyor. Ara sıra okuduklarım oluyor. Senin yukarıdaki  şiirlerine az buz benzer bir şiire rastlamadım. Cesaret edip yazan olsa var ya, pek beğeneceği (!) eleştiri yağmuruna tutulur. Öbür edebiyat sitelerinin bazılarında ise, adeta linç edilir.


Ben de bir hoşum hani. Kafanı karıştıracak onca şeyden söz ediyorum. Aklının alamayacağı bir devirde yaşıyoruz. Göklerde uçup, yerin altından, denizin dibinden gidebiliyoruz. Geceleri, gündüz gibi yapabiliyoruz. Bir düğmeye basmakla, binlerce kişiyi öldürebilecek dehşet bombalara sahibiz. Öyle silahlara sahibiz ki, hedefi kendileri buluyor. Bilgisayar denilen makinede yapacağımız bir tıklama ile dünyanın öbür ucunda neler olup bittiğini öğreniyoruz. İnternet denilen zıkkıma akıl sır ermiyor. Biz istediğimiz için her işimize burnunu sokuyor. İyi yanları da çok fazla. Allah’ın rahmetine kavuşmuş olsan bile bu internet denilen ortamda sen de varsın. Ayrı metinler halinde tam iki yüz kırk iki bin kez söz ediliyor senin ve şiirlerin hakkında. Bu yarenliğimiz de internette boy gösterecek. Sayende benim de adım geçecek. Bütün bu imkanlara sahipken mutlu olamıyor, daha çok bencilleşiyoruz üstadım. Selamsız sabahsız, asık suratlarla dolaşan, her konuda hoşgörüsüz insan topluluğu olduk vesselam… Velhasılıkelam; bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete…

Üstadım Emrah; anlattıklarım yüzünden iyi ki bu devirde yaşamamışsın derken onurlanıp gurur duyacağın güzel bir haber vereyim.

            Bundan bir zaman öncesine kadar sanatın her dalında güzel eserler verilirdi. Sanata saygı duyulur, ucube şu bu da denmezdi. Güzel eserlerden daha farklı eserler yaratılırdı. Senin güzel şiirlerinden de harika şarkı ve türküler üretildi. Bunlardan bazılarını belirtmek istiyorum.  

           

“El çek tabip el çek yaram üstünden,”

Sen benim derdime deva bilmezsin.”  (1-2)

 

“Bu maral bakışın ey peri-suret,

Çok açtı bağrımda yara gözlerin.”     (3) 

 

“Ne feryat edersin divane gönül,

Senin bu feryadın gülşene kalsın.”      (4)

 

“Bad-i saba selam eyle o yâre,

Mübarek hatırı hoş mudur nedir?”    (5)


“Gönül gurbet ele çıkma,

Ya gelinir ya gelinmez.”                       (6)

 

Seninle, gıyabında da olsa yarenlik etmek güzeldi üstadım. Kitabına elime değdikçe içindeki şiirleri okurum. Ayrıca, şiirlerinden derlenen-bestelenen şarkı ve türküleri  de sıkça dinlerim. Zevkle de söylerim…Hem de derleme-beste formlarında.

Kendimi sana çok yakın gördüğüm için bu defa senli benli yarenlik yaptım. Size olan sevgi ve saygım kalıcıdır. İçimden geldi. Şu şiirini türkü olarak söyleyip, ruhunu biraz olsun okşatabilirsem ne mutlu bana…

 

“Ne feryat edersin divane bülbül,
Senin bu feryadın (Anam) gülşene kalsın.
Bu dünyada eremezsen murada,
Huzuru mahşere (Anam) divana kalsın.

Nesin methedeyim bir kaşı kare,
Şu sineme açtı (Anam) onulmaz yare.
Dünya tabip olsa derdime çare,
Derdimin dermanı (Anam) Lokman’a kalsın.

Bir can için geçti canım serinden,
Vücudum kül oldu (Anam) aşkın narından.
Emrah buse ister nazlı yârinden,
Bu bayram olmazsa (Anam) kurbana kalsın...”

 

    Not: Erzurumlu Emrah’ın şiirleri, Orhan Ural’ın kitabından alınmıştır. 

    1  : Türkü: Tokat. Kaynak kişi: Abbas Öz. Derleyen: Mehmet Erenler

    2  :  Şarkı:  Beste: Selahattin İnal

    3  : Türkü: Malatya. Kaynak kişi: Mehmet Ali Erdem Derleyen: Mustafa Geceyatmaz

    4  : Türkü:  Elazığ: Kaynak kişi: Suat Albayrak  Derleyen: Ahmet Yamacı

    5  : Türkü:  Sivas  Kaynak kişi: Ali Çoşkun. Derleyen: Yıldıray Çınar

    6  : Türkü:  G.antep Kaynak kişi: Hasan H.Kırmızgül  Derleyen: Muzaffer Sarısözen

 

   Veysel Başer
 

   

                 

    

 

                   

( Yarenlik başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 4/19/2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.