BOZKIR AKŞAMLARINDA…
Tarihin kapısından girdiğim andan beri
Yol aldım aç ve susuz
Ben ki o mevsimlerde
Yazgısı yalnızlık -ak ve kara-
Bir garip insanım
***
Hasrettim, bitmeyenden dilimi sürmek ab’a
Bin yıllık yoldan geldim aldanmadan seraba
Bozkır akşamlarında sırtımda yünden aba
Soğuktan korur beni...
Kaba
Kupkuru
Esip duran bir hava
Vurdukça suratıma yakar, sızlatır içten...
Atar ordan oraya, tınmaz çarpar taşlara
Döndürür sıra sıra
Canım sanki mukavva...
Tutunmuş ot köküne bir küçücük karınca
Sürükleyip çeker beni ısıra ısıra
Sonrasında hüznümün derundaki yarası
Kanar durmaz bir anlık akar gözüm karası
Neden böyle sapıtıp bu elin fukarası(!)
Silahla vurur beni...
Çaba
Göstermez hünkâr
Çok şey bilir, acımaz; hiçbir şeyi dert etmez-
Gözlerimin içine bakarak eder inkâr
Getirmek için tava
Ruhumu mengeneye koymuş durmadan sıkar
Çek bir nefes tüterken acı tütün, cigara
Ey acunu titreten! Sessiz kaldın bu ara
Köle oldun zağara, çekerler seni dara
Deme; “sardı ur beni”...
Heba
Olmaz çabalar akıtılmışsa kan/ter
Gelgeç bütün olaylar günü gelince elbet
Sanki keskin bıçakla tam da ana ağzından
Kesilir, biter
Avcı dönüşür ava
Zora dayanamayan mutlaka solup yiter-
***
Sonra bana ulaşır hırçınlaşmış fırtına
Alır beni tersimden atar hemen sırtına
Bu hali gören dostlar(!) eline yakar kına
Sacda kavurur beni…
(26.09.2012 / Elazığ)
Güneri Yıldız