Hikaye / Anı Hikayeler

Eklenme Tarihi : 3/28/2013
Okunma Sayısı : 1926
Yorum Sayısı : 1
Günün Yazısı

Bu Yazı 3/29/2013 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

 

                   11. MERSİN-KIBRIS

                     A.  ARABANIN  AZİZLİĞİ

               Damat  Mersin  bölgesine,  su  üstü  Güvenlik   Botlarının  komutanlığına  tayin  olmuştu.  Gülşen  de  yanındaydı  ama  Noyan  Ankara’da  Bahçeli  evlerde   kalıyordu.  Halen  üniversitede  okuyordu.

               Bir  gün,  Gülşen  telefon  etti. Nisan  ayında,  Kadın  Dayanışma    derneği  yararına  Kıbrıs’a  gideceklerdi.  Biz  de  gelmek  ister miydik?.  Kıbrıs'ı  hiç  görmemiştik,  merak  ediyordum.  ‘’geliriz’’  dedim.  Annesiyle  de  konuştum.  O’da  istiyordu.

               Hani,  Nurettin  enişte  rahmetli  olmuş,  Halide  abla  yalnız  kalmıştı  ya!  Aklıma  geldi.  Eşimle  de  konuşup,  telefon  ettim.  durumu  anlattım.  Zaten  gezmeyi  çok  severdi,  hemen  kabul  etti.  Ben  de  Gülşeni  aradım.  Halide  ablanın  da  geleceğini  bildirdim..

               Kendime  göre  bir  plan  yaptım,  Sabahtan  Halide  ablayı  da  alarak,  Ankara’ya,  Nadire  ablamlar’a  gidecek,  bir  gece  orada  kaldıktan  sonra,  Bahçeli  evlerde,  arkadaşıyla  kalan  Noyanı  da  alarak  Mersine  doğru  hareket  edecektik.

               Nadire  ablam,  bizi  görünce  çok  sevindi,    zaten  Halide  ablayı  da  severdi.    Gece    orada  kaldık,  yatıncaya  kadar  muhabbete  devam  ettik.  Sabahleyin  Noyan’a  uğradık,  Çok  iyi  araba  kullanıyordu,  direksiyonu  ona  teslim  ettim.

               Aksaray’ı  25  km.  geçtikten  sonra,  araba,  acayip  sesler  çıkararak  durdu.  Noyanla  arabadan  indik,  motor  kaportasını  açtık,  Orasına,  burasına  baktık,  bir  şey  göremedik.  Tekrar  çalıştırmak  istedik,  araba  çalışmadı.

               Yola   yakın,  bir  benzinci  istasyonu   vardı.  Oraya  gittik.  Durumu  anlattık. Sanayi  çarşısına   telefon  edildi.   Benzinci, ‘ ‘Usta  15-20  Dakka  içinde  gelecek’’ dedi.  Arabanın  yanına  gittik,  beklemeye  başladık.

               İki  genç  geldi.  Arabayı  çalıştırmak  istediler,  ama  nafileydi.  ‘’Çekerek,  atölye’ye  götürmemiz  gerek’’ dediler.  Biz kendi  arabamızda  olmak  üzere,  arabamızı  çekerek,  küçük  bir  atölyenin  önüne  geldik.

               Esas  usta,  hasta,  evde  yatıyordu.  Usta  10  sene  Almanya’da  kalmış,  çocuklarının,  adet  ve  ananelerini  unutmamaları  için  kesin  dönüş  yapmıştı.  Delikanlının  biri  kendi  çocuğu,  diğeri  çırağı  idi.  İkisi  de  17  yaşlarında,  daha  askerliklerini  yapmamışlardı.

               Arabanın  motor kapağını  açtılar.   Motor  piston  başı  parçalanmıştı..  Bu  arızaların  en  kötüsüydü.  ‘‘Ancak  bayramdan  sonra  yapabiliriz’’  dediler.  Motorun  pek   çok  parçası   değişecek,  motor  rektifiye  edilecekti.

               Bizi  bir  endişe  sarmıştı.  Bugün  arifeydi,  ne  otellerde,  ne  de  otobüslerde  yer  bulabilirdik.  Delikanlılara  durumu  anlattık. ‘’ Biz  yolcuyuz,  Yolcuya  yardım,  Allahın  emirlerinden  biri,  ‘Yoksa  perişan  oluruz’’ dedik.  Delikanlılar  birbirlerinin  yüzüne  baktılar,  düşündüler  taşındılar,  ‘ ‘ Bildiğiniz  gibi,  bu  gün  arife,  herkes  dükkanlarını  erkenden  kapatıp,  kabir  ziyaretine  gider,  bir  daha  da   dükkanlarını   açmazlar. Eğer  parçacı  dükkanı    ile  rektifiye  atölyesini  açık  bıraktırabilirseniz  bu  işi  bitirebiliriz’’ dediler.

               Artık    yapacağım  iş,  Parçacı  dükkanı  ile  rektifiye  atölyesinin  sahiplerine  gitmem,  durumu  anlatmam  ve  yardım  istememdi...  Ben  de  öyle  yaptım.  Allahtan  ki  ikisi  de   anlayışlı  ve  yardım  sever  insanlarmış.  Teklifimi  kabul  ettiler,  Ben  de  teşekkür  ederek  atölye’ye  döndüm  ve  iyi  haberi  verdim.  İkisi  de  oruçluydu.  Buna  rağmen,  yüzlerce  parçayı  söküp  tezgâhın  üzerine  dizdiler.  Bu  parçaları  söktükçe,  sonradan  nasıl  takacaklar  diye  şüpheyle  bakıyorduk.  En  çok  şüphelenen  ve  söylenen  de  Halide  ablaydı.  Bir  ara  dükkan  sahibi,  hasta,  hasta  geldi  ve  bizi  akşam  yemeğine  davet  etti.  Çok  duygulanmıştık  ama,  davete  icabet  edemeyeceğimizi  bildirdik.

               Arabanın  arıza  yapması,  saat  1100 civarındaydı.  Nerdeyse  akşam  olacaktı.  Biz  hem  şehri  şöyle  bi  dolaşalım  istedik,  hem  de  akşam  yemek  üzere   kıymalı  pide  ve  ayran  aldık..  Ezan  okununca,  delikanlılara  da  ikram  ettik.  Noyan  oruçlu  değildi.  onlar  da ,  biz  de  oruçlarımızı   bozduk, .  Ama  delikanlılar,  su  içip  pide  yerken   bile,    çalışıyorlardı.

               Küçük  ustalar,  öyle  sabır  ve  gayretle  çalıştılar  ki,  saat  2300  de  arabayı  test  ederek  bize  teslim  ettiler.  Hayretimizi  gizleyemedik.  Ustalıkları  bir  yana,  ilgi  ve  güler  yüzle  davranışları  gözlerimizi  yaşarttı.  Acaba  İstanbul’da  böyle  bir  hadise  başmıza  gelseydi,  bize  nasıl  davranırlardı?!.  Ama  burası  İstanbul  değildi.  Burası  Anayoluydu.  Anadolu  insanının  asıl  özelliği  buydu.

               Arabayı  yine  Noyan’a  verdim,  ben  de  yanına  oturdum.  Toros  dağlarından  aşağı  inerken  uyumasından  korkuyordum,  konuşmayı  pek  sevmediğim  halde,  devamlı  bir şeyler  bulup konuşmaya  çalışıyordum.  Netice  de  saat  0300  de  Mersine,  lojmana  gelmiştik.  Gülşenler  de  bizi  bekliyordu.  Çünkü  atölyenin  telefonuyla  onları  malumattar  ediyorduk.  Biraz  oturup  muhabbet  ve dinlendikten  sonra,  Halide  abla  Gülşenlerde  kaldı,  biz  de,  Ordu  evine,  Bülent’in  bizim  için    ayırttığı  general  odasına  gidip  hemen  yattık.

               Bayram  süresince  Mersinde  kaldık.  Gülşenin  arkadaşı,    Kara  Handan  da  bayram  sabahı  gelmiş,  Gülşenlerde  kalıyordu.  Geceleri  biz  Ordu  Evinde  kalıyor,,Gündüzleri  de, Gülşenlere  gidiyor  veya    Mersini  tanımaya  çalışıyorduk.

                                B.  KIBRIS  ZİYARETİ

              Bayramdan  sonra,  Ordu  Evinin  önüne  bir  otobüs  geldi,  Kıbrıs'a  gidecekler  otobüslere  binerek  Taşucu’na  gittik.  limanda   da  Kıbrıs’a  hareket  etmek  üzere  bir  feribot  bekliyordu.

               Erkek  olarak  yalnız  ben  vardım.  Kadınların  hepsi  de,   Halide  abla,  Handan  ve  biz  hariç,  Denizci  Subayların  eşleriydiler.  Başlarında  da  General  hanımı  olarak,  Güler  hanım  vardı.  Güler  hanım,  Bülent’in  sınıf  arkadaşı,  generalin  eşiydi.  Onları,    daha  önceden   Yeşildere'deyken   tanımıştık..  Çok  efendi  bir  insanlardı.

               Feribotta  herkes  yerine  oturup,  hareket  ettikten  sonra,  kadınlar  arasında  curcuna  başladı.  Herkes  yanındakiyle  konuşuyordu  ama,  biribirleriyle  konuşur,  muhabbet  ederken, sesleri  mecburen  yükseliyordu.

               Artık  Kıbrıs  adası  uzaktan  görünmeye  başladı.  Yaklaştıkça,   Girmenin  yeşil  Beşparmak    dağları,  kendini  belli  ediyordu..   Limana  yaklaştıkça  Ordu  Evi  de  görünmeye  başladı. .  Limana  oldukça  yakındı.  Limanda,  iskeleye  yanaştık  ve  dışarı  çıktık.  Bizi  yine  bir  otobüs  bekliyordu.  Kısa  bir  yolculuktan  sonra,  Ordu  evinin  otel  ve  altındaki  gazinosuna  ulaştık.

               Ordu  evi  deniz  kenarındaydı.  Binalar  geniş  bir  sahaya  yayılmıştı.  Erlere  ait  koğuşlar  daha  yokarlarda,  kantin (daha  doğrusu  alış-veriş  merkezi) ise  subay  ordu  evine  daha  yakındı.  O  tarihlerde  Türkiye'de  bulunmayan  şeyler  Kıbrıs'ta  bulunuyordu.  Kıbrıs’a   gitmek  bir   nevi   alışverişe  çıkmak  kabul  ediliyordu.  İthal  çanak-çömlek,  kahve –çay,  giyecek,  ne  ararsan  orada  bulunuyordu.

               Herkes,  odalarına  yerleşti.  Normal  olarak,  Halide  abla  bizim  odada  kalması  icap   ederken,  Gülşen  ile  Kara  Handan,  kendi  odalarına  almışlardı.  Halide  abla  çok  konuştuğu  için,  Bizi  rahatsız  eder  düşüncesiyle  böyle  hareket  etmişlerdi.

               Ertesi  günü  bizim için   tahsis  edilen  otobüsle,  Lefkoşe’ye  hareket  ettik.  Tabii,  deniz  seviyesinden  yukarılara  doğru  tırmanıyorduk.  Yollar  güzel,  asfalttı.  Lefkoşe’ye girerken,  güzel  tek  katlı,  iki  katlı  evler,  yeşil  bahçeler  göze  çarpıyordu.

               Öğle  yemeğimizi  Saray  Otelde  yedik.  Sonra,  otelin  tarasına   çıktık.  Bu  yüksekten,  Lefkoşenin  Rum   ve  Türk  tarafı  daha  iyi,   kuş  bakışı   görünüyordu.  Orda  bir  de  hatıra  fotoğrafı  çektirdik.  Lefkoşenin Türk  tarafındaki  mağazaları  dolaştıktan  sonra,  tekrar  Girne’ye,  Ordu  evine  döndük.

               12  nisanda,  tekrar  otobüse  binerek ,   Magosa  limanına  gittik.  Deniz  ve  plajlarını  gördük,  Kumluk,  uzun  plajları,  deniz  suyunun  temizliği  ile  ün   yapmıştı.  Plaj  boyunca  sıra,  sıra  oteller  mevcuttu.    Kıbrıs  Fatihi  Lala   Mustafa  paşanın  camiini  de  gezdik,  İçi  ayetler  ve  çinilerle  süslenmişti.  Birbirine  yuvarlak   kemerlerle  bağlı  kubbelerle  bağlanmıştı.  1560  senesinde,  Lala  Mustafa  paşa tarafından,  Mimar  Sinan’a  yaptırılmıştı.  Avlusunda  da  sekiz  köşeli  şadırvan  mevcuttu. Magosa'dan  sonra,  Maraş  bölgesine  geçtik  Burası  tek  veya  iki  katlı  villalardan  oluşuyordu.  Ama  hiç  birinde  oturan  yoktu.  terkedilmiş, yalnızca  binalardan  oluşan  sakin,   Yalnız  Şehir  görünümündeydi.  ,  Öğle  yemeğimizi  Maraş  ordu  evinde  yedik.  Balık  yemeğini  tercih  ettik

               Öğle  yemeğinden  sonra,  dönerken,  Kıbrıs   Türk   Barış  gücünü   ziyaret  ettik.  Ziyaretimiz,  Türk  Barış  Birlik  komutanına    bildirilmişti  ki  hazırlık  yapılmıştı.  Komutan,  subay  ve  eşleri,  gazinoda  toplanmışlardı.   Bizi  karşıladılar.  Tanıştık,  konuştuk,  bize  ikindi  vakti  ikramda  bulundular.  Bir  müddet  sohbet  ettikten  sonra,  veda  ederek,  Ordu  evine  döndük.

               Herkes,  gerek  Ordu Evi  kantininden  gerekse,  sivil  mağazalardan  alış-veriş  ihtiyaçlarını  karşılıyorlardı.    Toplu  olarak  bir  yerlere  gitmediğimiz  zamanlarda,  bu  gibi  isteklerinin  peşinde  koşuyorlardı.  Akşam  yemeklerini  güle,  eğlene  bir  arada  yiyor,  gazinoda  guruplar  halinde  oturup  muhabbet  ediyorduk.

               Bir  de  Girne’yi  tepelerinden  görelim  istedik.  Girne  limanına  girerken,  uzaktan,  yeşillikler  içinde  görülen  Beşparmak  dağları.  Kıbrıs'ın  kuzeyinde,  Girne'nin   ise   Güneyinde,  boydan  boya  uzanıyordu..  O  dağın  yeşillikleri,  içinde,  Beyaz  bir  bina,  sanki  kale  gibi,  uzaklardan  göze  çarpıyordu.  Bu  saray  gibi  Ev,  Kıbrıs'ın,  ilk  Cumhurbaşkanı,  Makarios’un  kaldığı  evdi.  Ne  zaman  yapıldığı  bilinmiyordu.  Ama  kimin  oturduğu  belliydi.  .Artık  kimse  oturmuyordu.  Bizim  görmemize  müsaade  edilmişti.  Özel  bir  yoldan  bizim  otobüs  buraya  kadar  geldi.  Herkes    otobüsten  inip  Beyaz  Evi  gezmeye  başladı,  çünkü  merak  ediyorduk.  Sanki  kartal  yuvası  gibiydi.  Balkonuna  çıkınca,  bütün  Girne,  ve  beşparmak  dağları  görüş  içindeydi.  Hele,  kalesiyle,  limanıyla    Girne,  ayaklar  altındaydı.  Bu  arada  limanın  doğusundaki  kaleden  başka,  Makarios’un  sarayına  yakın  başka  bir  kaleyi  de  ziyaret  etmiş,  hem  sarayda,  hem  de  kalede  hatıra  fotoğrafları    çekmiştik.

               Magosa  olduğu  gibi  Girne  de  turistik  bir  şehirdi.  Çok  katlı  binaların  çoğu  oteldi.  Ayrıca  pansiyonlar  da  mevcuttu,  Bu  sebeple  her  iki  tarafta  da  turist  kaynıyordu.

               14  Nisan  sabahı  Mersine  dönmeye  karar  verilmişti.  Bir  gün  önceden  hazırlıklar  yapılmıştı.  Kahvaltı  yaptıktan  sonra,  otobüs  bizi  limana  götürdü..  Feribot  gelmişti  ama,  rüzgar  da  artmış,  sallanıyordu.  Herkes  binip  koltuklarına  yerleşti..  Hareket  saati  geldi,  Limandan  ayrıldık.  Bir,-iki  mil  açıldıktan  sonra,  dalgalar  yükselmeye, gemi  daha  çok  sallanmaya  başladı.  Biraz  daha  ilerleyince,  deniz  köpürmeye,  bazı  kadınlar  huysuzlanmaya  başladı.  Neticede  öyle  oldu  ki,  kadınlar  istifra  etmeye,  kimi  de  korkudan  feryat  etmeye,  Eşime,  ‘Abla  bizi  kurtar’ diye  yalvarmaya    başlamışlardı.  Bir  ikisi  hariç,    sanki  sarhoşmuşlar  gibi,  tuvaletlerin  yolunu  tutmuşlardı. .  Koltukların  arası  kusmuk  içindeydi.

Feribot  eski  tipti,  bu  nedenle,  bu  kadar çok   sallanıyordu.  Acaba  ellerinde  daha  yeni  bir  gemi  yok  muydu? 

               Velhasıl,  Taşucu’na,  sakin  bir  bölgeye  gelinciye  kadar,  hem  hanımların  eşleri  meraktan  çatlamışlar,  Birkaç  tanesi  müstesna,  gemideki  kadınlar  perişan  olmuşlardı.  Otobüsle  Mersine  dönünceye  kadar,  hanımların  konuştuğu  konu,  hep  gemide  çektikleriydi.

                     C  .MERSİN

               Biz  yine  Ordu  evinde,  Halide  abla  ile  Kara  Handan  Gülşenlerde  kalmışlardı.  Ertesi  günü  buluştuğumuzda,  Halide  abladan  bir  teklif  geldi.  Acaba,  Adana  kebabı  yapan  doğru,  dürüst  bir  yer  var  mıydı.?  Kendisi  ikram  edecekti.  Gülşen,  çarşıda  böyle  bir  yerin  olduğunu  biliyordu,  daha  önce  gitmişler,  beğenmişlerdi.  Dolayısıyla,  öğle  yemeğinde  Adana  kebabı yemek   için çarşı  içinde  bir  küçük  lokantaya  girdik.  Yemek  yerken,  Orada  bir  de  hatıra  fotoğraf  çektirmişçik.

               Öğleden  sonra,  Halide  abla  ile  Kara  Handan,  otobüsle  İstanbul’a  döneceklerdi.  Her  şey  ona  göre  hazırlanmıştı.  Biz  burada  birkaç  gün  daha  kalacaktık.  Onları  yolcu  ettikten  sonra  biz  de  ordu  evine  döndük.                                                                         Akşam  üstleri,  Bülent,  bize,   Mersinin  görülecek  yerlerini  gezdiriyordu.  Bu   arada,   Çarşıda  bir  tatlıcıya  uğradık,  Sevdiğim  künepe   tatlısı  aldı.  Eve  döndük,

 

 

                     D.   ESHAB-I-KEHF

               Bir  gün  de  Gülşen  ve  Noyanı  da  aldık,  Tarsus'ta  bulunan,  Eshab-ı-Kehf   mağarasına  gittik.  Tarsus’a  gelmeden,  kuzeye  doğru  arazi  tepelere  doğru  yükseliyordu.  Konik   bir  tepenin  yamacınca,  Yedi  Uyurların  mağarasını  bulduk.  Biraz  aşağısında  da  bir  mescitle,  lokanta   ve  dinlenme  bankları  vardı.  Bizim  gibi  ziyarete   gelen  pek  çok  turist   bulunuyordu..  Mağaranın  içine  girdik,  elektrikle   aydınlatmışlar,  Yedi  uyurların  yattıkları  yeri,  demir  parmaklıklarla  çevirmişlerdi.  Geniş, enteresan  bir  mağaraydı.

               Yedi  Uyurlar  hakkında  pek  çok  rivayet  anlatılıyordu.  Gerçek  şu  ki  Kur’anın  18nci  El-Kehf  suresinde  Tanrı  Yedi  uyurların  durumunu  belirtiyordu.  Kur’an'a  göre:   Putlara  tapan,  Padişah  Dekyanus,  yedi  genç’i  putlara  tapmaları  hususunda  zorluyor.  Onlar  da  ‘Bizim  Rabbimiz,  göklerle,  yerin  Rabbidir.  Asla,  Ondan  başkasına,  İlah  deyip  tapmayız’  diyorlar.  Ve  bu  mağaraya  sığınıp  Allaha  yalvarıyorlar.  Allah  dualarını  kabul  ediyor  ve  307 sene  uyutuyor. Tanrı,   İnsanlara  ölümün  ve   dirilmenin  hak  olduğunu  göstermek  için  onları  307  sene  sonra  uyandırıyor.  O  zamandan  bu  yana,  bu  mağara,  Tanrıya  inananların (Hıristiyanlar,  Yahudiler  ve  Müslümanlar  )  dua  için  uğrak  yeri  oluyor.  Sonradan  bir  de  mescit  yaptırılıyor,  arzu  eden  namazını  burada   kılabiliyordu..

               Burada  dua  edip  Mersin’e  döndükten  sonra,  Kara  Handandan    telefon  aldık,  Sağ,  salim  İstanbul’a  ulaşmışlardı.  Ayrıca  bize  özel  bir    havadis  de  veriyordu.  Halide  abla,  otobüste,  şoför  mahallinin  arkasındaki  koltukta  yer  bulmuş,  oraya  oturmuş.  O  kadar  devamlı  ve    çok  konuşmuş  ki,  Şoför  rahatsız  olmuş  ve  yolculardan  rica  etmiş, ‘’Bu  kadınla  birisi  yer  değiştirsin’’  istemiş.  Gerçekten   yolcular   kaptanın  isteğini     yerine  getirmişler  ki    kaptan  şoför  de   biraz   nefes  alma  imkanı  bulmuş. 

               Biz  de  zaten  Mersinde  iki  gün  daha  kaldıktan  sonra,  Ankara'ya  döndük,  ablamlarda  bir  gece  kaldıktan  sonra  da  İstanbul’a  vasıl  olduk.  Allahtan  ki  gidişimizde  olduğu  gibi   dönüşümüzde, araba  yönünden,   bir  zorlukla  karşılaşmamıştık.

 

 

( Zorlu Dönemeçler-2-b5-11a-d başlıklı yazı coni tarafından 3/28/2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.