‘’Gök yüzünde uçuyordu
kuşlar.
Yapraklarını döküyordu ağaçlar.
Kış uykusuna yatmıştı
ayılar.
Doğa bir
başka güzeldi o
gece. ‘’
-Güzel bir şiir.
Keşke kafiye düzenine de dikkat
etseydin.
-Sen de hiç bir
şeyi beğenmiyorsun hocam. Bu
şiire de ‘’
Kafiye olmamış.’’ dersen
yuh yani.
-Sence olmuş mu?
-Tabii ki. Bak
bütün dizeler ‘’ lar ‘’
ile bitiyor.
-Öyle olunca da şiir kafiyeli
oluyor?
-Aynen..
-O zaman
sana hayırlı işler bol
güneşler kardeşim..
Evet... Bazı vatandaşlara ne
kadar izah ederseniz
edin, bazı şeyleri
kafalarına sokmanız mümkün
değildir. Bu, biraz yetenek biraz
da nasip işidir.
‘’Vermemişse Mabud, neylesin Mahmut?’’
Durumudur anlayacağınız.
Kırk tane fırın açıp
kırkında da ürettiğiniz
tüm ekmekleri yedirseniz de, dünyanın
en usta hocaları
tarafından eğitim verdirseniz
de, ve dahi size
bin defa ‘’ Söz
! Bundan
sonra değişeceğim.’’ Dese
de değişmeyecektir. Yerinde
sayacaktır.
Farz-ı muhal ben.. Picasso’yu bana
hoca olarak tutun, yine
de benim çizdiğim
resimler çöp adam
resimlerinden daha ileri gidemeyecektir. ( Onu bile
yüzüme gözüme bulaştırırım.) İşte o
sebeple de hiç
kaabiliyetim olmayan resim
sanatına hiç bulaşmam.
Bazı insanlar ise ya
kaabiliyetsiz olduklarını kabullenemez
ya da bilir
ama inadından vazgeçmez. Ama
tabii ki sonuç
da değişmez. Aynen eski bir
Türk deyimi olan
‘’Benim oğlum Bina okur,
döner döner yine
okur.’’ Deyiminde olduğu gibi... Ancak
hemen belirtelim, bu
işin kızı oğlanı
yok aslında. Yani
yerinde sayma işi
oğlanlara mahsus değil.
Kızlarda da var.
Hatta bazen kızlarda
daha fazla.
Deyimin anlamı ile devam edecek
olursak...’'Hep aynı şeyleri tekrarlamak, çok çalışmak ama bir türlü
ilerleyememek; yerinde saymak' şeklinde karşımıza çıkıyor deyimin anlamı.
Başka bir bilgiye göre deyim şöyle açıklanıyor:'Binâ, Arapça dilbilgisinde
fiillerin çatılarını, Emsile de fiil çekimi ve örneklerini içerirdi. Bu ders,
medreseye yeni başlayan çocuklar için çok zordu. 'Binâ' dersinde başarılı
olanlar bir üst aşamalara geçirilirdi. Ancak o aşamalarda hata yapan öğrenciler
geri çevrilip yeniden 'Binâ' okumaya mecbur edilirdi.'
Evet... Bir insanın dönüp dönüp
bina okumasının sebebi
aslında tembelliği filan değildir. Aksine
çalışkandır. Hatta herkesten
çok çalışkandır. Başkaları günde
bir ürünü ancak zar
zor çıkartırken bahsini ettiğimiz
kişi bazen bir
günde altı ürün
birden çıkartır.
Çıkartmasına çıkartır ama
bakarsınız ki çıkan
ürünlerin hepsi adeta
birbirinin kopyası.
‘’ Arkadaşım ! Biraz değişik ürünler çıkar.
Hep aynı, hep
aynı.’’ Dersiniz.
Bazen kızar ‘’ Siz
benim bir şeyler
üretmemi istemiyorsunuz.’’ Der.
Hatta bazen ‘’ Siz , benim ölmemi, bu değersiz
bedenimin yok olmasını
istiyorsunuz. Ben hepinizi
çok sevdiğim halde hepiniz bana
düşmansınız.’’ Diye öylesine
bir acıtasyon yapar
ki ‘’ Hay
ellerim kopsaydı da
yorum filan yapmasaydım.’’ Diye
düşünürsünüz.
Bazen de
tam tersine ‘’ Tamam
söz! Bundan sonra
farklı farklı ürünler
sunacağım.’’ Der ama bir kaldıraçla dünyayı yerinden
oynatmak mümkündür de
bu vatandaşın değişik
bir ürün piyasaya sürmesi mümkün değildir.
Evet... Neticede her gün
aynı ürünü görmekten gına
gelmiştir o sebeple de artık
o vitrine bakmazsınız. Çünkü baksanız
göreceğiniz şey, on
sene önce ne
idiyse on sene
sonra da hep
aynıdır. Bunu bir
cümle ile özetleyecek
olursak: Eğer şifreyi
çözebilirseniz ( ki
yıllarca uğraşa uğraşa
artık çözmüşsünüzdür.) ürünün
bize sürekli ‘’
Ben küskünüm feleğe
düştüm bitmez çileye.’’ Dediğini görürsünüz. Başka da bir şey
görmeniz pek olası
değildir. ( Aslında güzel şarkıdır
lakin her gün
de dinlenez ki.
Hem de bir
kaç kez. )
Hatta öyle ki
ürün ne olursa
olsun onun vitrinde ‘’ Ben ‘’
diye sunulduğuna şahit olursunuz
ve öyle bir hale
gelirsiniz ki seyrettiğiniz şey bir
ürün müdür yoksa ürünü
üretenin bizzat kendisi
mi karıştırırsınız.
Dediğim gibi tek
çare vardır: O vitrine bakmamak, kafayı
çevirip gitmek. Ama bu da
mümkün değildir.
Bilenler bilirler, eskiden
Topkapı ve Harem
otogarlarında cazgırlık edip
müşteri kapan görevliler
vardı. Bunlar işlerinde
öylesine ustaydılar
ki Edirne’ye gidecek
adama Mersin bileti
aldırıp Mersin’e yollarlardı.
İşte aynen o
görevliler gibi bizim vatandaş da
‘’ Gel vatandaş
gel... Koş Vatandaş
koşşşş.’’ Diye öylesine
feryat eder ve
daha olmadı kolunuza
bacağınıza yapışır ki
bin kere gördüğünüz
ve artık her hattını
ezberlediğiniz ürüne yine
bakmak zorunda kaldığınız
gibi ‘’ Aaaaa
ne kadar da
güzel olmuş bu
yeni ürününüz. Tek
kelimeyle harika, şahane,
fevkaladenin fevkinde, yüreğiniz
dahil tüm sakatatlarınıza sağlık. ‘’ Demek zorunda kalırsınız.
Her zaman papaz
pilav yer mi?
Sıkıysa yeme.. Bir
şekilde yedirir.
‘’Ama ben papaz
değilim ki yahu.’’ Diyorsunuz
değil mi?
Hiç. Farketmez papaz , haham
veya imam olmanız. O
ürünü satın almak zorunda
olduğunuz gibi ‘’ Aman
da aman, bu
ne güzel bir
ürün böyle.’’ Diye
övgüler de yağdırırsınız.
‘’ Hocam! Hep ürün
dedin durdun da nedir bu
ürün?’’ Diye sordunuz
sanırım.
Efendim , bu ürünün ne
olduğunun hiç önemi
yoktur. Bu bir
çanta da olabilir
bir çift ayakkabı
da.
Siz onu
on sene önce
bir vitrinde gördünüz
ya, on sene
sonra hâla aynı
vitrindedir. Kendisi olmasa da tıpkısının aynısı...
On sene hatta
yirmi sene hep
aynı model, aynı
boyut, aynı renk... Değişen
hiç bir şey
yok.
Benim oğlum bina
okumakta, dönüp dönüp yine
okumaktadır. Lakin çocuğun hatırı
olmasa da okuduğu
medresenin, o medresede
müderrislik yapan diğer
hocaların hatırı vardır.
O hatıra binaen siz
de ürünler hakkında
bir iki kelam
eylemek mecburiyetinde hissedersiniz kendinizi.
Peki başınıza bundan
daha kötü ne
gelebilir?
Sizinle aynı mahalle ve aynı
sokakta oturduğu halde bahsini
ettiğim vitrine hiç
bakmadan geçenler vardır.
Ürün sahibi, o kişilerin
suçunu kabahatini de sizin
sırtınıza yükler. ‘’
Neden benim ürünlerime
bakan yok? Neden
alıcı çıkmıyor?’’ Diye
resmen başınızın etini
yer, ensenizde boza
pişirir.
‘’Yahu bana ne?
Milletin kafasına silah
mı dayayım? ürünlere
bakın ve satın
alın diye.’’ Dersiniz ama mazeretiniz
kabul görmez.
Lakin daha da
daha beteri vardır.
Bütün bu
olup bitenden yani
üreticinin ürününe kimselerin
bakmaması ve takdir
etmemesinin tüm kabağının
sizin başınızda patlamasından
da beter olan nedir?
Ne olabilir?
Şu olur:
Mahalle ve sokakta
yaşayan tüm insanları
siz örgütlemiş olursunuz.
‘’Pardon Hocam! Burayı
anlamadım.’’ Dediniz sanırım. Hemen anlatayım.
Ürün sahibi oturur
bir senaryo yazar
ve yazdıktan sadece
bir kaç saniye
sonra yazdığı senaryoya
kendisi de inanır.
Bu senaryoya göre
mahalle ve sokakta
yaşayan tüm insanlara
‘’ O vitrine
asla bakmayın. O
ürünler hakkında asla
övücü bir şeyler
söylemeyin.’’ Diyen ve
insanları ürün sahibine
karşı kışkırtan da sizsinizdir.
Peki neden böyle
yaparsınız?
Çünkü çok kötüsünüzdür.
Hatta o
kadar kötüsünüzdür ki
ürün sahibi, hasta
olup günlerce komada
yatan annesi için ‘’
Ne olur dön ‘’
dediğinde siz ‘’ Allah’tan her
şeyin hayırlısını isteyin.
Dön diyorsunuz ama
ya yatalak olarak
dönerse? Ona da
size de azap
olmaz mı? Bence dönmesi için değil
hayırlı bir şekilde dönmesi için dua
edin.’’ Diyebilecek kadar
kötüsünüzdür. Bu sözlerinizle
bir başka insanın
annesinin ölmesini
istemektesinizdir. Bir başkasının annesinin
ölümünden haz alacak
kadar kötüsünüzdür. Bir başkasının
annesi ölecek de
sizin elinize ne
geçecektir bre hain
ve kötü kalpli insan?
Size kala kala
tek bir çare
kalır:
Değil o
vitrine bakmak, o
vitrinin olduğu sokağa
bile uğramazsınız. Vitrin sahibi
ile selamı sabahı
kesersiniz.
Ne demiş atalarımız?
Azıcık aşım ağrısız
başım.
Sitedeki
Yazarın
( Benim Oğlum Bina Okur Döner Döner Yine Okur. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 1.04.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )