Bir düş’ ün muhtevası adeta şakıyan
sözcüklerin sus pus olduğu ve şahikanın kanının ve kanatlarının doğduğu…
Günlerden hüzün.
Mevsimlerden ölüm.
Dingin değilken yüreğim şimdilerde
beterini yaşıyorum sevmeye ve yaşamaya doyamadığım ömrün…
Kulunçları ağrıyor yeryüzünün
debdebeli binalar yıkıldı yerle de yeksan oldu hem insanlar hem mekânlar.
Pürüzü mü günün yoksa pervasızlığı mı
kederin…
Deştiğim değil dalaştığım hiç değil
ve de dertlendiğim…
Muzip değil sözcüklerim ve muadilim
olan iklimlerden çoktan göç ettim.
İnzivada geçse ömür dediğin ne ki ve
şatafatı yalnızlığın daha da kökledi hüznü.
Bir geçit bellediğim yeni gün.
Güne varmaya saatler kala gecenin kör
vakti saat 04:17 de durdu zaman ve miadı doldu çoğu yaşantının.
Yaş aldığım dert değil artık.
Eşleştiğim yasın da muhtevası
genişledi.
Ve torbalarca hüzün eşlik etti
mabedime yetmedi yıkılan mabetlerin derdi düştü payıma.
Payladığım kalem mi…
Yoksa av olduğum mu…
Avcı değilken av olmaya yeltenmezken
ve arpacı kumrusu gibi düşündüğüm zamanları özler oldum.
Öfkemse saman alevi gibi sönüverdi
ansızın ve…
Ben, artık eski ben değilim:
Bizler asla eski bizler değilken…
İklimlerin altına kilim serdiğim
günlerin de hevesi kursağında kaldı.
Bu bir yıkım.
Bu bir bitim.
Nazenin kimlikler naftalin kokulu
maziye selam verirken ve küstüğüm kim ise ve resti çektiğim iken içimdeki coşku
tutuldu nutkum dilim damağım kurudu.
Dert değil/miş edindiğim dertler ve
annemin aylar süren hastane yolculuğundan bu yana bir kere daha yıkıldım tüm
Türkiye gibi.
Asılı kaldığım kanca zaten kopmuşken
ve ben çoktan kendimde geçmişken.
Ve devasa bir es verip rüzgâr kaldığı
yerden esmeye devam ediyor.
Diğer odadaki televizyon çalışmıyor
ve tek kanal çıkmakta: o da müzik kanalı ve içimiz kan ağlarken çalan
şarkılarda yok gözüm kalmadı aklım benden geride kalan virane yüreğim ve
yalnızlığım.
Ve diğer odadaki televizyonda tüm
kanallar resmigeçit yapıyorlar ve saniyeler evvel enkaz altından bunca zaman
sonra kurtarılan aileye odaklandı gözlerim:
Şükürler olsun ki; dört can yeniden döndü
hayata ve maruz kaldığımız bu büyük acıdan sonra tek tesellimiz enkaz altında
kalan insanların kurtarılması.
Sözcükler hükümsüz.
Gün ve de bundan sonraki zaman geçse
keşke hüzünsüz.
Binlerle telaffuz edilen vefat sayısı
ve nerede ise yüz bine dayanan yaralı sayısı.
Emrine amadeyim Azrail’in ve toprak
çekiyor beni içime bense ölemem an itibari ile en başta anneme karşı
sorumluluklarım var bir evlat olarak ve insanıma duyduğum sevgi ve merhametin
neticesinde hissettiğim yine sorumluluk duygusu üstelik semiren acıdan herkes
nasiplenmişken.
Büyük, battal boy hüzün.
Hüznün kefesi.
Hüznün kefeni.
Hüznün kafesi.
Yıkılmayan kalesi ve de umudun.
Tam teşekküllü hüzün duygum ve devasa
bir parantez açıyorum her yeni güne, şafak saydığım acılı ayların nihayetinde yeniden
şafak sayıyorum aslında tek yürek sayıyoruz şafakları ve şafağı atan kentlere
ve acının kerelerce telaffuz edildiği güne bakıyorum da…
Enkaza döndü sandığım varlığım
meğerse nasıl da kifayetsizmiş: en başta annem hasta yatağında iyileşmeyi
beklerken daha kimler kimler hüznün açılımında ve salınımında bekliyorlar
kurtarılmayı.
Sahipsiz addedilen bunca çocuk
sayıları yüzlerle telaffuz edilen ve işte devlet koruması altındalar.
Sabah Gaziantep’te yaşayan ve bu
felaketten sağ salim kurtulan arkadaşımla konuşup içim rahatlamış olsa da bu
derin hüzün büyük yaralar açtı bizlerin benliğinde.
Ne ben eski benim ne de bizler eski
biziz ve işte güncelliyoruz duyguları ve günü.
Acı tarifsiz.
Acı devasa boyutta.
Enkaz altında kalan anneler ve
evlatlarını sütü ile besleyip sağ kalmaları adına çırpınan ve işte göçük
altında kalan nice insan nice yitim ve umudun da tükenmediği.
Öyle bir sarmal ki bu, dünyaya örnek
iken de yüce Türk Milletinin bir olması birlik olması kaçınılmaz elbette ve
yine dünyaya insan olmanın ve ülke olmanın dersini veriyoruz.
En tepeden en aşağı kadar tüm
yetkililer tüm ulus tüm ülke tekiz tek neferiz asıldığımız umut ve sancağımıza
sıkı sıkı sarılı ellerimiz.
Bir deprem ülkesiyiz ve de ihtimal dâhilinde
dahi olmayan bir bölge yüzyılın en büyük depreminden aldı payını.
İçimdeki acıyı paylıyorum.
Ortak paydada buluşan bizler yürek
yüreğe kenetlenmişken payidar oluyor umudun çağrısı.
Renkler solgun ve insanlar bitik ve
acılar dipsiz.
Marmara Depremini bilfiil yaşamış
biri olarak bu acı yine tekerrür ediyor ve çağa damgasını vuruyor.
Evi ve aşı yok insanların ama devlet
illa ki sahip çıkıyor çıkacak da vatandaşına ve bizler ulus olarak yâd
ettiğimiz kadar şanlı geçmişimizi yine damga vuruyoruz bir olmanın birlik
olmanın çatısı altında toplanırken ödün de vermeden kimliğimizden ve
insanlığımızdan nasıl da gözümüzden sakınıyoruz yaralı ve acılı insanları.
Meşale yanmakta.
Yürekler de.
Yangın yeri büyük ve her kıvılcım
tetikliyor bu büyük yangını ve Allah sayesinde tutunuyoruz hem hayata hem
birbirimize.
Tüm şehirler açıyor kollarını
depremde canı yanan kardeş şehirlere ve dünya çapında yankı buluyor
hassasiyetimiz ve dünya genelinde ne çok ülkeden yardım ve destek yağıyor
deprem bölgesine.
Bu günlere asla kolay gelinmedi ve
kolay kolay da bırakmayacağız işin ve ipin ucunu.
Bir veryansın değil asla.
Bir serzeniş hiç değil.
Sadece tek yüreğe tekabül etmek ve
kış soğuk yüzünü gösterirken tüm ülke aynı anda üşüyor aynı anda ağlıyor ver
gelen iyi haberlerle aynı anda gülüyoruz.
Zaten, bizi biz yapan da bu, değil
mi?
Hakkaniyet ve hürriyet ve asalet ve
metanet.
Rengimiz solgun.
Irkımız soylu.
Umudumuz baki.
Zerre de kuşkumuz yok hani ve işte
kaldığımız yerden de hep devam etmedik mi?
Sözcükler efsunlu bir o kadar
yetersiz.
Harfler sessiz.
Yürekler yaralı.
Dimağı insanların zengin.
Ve hüzün müstesna bir duygu olarak
kat etse de bunca yol asla kaçış yok umut dolu yarınlardan.
Tüten duman.
Bağrına taş basanlar.
Zemheri soğukları.
Ve kardelenler misali günbegün azalsa
da yaşama ihtimali enkaz altında kalanların elbet dirayet sahibi bizler pes
etmedik ve ne kadar can varsa yıkıntıların altında asla da ödün vermeyeceğiz ve
sonuna kadar direnip Allah’ın izniyle de kurtaracağız göçük altında kalanları.
Ne basmakalıp bir zihniyet ne de
sıradan.
Tutkuyla kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti
asırlardır da sahip çıkan vatandaşına ve devlet ve millet olgusuyla asılıyız
umuda asılıyız yarınlara.
Sözcükler tükenebilir.
Zaman da…
Ama bizler umudu ve sevgiyi ve inancı
değil tüketmek daha da büyüyen bir coşkuyla elbet tepeye taşıyacağız.
Bizler sahipsiz değiliz.
Anne-babasından ayrı düşmüş çocuklar
asla kimsesiz değil.
Mademki bizi yaşatandır umut ve inanç
ve işte baş koyduğumuz yoldan da dönüş yok asla geriye.