III
…
Uzun bir aradan
sonra; yaklaşmakta olduğu Fukui, onun için; rast gele bir şehirden
başka, bir şey değildi. Bilinçaltında asla unutamadığı, hatıralarından
silemediği, gençlik aşk hatırlarıyla dopdolu, bir şehirdi.
Yaklaşmakta olduğu Fukui
istasyonunda ne yapacaktı, onu da bilmiyordu? Bir şeylerden mi kaçıyordu?
Hayatın sundukları ile kendi iç âleminde ki ayrıcalıkları arasında kavuşamaz
uçurumlar mı taşıyordu?
Fukui tren
istasyonunu gösteren tabelada bir dost seslenişini, bir çağrısını bulur gibi
oldu. Trenin bitmek bilmeyen
ilerleyişinden uykusu gelen yolcuların, uyku sersemliğine batmış dalgın
bakışları arasında trenden indi.
İnmesine şaşırmıştı ama ağlaması kesilmişti.
Gül ağacının güllerindeki çiğ damlalarına vuran güneşin ilk aksi, gözlerini
dolduran bir umut gibi gönlüne aktı.
O, şu anda bir başka kadının kolları
arasında, bu saatte, sere serpe, bir çocuk gibi uyuyor olmalıydı. Acaba, mutlu
ve mesut muydu? Aradan geçen yıllara rağmen; ilk seste onu sesinden tanıyabilir
miydi? Veya o, kendini hatırlayabilir miydi?
Geçmişte
yaşananların hatırına, hafızasındaki hatıra kayıtlarını tamamen silip; altmış
olamazdı. O kadının kolları arasından çağrısına kalkıp gelebilir miydi? Onun
kalkıp gelmesi, kurulu bir yuvaya zarar verir miydi?
Kendisi, kocasının
başka kadınlarla olan birlikteliğine tahammül edemezken; o kadın tahammül
edebilir miydi? O kadın, nasıl biriydi? Güzel miydi? Yasu’ya layık mıydı? Onu
mesut ediyor muydu?
Birini seviyorken;
bir başkasıyla evlenmek veya evlenmek zorunda kalmak ne derece doğruydu? Hala
içinde sevgisinden; bir şeyler kalmış mıydı? Yoksa o da arzu edilmeyen bir
eavliliğin pençesinde, her gün mutluluğu, cehenneme mi dönüyordu? Ardı arkası
kesilmeyen binlerce soru beynine hücum ediyor, birçoğunun cevapsız kalışı
karşısında, hüzün dolu kalbi, tekrar tekrar burkuluyordu.
Uzayıp giden bir
sürüncemeden sonra, duyguları, aklına galip gelmişti. Neticesi ne olursa olsun
onu arayacaktı. Kaybedecek bir şeyi yoktu. Olanlar olmuştu. “Ne olacaksa
olsun,” diyordu.
Telefon numarasını
da bilmiyordu. Çantasını karıştırdı, bir telefon kartı buldu. İstasyon
şefliğine yürüdü. Akşamdan kalmış saatinin dolmasını bekleyen görevli yaşlı
adama yaklaştı.
“Özür dilerim, telefon rehberinizi
kullanabilir miyim?”
Adam ses çıkarmaktan
aciz gibi, ses çıkarmadan yıpranmış telefon rehberini önüne bıraktı. Kadının
“teşekkür ederim” sesini adam duymadı bile…
Yıpranmış telefon
rehberin yaprakları arasında “Yasu” aradı. Adı ve soyadı ile üç tane Yasu
vardı. Üçünün de telefon numarasını bir kâğıda yazdı. Kafası karışmıştı. Üç
tane isim vardı hangisini aramalıydı bilemiyordu?
En yakın bir telefon
kulübesine yürüdü. Bir süre; telefon kulübesindekinin uzayıp giden konuşmasını,
sabırsızlıkla bitirmesini bekledi. İlk telefon denemsi başarısızlıkla
sonuçlandı.
“Öyle birini
tanımıyorum, bu saatte aramaya utanmıyor musun?” sözleri bozuk olan moralini
alt üst etmeye yetmişti bile... Ama onu mutlaka bulmalıydı. İkinci telefonu
denedi.
Sabahın bu erken
saatinde, telefondaki uykulu erkek sesi; “Miyuki"nin “hangi Miyuki?”
olduğunu çıkarmakta epey zorlandı. “Miyuki” ve “Lise” sözleri yan yana gelince;
sevinçle karışık, şaşkın bir "Miyuki" olup çıkıvermişti.
Öğrencilerini yıllar sonra bile; adıyla hatırlayan sevimli bir ilkokul
öğretmeni gibi söylemişti. Aradan yıllar geçmişti. Tabi ki hatırlıyordu. 543
Miyuki’yi.
“Nereden arıyorsun?”
“Fukui istasyonundayım.”
“Bu saatte!...”
“Ne olur, seninle görüşmek istiyorum.”
Adam, telefonda bir süre sustu.
Miyuki’nin ağlamaklı “Ne olur!” sesi onu ikna etmeye yetmişti. Adam “aradan
geçen yıllar sonra; o, burada ne arıyordu? Onu buralara hangi rüzgâr atmıştı?”
O ailesine karşı
direnebilseydi, bir başkasıyla değil de şu anda birlikte evli olmayacaklar
mıydı? O’nu ölesiye sevmişti ama kader birleşmelerine rıza göstermemişti.
Yasu, Miyuki’yi tanıdığı günden bu
yana sevmiş ve onu asla da unutamamıştı. Bir başkasıyla hayatını birleştirerek
kuruduğu yuvaya, geçen yıllara rağmen; unutamamıştı. Onun hatıralarını, bir
türlü hafızasından silememişti.
Her şeye rağmen
uzayıp giden yıllar, asla unutulamayacak bu aşkın üzerinden çok şeyler alıp
götürmüştü. Artık, aşkın ateşi köze, közü de; küle durmuştu.
Adam, birazdan istasyonda olacağını
söylüyordu. Telefonda uykulu bir kadın sesi “kim o sabahın köründe” dedi ve
telefon kapandı...
Miyuki, arada bir
saatine bakıp duruyordu. Üst üste içtiği
sigaraların dumanını mutsuz biri gibi, umursamadan havaya savuruyordu. Sevdiği
erkekle evli olduğu için “o kadın” şanslı bir kadın olmalıydı.
Bu kaçamak, bir yanda varla yokluğu arasında gidip
geldiği kendi evliliği, diğer yanda diğer bir kurulu diğer yuvayı yıkar mıydı?
Ardı arkası kesilmeyen sorular beynini işgal etmişlerdi. Zaman uzayıp gidiyordu.
“Hayır, hayır
gelmeyecek, gelemeyecek” dedi. O kadın salmamış gitmesine mani olmuştu muhakkak.
İçini bir hüzün kapladı. Gözleri nemlendi. İçinden ağlamak geliyordu.
Kiraz ağaçlarıyla
kutsanmış, kendine merakla bakan biletçinin bakışları altında; boş bir bankta
yalnız başına oturuyordu. Arada bir önünden geçen yolcuların varlığı, içindeki
hayaletin sesini susturuyordu.
…
Devamı Var
Km-121204