Beyin cerrahı olan babası, işinin yoğunluğundan
Angela büyüdükçe, sıkıntıları, merakları, soruları daha da artıyordu. Artık eskisi gibi yalanlara da kanmaz olmuştu.
Bir gün yine
"Tabiiki de kötü biri değilsin, sen bizim meleğimizsin.. Belki canı istememiştir. Olamaz mı?Hadi bakalım yemeğini ye ve doğruca yatmaya. Birazdan masal okumaya geleceğim yanına, hazır ol, tamam mı?" dedi gülümseyerek.
"Peki." dedi Angela tebessüm ederek.
Sabah olduğunda,
Babası işinden fırsat buldukça, her yaz tatilinde Pendik'teki o eşsiz yalılarına gidiyorlar, tatillerini sahildeki plajda denize girerek devam ediyorlardı. On yaşına gelen Angela, yüzücülere taş çıkartırcasına dalıyordu denize. Kumdan kaleler yapacak yaşı çoktan geçtim diyordu boyuna bakmadan bu çok bilmiş tatlı cadı. Biraz şımarık büyütülmüştü, her istediği o anda oluyordu. Ama buna rağmen diğer zengin çocukları gibi havalı değil; yardımsever, merhametli, dilenen birilerini görse hemen anne babasından para isteyip onlara veren hassas kalpli biriydi. Bunu pek belli etmezdi, ama çok duygusaldı da. Aile terbiyesini layıkıyla almış bir çocuktu.
Yanlarında getirdikleri şişedeki sularının bittiğini fark eden anne: "Şimdi nerden bulacağız suyu.. Hay aksi tam bitecek zamanı buldun."dedi. Halbuki sıcaktan buhar olmuştu şişedeki su. Angela, etrafa şöyle bir göz gezdirdi, o sırada babası yüzmekle meşgul ve çok açıldığından sesini duyurması imkansızdı. "İşte bak anne, orda! Orda su satan birisi var sanki. İstersen gidip bakayım, eğer su satılıyorsa alırım." dedi.
Annesi " Dikkatli ol." diyerek nasihat etti ve biryandan Angela'yı gittiği yere kadar takip etti uzaktan. Angela, gördüğü şeye çok şaşırdı. Bu o çocuk değil miydi ? O zamandan beri hiç denk gelememişti. Demek ki buralarda su satıyordu, diye geçirdi zihninden.
"Bir litrelik su şişesinden alacağım. Fiyatı ne kadar?"
Çocuk hiç sesini çıkarmıyor, parmağıyla suyun fiyatının yazdığı karton levhayı gösteriyordu. Angela, neden kendisiyle konuşmadığını çok merak ediyordu. Kendisine küs olabileceğini düşündü o sıra. Ama ona hiç kötü bir şey yapmamıştı ki, neden küsmüş olabilirdi!
Su şişesi elinde giderken, arada bir arkasına dönüp yemyeşil gözleri olan çocuğa baktı üzüntüyle karışık bir sitemle. Neden konuşmamıştı onunla!
Aradan beş yıl geçmiş, liseye başlamıştı artık. Dersleri yoğun olduğundan tatile pek fırsat bulamıyordu. Babası ve annesi gibi okuyacak, ama annesi gibi ev hanımı olmayacaktı. Kararını vermişti. O da doktor olacaktı tıpkı babası gibi. Onca yoğunluğun içinde, yıllardır adam akıllı tatile gidip dinlenemediklerinden yakınıyordu Angela. Babası, söz ilk fırsatta gideceğiz diye, habire oyalıyordu onu. Bir gün artık çok bunalmış olacak ki, gizlice annesinin mutfakta olduğu bir zaman dilimimde, çantasına birkaç eşya koyup, bir miktar da para ile çıktı evinden. Sarıyer'den Pendik'e nasıl gideceğini öğrenmişti artık. Korkusuzca yola koyuldu. Fakat unuttuğu bir şey vardı farkında bile değildi. Yaklaşık 4 saat sonra Pendik'deki yalılarının önünde bulmuştu kendini. Elini çantasına soktu, aradı aradı, ama yoktu!
"Offf, lanet olsun, anahtarı almamışım!" dedi.
Kapının önünde öylece bekliyordu, çaresiz. Hava ise kararmaya başlamıştı, ne yapacağını bilmiyordu. Kimseleri de tanımadığından birilerinden yardım istemeye de çekinmişti. Geri de dönemezdi, çünkü araçlar o gidene kadar çoktan tamamlarlardı seferlerini. Ağlamaklı olmuştu neredeyse. İşinden evine gelen kişiler kıza tuhaf tuhaf bakıyorlardı, ama kimse sen ne bekliyorsun burda diye sormaya bile teşebbüs etmemişti henüz.
16-17 yaşlarında, esmere dönük, uzun boyluca, yeni yeni bıyıkları terlemeye başlamış, karanlıkta dahi olsa gözlerinin yeşili kendini o kadar çok belli eden yağız bir delikanlı geliyordu, elinde ekmek ve meyve dolu filesiyle. Kızın başka çaresi yoktu, evet dedi, bu kişiden yardım istemeliyim! Cesaretini topladı ve çocuk ona doğru yaklaşırken ayağa kalkıp, " Bana yardımcı olur musunuz?" diye soramadan, yine mi sen diye mırıldandı öncesinde. Her defasında aynı kişiye denk gelmek, artık bu kadar da tesadüf olmazdı değil mi..
Çocuk, kızın masmavi gözlerine baktı.. Bir şeyler söylemeyi o kadar çok isterdi ki. Angela, "Neden benimle konuşmuyorsun? Bir kusurum mu oldu sana karşı, Ne tuhaf birisin sen böyle!" diye, anahtarı unutmuş olmasındaki ahmaklığını sanki karşısındaki insandan çıkarırmışçasına bağırıyordu. Okuması yazması da yoktu ki, nasıl iletişim kurabilirdi.
O esnada, kızın bağrışlarını duyan yan komşu, derhal dışarı çıkmıştı. Olan biteni anlatan Angela, o gece orada kalmıştı. Telefonla evlerine haber etmişti bile.
Komşusu sordu : " Neden bağırıyordun öyle? O çocuk sana kötü bir şey yapmadı değil mi? Gerçi çok sakindir, kimseye bir zararı dokunmaz, ama... Seni yabancı gördüğünden mi acaba olumsuz davrandı ki." dedi meraklı ve şüpheci bir şekilde.
"Yooo.. Hayır, o çocuk bana hiçbirşey demediği için bağırdım aksine. "
"Hiçbir şey demediğine mi?"
"Evet, neden şaşırdınız? "
"Şeeyy, Angela, o çocuk dilsiz kızım. Kulakları işitiyor, konuşulanları anlıyor, ama dilsiz işte. "
Angela, çok utanmıştı kendisinden. O kadar çok mahcup olmuştu ki, ne yapsam da affettirsem kendimi diye düşünmekten o gece uyumadı bile.
Sabah, komşusundan, onların nerede oturduklarını öğrenip; özür dileyecekti. Fakat erkenden annesi gelip almıştı, buna fırsatı dahi kalmamıştı.
***Devam edecek ...
Not :Pendik'te zaman konulu öykü yarışması için yazmıştım bunu.. Bu arada Pendik'e bir sefer gitmişliğim var, o da ne zaman bilmiyorum :D