İstanbul'un ileri gelen ailelerinden birinin kızıydı Angela. İsminden de anlaşılacağı üzere rum kökenliydi. Türkçe karşılığı Melek'di. Gözlerini boğazın derinliklerinden almışcasına masmavi ışıl ışıl, altın sarısı saçları, bembeyaz bir teni vardı ay parçası kızınEvinin tek çocuğuydu. O kadar nazlı büyümüştü ki, en ufak bir şeyde alınır, küser, günlerce odasından çıkmayıp; ailesini kendisine kul köle etmeye bayılırdı adeta.


  Beyin cerrahı olan babası, işinin yoğunluğundan kızıyla pek vakit geçiremezdi. Öyle anlar olurdu ki, acil ameliyatları çıkar günlerce hastalarıyla ilgilenmek zorunda kalırdı. Eşi bu duruma ilk başlarda tavrını koymuş olsa da, zaman sonra eşinin kutsal görevinin daha bir farkına varmış, ona destek olmaya başlamış ve artık geç gelmelerine, ani bir telefonla yatağından fırlayıp çıkıp gitmesine alışmıştı. Öyle ki, Angela'ya hamileliği boyunca başbaşa kaldıkları anlar yok denecek kadar azdı. Doğum yaptığı sırada bile, aynı hastanede olmalarına rağmen eşinin yanında bir saat durdu veya durmadı, yine alel acele yoğun bakım odasında nöbet geçiren hastasıyla ilgilenmek için gitmek zorunda kalmıştı. Angela'nın annesi, aslında hukuk mezunu, görgülü, kültürlü, asil bir aileden geliyordu. Çalışma hayatını çok istediyse de anne babası bunu uygun görmediklerinden izin vermemişlerdi. Evlendiğinde de yine eşi çalışmasını tasvip etmemişti ve sonrasında dünyaya nur topu gibi güzel bir evlat getirince iş hayatına atılmak hayal olmuştu adeta.


  Angela büyüdükçe, sıkıntıları, merakları, soruları daha da artıyordu. Artık eskisi gibi yalanlara da kanmaz olmuştu.Sürekli babasını soruyor; "Neden hiç benimle oynamıyor!" diye ağlıyordu. Zaman zaman Pendik'te bulunan deniz manzaralı, karşılarında adaları gördükleri yalılarına gidiyorlar, az da olsa Angela'yı bu şekilde avutuyordu. Angela orayı çok severdi. Yeşillikle bezeli bahçeye iner, oyunlar oynardı. Etraftaki çocukları da yanına toplar, birlikte bahçedeki kirazları, erikleri ceplerine doldurup doya doya yemeye koyulurlardı. Yaşı o zamanlar yedi civarında, artık okul çağına doğru adım atmaya başlamıştı bile. Aklı her şeye eriyordu.


   Bir gün yine arkadaşlarını çağırmak için annesinden izin isteyip, yolda top oynayan çocukların yanına gitti. "Hadi arkadaşlar, erik yemeyeeee" şeklinde avazı çıktığı kadar bağırdı. Angela'nın o tatlı ve sevimli sesini duyanlar "Oleeyyy!" nidalarıyla bahçe kapısından içeri girmişler ve ağaçların olduğu tarafa doğru yol alıyorlardı. Bir tanesi dikkatini çekmişti içleriden. Top oynayan çocukları izleyen teller arkadasındaki çocuk. "Hadi ne bekliyorsun, gelsene" dedi Angela. Ama çocuk onu duymuyordu. Angela sinirlendi. "Ne bakıyorsun, bak erikler bitecek, haaddiiii!" dedi yine. Çocuk sessiz bir şekilde ona bakıyor, ne ses veriyordu ne de bir tepki. Angela'nın siniri bozulmuştu, "Gelmezsen gelme, ben gidiyorum,hıh!" diyerek, dil çıkardı ve koşarak bahçedeki arkadaşlarının yanına gitti.


   Akşam olduğunda, annesine anlattı bunu, "Anne bir çocuk vardı, onu bahçeye çağırdım, ama gelmedi. Acaba ben kötü biriyim mi de gelmedi." dedi boynu bükük ve dudaklarını büzerek. Annesi;


  "Tabiiki de kötü biri değilsin, sen bizim meleğimizsin.. Belki canı istememiştir. Olamaz mı?Hadi bakalım yemeğini ye ve doğruca yatmaya. Birazdan masal okumaya geleceğim yanına, hazır ol, tamam mı?" dedi gülümseyerek.


  "Peki." dedi Angela tebessüm ederek.


  Sabah olduğunda, annesinin bavulları hazırladığını gördü. Gideceklerini anlamıştı. Hiç gitmek istemiyordu, ama okula başlaması gerekti. Hem okulda da birsürü yeni arkadaşı olacaktı. Haftasonları geleceklerine sözü de vardı annesinin. O sebeple çok da üzülmüyordu bu duruma.


  Babası işinden fırsat buldukça, her yaz tatilinde Pendik'teki o eşsiz yalılarına gidiyorlar, tatillerini sahildeki plajda denize girerek devam ediyorlardı. On yaşına gelen Angela, yüzücülere taş çıkartırcasına dalıyordu denize. Kumdan kaleler yapacak yaşı çoktan geçtim diyordu boyuna bakmadan bu çok bilmiş tatlı cadı. Biraz şımarık büyütülmüştü, her istediği o anda oluyordu. Ama buna rağmen diğer zengin çocukları gibi havalı değil; yardımsever, merhametli, dilenen birilerini görse hemen anne babasından para isteyip onlara veren hassas kalpli biriydi. Bunu pek belli etmezdi, ama çok duygusaldı da. Aile terbiyesini layıkıyla almış bir çocuktu.


  Yanlarında getirdikleri şişedeki sularının bittiğini fark eden anne: "Şimdi nerden bulacağız suyu.. Hay aksi tam bitecek zamanı buldun."dedi. Halbuki sıcaktan buhar olmuştu şişedeki su. Angela, etrafa şöyle bir göz gezdirdi, o sırada babası yüzmekle meşgul ve çok açıldığından sesini duyurması imkansızdı. "İşte bak anne, orda! Orda su satan birisi var sanki. İstersen gidip bakayım, eğer su satılıyorsa alırım." dedi. 

Annesi " Dikkatli ol." diyerek nasihat etti ve biryandan Angela'yı gittiği yere kadar takip etti uzaktan. Angela, gördüğü şeye çok şaşırdı. Bu o çocuk değil miydi ? O zamandan beri hiç denk gelememişti. Demek ki buralarda su satıyordu, diye geçirdi zihninden.


  "Bir litrelik su şişesinden alacağım. Fiyatı ne kadar?"


  Çocuk hiç sesini çıkarmıyor, parmağıyla suyun fiyatının yazdığı karton levhayı gösteriyordu. Angela, neden kendisiyle konuşmadığını çok merak ediyordu. Kendisine küs olabileceğini düşündü o sıra. Ama ona hiç kötü bir şey yapmamıştı ki, neden küsmüş olabilirdi!


  Su şişesi elinde giderken, arada bir arkasına dönüp yemyeşil gözleri olan çocuğa baktı üzüntüyle karışık bir sitemle. Neden konuşmamıştı onunla!

  Aradan beş yıl geçmiş, liseye başlamıştı artık. Dersleri yoğun olduğundan tatile pek fırsat bulamıyordu. Babası ve annesi gibi okuyacak, ama annesi gibi ev hanımı olmayacaktı. Kararını vermişti. O da doktor olacaktı tıpkı babası gibi. Onca yoğunluğun içinde, yıllardır adam akıllı tatile gidip dinlenemediklerinden yakınıyordu Angela. Babası, söz ilk fırsatta gideceğiz diye, habire oyalıyordu onu. Bir gün artık çok bunalmış olacak ki, gizlice annesinin mutfakta olduğu bir zaman dilimimde, çantasına birkaç eşya koyup, bir miktar da para ile çıktı evinden. Sarıyer'den Pendik'e nasıl gideceğini öğrenmişti artık. Korkusuzca yola koyuldu. Fakat unuttuğu bir şey vardı farkında bile değildi. Yaklaşık 4 saat sonra Pendik'deki yalılarının önünde bulmuştu kendini. Elini çantasına soktu, aradı aradı, ama yoktu!


  "Offf, lanet olsun, anahtarı almamışım!" dedi.


Kapının önünde öylece bekliyordu, çaresiz. Hava ise kararmaya başlamıştı, ne yapacağını bilmiyordu. Kimseleri de tanımadığından birilerinden yardım istemeye de çekinmişti. Geri de dönemezdi, çünkü araçlar o gidene kadar çoktan tamamlarlardı seferlerini. Ağlamaklı olmuştu neredeyse. İşinden evine gelen kişiler kıza tuhaf tuhaf bakıyorlardı, ama kimse sen ne bekliyorsun burda diye sormaya bile teşebbüs etmemişti henüz.


16-17 yaşlarında, esmere dönük, uzun boyluca, yeni yeni bıyıkları terlemeye başlamış, karanlıkta dahi olsa gözlerinin yeşili kendini o kadar çok belli eden yağız bir delikanlı geliyordu, elinde ekmek ve meyve dolu filesiyle. Kızın başka çaresi yoktu, evet dedi, bu kişiden yardım istemeliyim! Cesaretini topladı ve çocuk ona doğru yaklaşırken ayağa kalkıp, " Bana yardımcı olur musunuz?" diye soramadan, yine mi sen diye mırıldandı öncesinde. Her defasında aynı kişiye denk gelmek, artık bu kadar da tesadüf olmazdı değil mi..


Çocuk, kızın masmavi gözlerine baktı.. Bir şeyler söylemeyi o kadar çok isterdi ki. Angela, "Neden benimle konuşmuyorsun? Bir kusurum mu oldu sana karşı, Ne tuhaf birisin sen böyle!" diye, anahtarı unutmuş olmasındaki ahmaklığını sanki karşısındaki insandan çıkarırmışçasına bağırıyordu. Okuması yazması da yoktu ki, nasıl iletişim kurabilirdi.


O esnada, kızın bağrışlarını duyan yan komşu, derhal dışarı çıkmıştı. Olan biteni anlatan Angela, o gece orada kalmıştı. Telefonla evlerine haber etmişti bile.


Komşusu sordu : " Neden bağırıyordun öyle? O çocuk sana kötü bir şey yapmadı değil mi? Gerçi çok sakindir, kimseye bir zararı dokunmaz, ama... Seni yabancı gördüğünden mi acaba olumsuz davrandı ki." dedi meraklı ve şüpheci bir şekilde.


"Yooo.. Hayır, o çocuk bana hiçbirşey demediği için bağırdım aksine. "


"Hiçbir şey demediğine mi?"


"Evet, neden şaşırdınız? "


"Şeeyy, Angela, o çocuk dilsiz kızım. Kulakları işitiyor, konuşulanları anlıyor, ama dilsiz işte. "


Angela, çok utanmıştı kendisinden. O kadar çok mahcup olmuştu ki, ne yapsam da affettirsem  kendimi diye düşünmekten o gece uyumadı bile.


Sabah, komşusundan, onların nerede oturduklarını öğrenip; özür dileyecekti. Fakat erkenden annesi gelip almıştı, buna fırsatı dahi kalmamıştı.  


***Devam edecek ... 


Not :Pendik'te zaman konulu öykü yarışması için yazmıştım bunu.. Bu arada Pendik'e bir sefer gitmişliğim var, o da ne zaman bilmiyorum :D 

( Aşkın Pendik Halleri -1- başlıklı yazı Sevinç A. K. tarafından 10.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.