Oturduğu koltuğun arkasını düzelterek otobüsün ön penceresinden dışarıya baktı. Ortalık ağarmaya başlamıştı ama güneş henüz doğmamıştı. Akın, bin dokuz yüz yetmişli yılların ortasında üniversiteyi bitirmiş, ortaokul ve liseyi devlet hesabına okuduğu için devlete olan borcunu öğretmen olarak ödemek düşüncesiyle tayin yaptırmak için Ankara’ya geliyordu. Sis mi duman mı olduğu belli olmayan bir puslu şey, kocaman bir çanak gibi görünen Ankara’nın üzerine çökmüştü. Sık sık oraya gidenlerden bilhassa kış günleri Ankara’da nefes almakta insanların çok zorlandığını duymuştu. Küçükken, çok küçükken o da gelmişti bu şehre, ama burayı pek bildiği söylenemezdi.Sadece rengarenk bir ışık seli içindeki Gençlik Parkı’nı hatırlayabiliyordu.

  Çok heyecanlıydı,yol boyunca hiç uyuyamamıştı.Tayinimi yaptırabilir miyim, yaptıramaz mıyım düşünceleri yolculuk boyunca yüzlerce defa aklına gelmişti. Ne “evet” ne de “hayır” diyebiliyordu.

     O ,bu düşünceler içindeyken otobüs otogara girmişti bile. Saatine baktı: 05,30’u biraz geçiyordu. Ve şoförün:

     -Cümleten geçmiş olsun! Diyen sesini duyunca, herkes inmek için ayağa kalktı. Ayakları uyuşmuştu saatlerce oturmaktan. O da kalktı, ayakları açılsın diye bir-iki kez onları salladı. Çantasını aldı ve bir an önce inmek için ileri atıldı. Bu arada bazı kişilerin ayağına bastı, birkaç kişiye de çarptı. Oysa bu kadar acelesi yoktu, çünkü devlet dairelerinin mesaiye başlamasına daha çok vardı.

     Otogarda oyalanıp zamanı doldurması gerekiyordu. Dağıstanlı Kafeterya yazan yere girdi. Etrafına şöyle bir baktı. İçerde hayli insan vardı. Saçları örülü kadınlar, pantolonlu genç kızlar, üstleri başları yırtık pırtık adamlar, kafaları kazınmış gençler, uyuklayan, hatta uyuyan ihtiyarlar… Evet uyuyanlar da vardı ama uyuturlarsa tabii… Nitekim yanındaki masada uyuklayan bir ihtiyarı çekiştiriyordu garson:

     -Dayı, otel değil burası. Kalk, hadi kalk!

     -Hı, ne oluyor?

     -Kalk dayı. Bak, millet burada oturup bir şeyler yemek için ayakta bekliyor, sense yatmış uyuyorsun.

     -Çorba içtim, çay içtim ya.

     -Hadi, uzatma, içtiklerinin parasını ver de git!

     Anlaşılan bir şey yeyip içmeden burada oturmak zordu. Bir çorba istedi. Biraz sonra garson, bol biberli bir şehriye çorbası getirip önüne koydu. Garsona baktı, beyaz bir önlük vardı sırtında; ancak kirden beyazlıkla da bir alakası kalmamıştı önlüğünün. Tiksinerek garsona baktı, çorba da aynı tiksintiyi uyandırdı kendisinde. İki-üç kaşık aldı, berbat bir şeydi. İçemedi, bıraktı. Bir saate yakın çorba önünde bekledi, içmeyeceğinden kesin emin olunca garson, kaseyi önünden aldı, o da hesabı ödeyip dışarı çıktı. Caddeye geldiğinde arabaların vızır vızır gittiklerini gördü. Dolmuş bekleme yerine doğru birkaç dakika ağır adımlarla yürüdü.

     Durakta bekleyenlerden birine Bakanlıklar’a nasıl gidebileceğini sordu. O da dolmuş şoförlerine sormasını söyledi. Yanaşan bir dolmuşun şoförüne:

     -Affedersiniz Bakanlıklar’a gitmek istiyorum da... Dedi.

     -Bu dolmuşlar oraya gitmez. Şu yolu takip et, tren yolu köprüsünün altından geç, biraz daha yürü ve orada sor. Sana hangi dolmuşun gittiğini gösterirler.

     -Çok teşekkür ederim.

     Konuşmaları duyan birisi:

     -Kızılay’a gitsene kardeşim. Sorduğun yer oraya yakındır. İstersen bir de şu gelen dolmuşa sor.

     -Şoför bey, Bakanlıklar’a gitmek istiyorum acaba…

     -Gel, biz Kızılay’a gidiyoruz. Oraya gelince ben sana nasıl gideceğini anlatırım. Yakın zaten oralar birbirine.

    Bindi,dolmuş dolu olmadığı için birkaç dakika bekledi. Belki daha da beklerdi ama ilerideki bir polis düdük çalarak şoförü uyardı. Düdüğün sesini duyar duymaz şoför, hemen harekete geçti. İsteksizdi, yavaş gidiyordu. Doğrusu buranın sürücüleri polisten çekiniyorlardı. Bir de İstanbul’dakiler geldi aklına…

      Kızılay’a geldiklerinde şoför onu hatırladı:

     -Bak kardeşim burası Kızılay, ha sahi sen hangi bakanlığa gideceksin?

     -Milli Eğitim Bakanlığına.

     -İyi ,burada in, şu gökdelenin yanından git, ileride ışıkların olduğu yerden karşıya geç.

     -Yardımlarınız için teşekkür ederim.

     Mili Eğitim Bakanlığı yazan dokuz katlı bir binanın önünde buldu kendini. Kapıda ziyaret saatinden önce girilemeyeceği yazıyordu, o nedenle yüzlerce kişi kapı önünde bekleşiyordu. Bekleyenlerin çoğu erkekti, tek tük bayanlar da göze çarpıyordu. İçeri girenler de vardı, ama bunlar burada çalışan görevliler olmalıydı.

     Kapılar ziyaretçilere açılınca içeri girdi. Sağ tarafta “Danışma” yazan yerin önündeki kuyrukta yerini aldı. Sıra kendisine gelince :

     -Tayin için Ortaöğretime çıkmam gerekiyor.

     -İkinci kata çıkın efendim.

     -Teşekkür ederim, deyip ilerledi. Merdivenlerin başında kolunda kırmızı bant olan bir görevli:

     -Nereye? Diye sordu.

     -İkinci kata ortaöğretime.

     -Saat dokuzdan önce katlara çıkıp iş takibi yapmak yasak. Hem şuradan, bakın ışık yanan yerden ziyaretçi kartı almanız gerekli. Ancak o kartı göstererek girebilirsiniz.

     -Peki, diyerek gösterilen yere yöneldi.

     Kendisi gibi kart almak isteyen bir yığın insan vardı. Gene beklemeye başladı, ona sıra geldiğinde saat çoktan dokuzu geçmişti. Nüfus kağıdını verdi, bir kart aldı. Merdivenlerin başındaki aynı adama kartı gösterip yukarı çıktı. Birinci kat, ikinci kat, ama nerede ortaöğretim? Kırık bir tabela gördü, kırılmayan yerindeki yazı da zaten silinmişti. Bir hizmetli elindeki paspasla sağı solu siliyordu.

     -Beyefendi, ortaöğretim burası mı?

     -Evet, C-blok yazan yere girin.

     Denileni yaptı, oradaki başka bir görevliye daha sordu, o da buradan  geçip  A-bloğa gitmesini söyledi. İki blok arasında büyükçe bir boş alan vardı. Buraya birkaç sandalye ve eski bir sehpa konulmuştu. Bir kaç adam oturmuş konuşuyorlardı. Oturanlara bir göz attı. Aynı fakültede okudukları, ancak adını bile bilmediği bir yüz gördü.

      -Merhaba, nasılsınız? Ne işiniz var burada, yoksa siz de tayin için mi geldiniz?

      -Evet, on gündür uğraşıyorum. Siz ne yapıyorsunuz?

     -Ben de aynı iş için buradayım. Bakalım yaptırabilecek miyim?

     -Nakillerle uğraşıyorlarmış, o nedenle yeni tayinleri daha yapmıyorlar. İktidar değişikliği olduğu için tüm bürokratlar değişmiş. İşi de tam olarak kavradıkları söylenemez. Ben Tayin Şubesi Müdürü'nü gide gide bıktırdım. Bana “Günlerdir buradasın, senin paran da bitmiştir. İstersen sen İstanbul’a dön!” dedi. Bu gün bir milletvekili gelecek buraya,bana söz verdi. Onu bekliyorum. Tuttuğunu koparan bir adam. İşini mutlaka yaptırırım, dedi. Sizin memleket neresi?

     -Tekirdağ.

     -Öyleyse hemen meclise gidip Tekirdağlı bir milletvekili bulmalısınız, yoksa işinizi katiyen yapmazlar. Oyalayıp dururlar.

     -Basit bir tayin için milletvekiline zahmet vermek gereksiz. Tayin işlerinde kim tam yetkili?

     -Bence bütün işler Tayin Şube Müdürü'nde olup bitiyor. Adam isterse bakanın işini bile yapmaz. Kontenjan doldu, der. O zaman ne yapacaksın? Mecburen bekleyeceksin.

     -Şansımı bir kez denemek istiyorum, bakalım sonuç ne olacak. Hoşça kalın.

     -Güle güle, görüşürüz.

     Tayin Şube Müdürü’nün kapısı arkasına kadar açık olduğu için kuyruk masasının yanından başlıyordu. Aşağı yukarı Akın’ın önünde ön üç-on dört kişi vardı. Masada bulunan iki telefon da hiç durmadan çalıyordu. Müdür bazen aynı anda iki telefonla birden konuşmak zorunda da kalıyordu. Gelen telefonlar, yakalarında parti rozetiyle sıra beklemeden içeri dalanlar beklemeleri iyice uzatıyordu:

     -Alo, efendim. Benim söyleyin, nasıl? Anladım, listeleri dışarıya astık, önce onlara bakın, olmadıysa sonra bize gelin, tayininiz çıkmadıysa araştırırız. Siz de selamlarımı söyleyin.

     -Müdür bey, ben de size Akif beyden selam getirdim. Bizim çocuğun tayin işi ne oldu acaba?

     -Dışarıdaki listeye baktınız mı?

     -Evet baktım, orada yok.

     -Bir ek liste daha hazırlayıp imzaya sunduk, ancak bakan bey üç gündür zaman bulup da imzalayamadı. Malûm, yeni göreve başlayınca gelen giden çok oluyor. Belki ondandır.

     -Vay, müdürüm merhaba, nasılsınız? Rahatsız etmiyorum ya efendim. Ufacık bir ricamız olacak.

     -Buyurun, oturun.

     Bu son gelen özel ziyaretçilerden birisiydi. Elindeki kağıdı uzattı, müdür kağıda bir göz attı ve hemen telefonu çevirdi:

     -İzzet bey, sana bir arkadaş gönderiyorum. Onun elindeki listede yer alanların tayin işleri ne oldu, bir incele ve bana bilgi ver. Tamam beyefendi, sizinle ilgilenecekler, lütfen İzzet beyi bir görün. Evet sıradaki arkadaş!

     -Efendim, ben yeni mezun oldum. Tayin için  müracaat etmiştim, fakat…

     -Yeniden bir dilekçe vermeniz gerekiyor. Dilekçe yazdınız mı?

     -Evet efendim, ben…

     -Dilekçeyi genel evraka kayıt ettirdiniz mi?

     -Hayır.

     -Gidin kayıt yaptırın, ondan sonra konuşuruz. Dilekçeyi doğrudan bana getiremezsiniz, eski müracaatlara da güvenmeyin, onların hepsini geçersiz saydık, hatta bizden önce yapılan bir çok tayini de durdurduk.

     Koltuğunun altında siyah bir çanta tutan,vkır saçlı,v50-55 yaşlarında bir adam,vgene özel ziyaretçi olarak masaya yaklaştı.vElindeki çantayı masanın üzerine koydu.vÇantanın tam ortasındaki parti amblemi kolaylıkla görülebiliyordu.vMüdür,vtelefonu yerine koyup ayağa kalktı,vtokalaştılar.vAdam çok yavaş sesle iki-üç cümle söyleyip,voradan ayrıldı.

     Telefonlar onun gitmesini fırsat bilmişçesine çalmaya başladılar. Önce birisi, sonra ikisi birden bekleşenlerin sinirlerini bozarcasına çalıyordu. Dışarıdakiler homurdanmaya başladılar. Konuşmalar duyulmayacak gibi değildi:

     -Yahu kardeşim, bir öğretmene bu yapılır mı, hem de öğretmen olanlar tarafından. Buradaki idarecilerin çoğu öğretmen. Saatlerdir kuyrukta bekliyoruz. Bir yandan telefonlar, bir yandan sıra mıra dinlemeden içeri dalanlar… Baksanıza sabahtan beri benim önümdeki altı kişiden ancak üçü müdürle konuşabildi. Ben yirmi iki yıllık eğitimciyim, doğrusu bu yapılanları hazmedemiyorum.

     -Eskiden bu da yoktu ya! Bekle, bekle git derdini anlatamadan. Şimdi hiç değilse her şey açık açık yapılıyor. Torpilse torpil, ama açıkça. Baksanıza adam “herkesin işini yapacağız” diyormuş. ”Biz olumsuzlukları düzeltmek için bu makamlara geldik.”  diyormuş.

     İki saat daha süren beklemeden sonra nihayet Akın’a sıra gelmişti. Ceketinin düğmelerini ilikledi ve kendisinin bile duymakta zorlandığı bir sesle:

     -Efendim, ben bu sene İstanbul Üniversitesi’ni bitirdim. Öğretmenlik için bakanlığınıza önceden verdiğim dilekçeme aldığım cevapta daha sonra tekrar müracaat etmem gerektiği belirtilmişti. Yalnız benim özel bir durumum var…

     -Bir dakika, alo evet, nasıl olmamış mı, evrakları mı noksan? Tamam, anladım. Buyurun, sizi dinliyorum.

     -Efendim, özel bir durumum var diyordum. Çünkü ben ortaokul ve liseyi devlet hesabına okudum. Bundan dolayı mecburi hizmetim var mı yok mu bilmiyorum. Çünkü üniversiteyi devlet hesabına okumadım. Bir ay önce bunu bakanlığınıza bir dilekçe ile sorduysam da bir cevap alamadım.

     -Önce siz Öğrenci İşlerine gidip durumu anlatın, kesin bir bilgi alın oradan. Sonra da bana gelin, konuşalım.

     Müdürün odasından çıktığında ter içindeydi. Koridorda biraz ilerleyince gitmesi söylenen yeri gördü. Gene ceketinin düğmelerini ilikleyip kapıyı çaldı ve içeri girdi. Üç masada üç yetkili ve yanlarında misafirleri vardı. Onun geldiğini kimse fark etmedi.

     -Efendim, çok affedersiniz.. Dediyse de duyan bile olmadı. Bir müddet etrafına bakındı, bir adım geri, iki adım ileri gitti. Elindeki çantayı düzeltti ve orta masadaki adama yaklaştı:

     -Bir konu hakkında bilgi almam için beni Tayin Şube Müdürü gönderdi ,dedi ve adama derdini anlattı. Adam yarı dinledi yarı dinlemedi ve sol taraftaki masayı eliyle işaret etti.

     Bir kere de aynı şeyleri orada anlattı. Adam önce uzun bir süre düşündü. Neden sonra:

     -Var kardeşim, senin mecburi hizmetin var. 915 sayılı kanuna göre var. Git, söyle  Cevdet beye!

     Teşekkür edip Tayin Şube Müdürü Cevdet beyin yanına gitti. Tekrar sıraya girdi, yarım saat kadar bekledi, sıra kendine geldiğinde duyduklarını söyledi:

     -Mecburi hizmetim varmış efendim. 915 sayılı kanuna göre var olduğunu söylediler.

     -Şimdi, bir de Yüksek Öğrenime gidin, oraya da anlatın. Sonra bir aksaklık çıkmasın. Konuşunca gene bana gelin.

     -Efendim, bu arada ben şu evrakları ve dilekçeyi de genel evraka kayıt ettireyim mi?

     -Onlar şimdilik dursun. Şu işleri bir halledelim, ötekiler kolay. Kusura bakmayın, sizi de yoruyoruz, ama işimizi sağlam yapalım da başımız ağrımasın.

     Yüksek Öğrenimi bulmak için biraz arandı, birkaç kat çıktı. Burada gayet kibar bir bey Akın’ı dinledikten sonra, Yüksek Öğrenim sırasında bakanlıktan burs almadığına göre, bu konunun kendileriyle bir ilgisi olmadığını, yetkililerin 585 nolu dahili telefondan bu konuda bilgi alabileceklerini söyledi. Tekrar aşağı kata indi, ama öğlen tatili olmuştu ve bir süre beklemesi gerekiyordu.

     Tayin şube müdürünün odasının önünden ayrılmadı, çünkü o saatte kendisinden başka kimse yoktu. Herkes öğlen arasından sonra gelmek üzere gitmişti. Müdür geldiğinde söylenenleri iletti. O da:

     -Demek öyle! Şimdi siz evraklarınızı en alt kattaki genel evraka kayıt ettirin, oradaki bayandan rica edin, elden takip edeceğinizi söyleyin. Sanırım kolaylık göstereceklerdir. Sonra bana gelin, ben imzalayıp size vereceğim, siz de C-bloktaki bizim evrak kayıt büromuza götüreceksiniz, orada da kaydettirip bana getireceksiniz.

     Bütün bu işlemleri de bitirdikten sonra tekrar Cevdet beyin karşısındaydı. Müdür evrakın üzerine bir paraf atarak müdür yardımcılarından Rahim beye havale etmişti.

     Büyük harflerle “MEŞGULDÜR –GİRİLMEZ” yazısı olan kapıyı vurdu ve içeri girdi. Meşgul olduğu söylenen yerde bir çok masa, bu masalarda görevli müdür yardımcıları ve kimisi ayakta kimisi de oturmakta olan en az on kişi vardı.

     Bekleyenlerden birisine Rahim beyi sordu, soruyu duyan müdür yardımcısı kafasıyla orta boylu, zayıfça  bir adamı gösterdi. Rahim bey, evrak imzalamakla meşguldü, yanına yaklaştı. Masasının dibine kadar sokulduğu halde, bakmadı bile. Elindeki evrakları masanın üzerine koyup önüne doğru iteleyince, hiddetle başını kaldırdı, gözlerinden öfke saçıyordu. Sert bir sesle sordu:

     -Ne var,ne istiyorsun?

     -Efendim beni Cevdet bey gönderdi.

     Aldı, dilekçeyi okudu, evraklara göz attı ve:

    -Mecburi hizmetin olduğunu belgelemelisin ki tayinin sorunsuz bir şekilde yapılabilsin.

     -Bende böyle bir belge yok, nasıl elde edeceğimi de bilmiyorum. Bununla ilgili bilgi bakanlıkta bulunduğuna göre belgeyi de herhalde burası verir.

     -Verirler mi vermezler mi orasını ben bilmem. Git, mezun olduğun fakülteden yazı getir.

     -Fakültenin bu konu ile bir ilgisi olmadığını sanıyorum. Buradaki yüksek öğrenim bürosu da aynı şeyi söyledi. Ben fakültede devlet hesabına okumadım. Hem ben İstanbul’a nasıl gider gelirim?

     -Kardeşim, görmüyor musun, bir sürü işim var? İşi gücü bırakıp seninle mi uğraşacağım. Git, Cevdet beye anlat derdini!

     -Beni size gönderen o, ama…

     -Ben anlamam, al şu evraklarını da git!

     Çaresiz bir kez daha Cevdet beyin karşısındadır. Olanları anlatınca müdür telefonu çevirir:

     -Rahim bey, sana bir arkadaş göndermiştim. Onun işini yapalım. Ortaöğretimden mecburi hizmeti var, üniversiteden yok. Yazı yaz, tamam oraya. Sor bakalım, sonucu da bana bildir. Hadi hocam, siz de gidin oraya!

     Rahim bey onun işini yapmamaya kararlıdır. Başka bir eksik bulmuştur:

     -Bu nüfus kağıdı sureti olmaz. Nüfus kayıt örneği olacak. Kütükten getireceksin. Malûm, evlendin, ayrıldın,öldün… hepsi orada yer alır. Evrakları ver bana, yazıp soracağım. Sonucu nüfus kaydını getirdiğinde öğrenirsin.

     -Beyefendi, benim nüfus kaydım Tekirdağ’da. Oraya gidip gelmek zor olur. Mektupla göndersem olmaz mı?

     -Canın nasıl istiyorsa öyle yap! Postada evrak kaybolursa sorumlusu biz değiliz.

                                        *********

     Burada beklemesinin artık bir yararı yoktu. Bulduğu ilk otobüsle İstanbul’a hareket etti. Oradan Tekirdağ’daki nüfus müdürlüğüne gidip istenilen belgeyi aldı. Ankara’dan ayrıldıktan dört gün sonra tekrar Ankara’ya döndü. Bakanlık giriş kapısında beklemeler, giriş kartı alma, katları tırmanma, müdür odasının önünde sıraya girme gibi önceki davranışları bir kez daha tekrarladı. Bir fark vardı, artık “şurası nerede?” diye sormuyordu. Bakanlıktaki bir çok yeri ezberlemişti. Cevdet beye:

     -Efendim, daha önce de tayin için sizi rahatsız etmiştim.

     -Evet hatırladım. Ne oldu işiniz?

     -En son Rahim bey, mecburi hizmetimle ilgili olarak yazı yazacaklarını söylemişti. Yazıp yazmadıklarını bilmiyorum. Ben İstanbul’a ve memlekete gidip geldim, nüfus ile ilgili bir belge getirdim. Ayrıca lise diplomamı da buldum ve getirdim. Bakın onun arkasında devlet hesabına okuduğum yazıyor.

     -Peki, soralım bakalım ne oldu? Alo Rahim bey, hani ilginç bir durumu olan bir arkadaş vardı, onun işini ne yaptın? Yazmadın mı? Öyleyse hemen yaz ve ver arkadaşa elden takip etsin. Yazıyı fazla uzatma, özlük işlerine tayininde bir sakınca olup olmadığını sor. Lise diplomasını da getirmiş, orada yazıyor okuduğu. Sen benim dediğim gibi yaz, gerisine karışma!

     Rahim beyin Akın’la yıldızı hiç barışmamıştı. Çünkü bu sefer de onu ekşi bir suratla karşıladı. Elindeki diploma ve evrakı alıp dışarıda beklemesini sonra onu çağıracağını söyledi. İki saat sonra çağırdı:

     -Gel kardeşim, iyisi mi ben seni öğrenci işlerine götüreyim. Orasıyla hallet işini. Bu bizim işimiz değil.

     -Fakat…

     -Gel, gel! Onlar sana bir yol gösterirler.

     Öğrenci bürosunda bir memurun yanına Akın’ı götürdü.

     -Arkadaşın bir sorunu var, onu halledin! Dedi ve kaçarcasına gitti.

     -Söyle kardeşim!

    - Efendim ben birkaç gün önce de bu büroya geldim ve anlattım. Benim ortaöğretimden mecburi hizmetim var. Bunu gösteren lise diplomam elimde, ancak ortaokul ile ilgili herhangi bir belgeye sahip değilim. Bu durumu gösteren bir belge istiyorum.

     -Okuduğunuz okula baş vurmalısınız. Sizin bizimle bir ilginiz yok. Bu konuda bir şey yapamayız.

     -Okuduğum okuldan bunu almam uzun sürer. Burada benim devlet hesabına okuduğumla ilgili kayıtlar olmalı. Harçlığımızı, yiyeceklerimizi, yatacağımız yeri, giyeceklerimizi devlet verdi. Bu verdiklerini kime verdiğini de herhalde bir köşeye kaydetmiştir. Buna rağmen yok diyorsanız, benim mecburi hizmetim bulunmadığına dair bir belge verin o zaman. Ben de şansımı özel sektörde deneyeyim.

     -Böyle bir belge verme yetkimiz de yok. İyisi mi sen Öğrenci İşleri Müdürlüğü’ne hitaben bir dilekçe yaz, durumunu anlat. Genel Evrak’a kayıt ettir, rica et elden al bana getir.

    Söyleneni yapar, nefes nefese dilekçeyi aynı memura getirir.

     -Tamam, şimdi biz ona cevap vereceğiz. Siz burada beklemeyin, gidin. Cevap adresinize gelecektir.

     -Benim bu cevabı elden almam gerekiyor.

     -Bu daha incelenecek, sonra cevap yazılacak. Onun için hemen olmaz.

     -Aman beyefendi, lütfen rica edeceğim.

     -Siz dışarıda biraz bekleyin, bu işleri yapan arkadaşın elinde iş var. Bitirince sizi çağıracağım.

     Ne kadar beklediğini bilemiyordu, ama çağırıldığında memurun yüzünden işinin olmadığını anlamıştı.

     -Yazıyı yazmasına yazacağız da, imzalayacak olan müdür toplantıya gitmiş. İsterseniz yarını bekleyin, isterseniz cevabı adresinize gönderelim.

     Son kez Cevdet beyin karşısına çıkar. Tayin şube müdürüne yaşadıklarının özetini aktarırı. Sinirlenen  Cevdet bey, hemen Rahim beyi yanına çağırır.

     -Rahim bey, bu hocamın işini siz yapacaktınız. Neden yapmadınız, neden zorluk çıkarıyorsunuz? Evraklar neredeyse alın, noksanı varsa tamamlatın ve bu işi bitirin!

     -Baş üstüne, dedi ve o önde Akın arkada odasına gittiler. Evrakları bir hizmetliye getirtip incelemeye başladı. En son getirdiği nüfus belgesini eline aldı. Pelür bir kağıdın yarısına yazılmış bir belgeydi bu.

     -Bu olmaz, nüfus müdürlüğü size nüfus sureti vermiş. Ben sizden nüfus kayıt örneği istemiştim.

     -Nüfus müdürlüğüne söyledim sizin istediğiniz belgeyi. Onlar da bana imzalı, mühürlü bu belgeyi verdiler.

     -Bunun geçerliliği yok. İstediğimi getirmelisiniz.

      Akın, biraz geç de olsa işinin olmayacağını anlamıştı. Mutlaka bir şey bulup çeşitli engeller çıkaracaklardı. O kadar uğraşmasına karşılık bu konuda hiç yol alamamıştı. Eksiklerini tamamlamak üzere evrakların hepsini aldı ve bakanlıktan ayrıldı.

     Dolmuş durağına geldiğinde diğer elindeki giriş kartını fark etti. Tekrar oraya dönmek istemiyordu, ama kimlik belgesi orada kalmıştı. Bunu verip onu geri almalıydı. İsteksizce geri döndü ve giriş kartını iade etti.

     Ne yapacağını, nasıl davranacağını, nereden başlayacağını bilemiyordu. Bezmişti ve sanki çok ağır bir işte günlerce çalışmış gibi kendini yorgun hissediyordu.

     Dolmuşa bindi, otogara gidecekti. Nedense için için Ankara’ya kızıyordu. Lanet bile okudu içinden bu günahsız şehre. Bunalmıştı, biraz temiz hava almak için dolmuşun yana doğru açılan penceresini açtı, ciğerlerini doldurdu. Şimdi biraz daha iyiydi. Birden elindeki evrakları açık dolmuş penceresinden dışarı savurdu. Uçuşan kağıtları gören şoför:

     -Hemşerim ne yapıyorsun? Burada canının istediği yere çöp atmak yasaktır. Bir polis görürse bizim de başımız yanar. Dedi.

     -Merak etme, kötü bir şey yapmadım. Sadece ayakları bile olmadığı için sürünerek ilerlemeye çalışan bürokrasiye kanat taktım. Yani bürokrasiyi uçurdum!

     Şoför söylediklerinden bir şey anlamamıştı. Onun için sadece bir-iki kere başını sallamakla yetindi.

(Bu öykü 1970'li yıllarda yaşanmış gerçek olaylardan esinlenerek yazılmıştır.)

( Uçtu Uçtu Bürokrasi Uçtu başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 24.02.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.