...
uzun uzun, uzun yol karalamaları... 

______kendimi tekrar ediyorum bir kez daha!


 
I-
Kalu beladan beri insanım
Adem’den gelen Havva’dan olan
haddini aşamayan bir duvarım
topraktan yeniden yeşerecek bir damla

şükrediyorum
insan olduğumun delilidir bu

yörüngesinden sapmış bir volkanın iç kanaması
çoban yıldızının yakın menzilinde
münezzeh tayinliği

yağlı boya bir tablo
içinde nur topu gibi güneş
tuvalde karışık bir adam
ve karanlık bir kadın / izliyorum uzaktan

prangalarımdan tutsana gözlerimi
avurtlarımdan çıkarsana hazzın denklemini




II-
burası cehennemin başlangıcı
içinde terminaller ve bekleme salonları
istasyon kargaşası / tünel ferahlığıyla gelen
iskeleden bakan adamın intihar huzuru

aşkın gücüne gücü yetmeyen ruhların
ilahi yıkıntıları / ten yırtıkları

sanki soylu bir zılgıt bu
şehrini terk etmiş bir oğlanın köy çalgılı karmaşası
teorilerin şaşı(rmış) (d)olgusu

anestezi yap artık / morfin istiyor dudaklarım
uyuştur beni dayanamıyorum
sevişmeden öylece 
boşalt donan içimi sıcak içine
kalsın üryan bedenim mühürlü çarşafların dibinde

saat yokluğunu sensiz geçiyor
saçlarımın kızılı can kırığına kesiliyor
yapıştır soyut alınganlığımı
rüzgarların beresini yamala / yarama
filizlenmiş kanamasını

özlem çocuk gibi bir şey
hınzırken de okşanası
taş kesiği gibi gün doğumuna denk düşen
niyetlerin özgürlük arayışı

yükseklere, daha daha yükseklere alçal
en derindedir zirve dediğin karanlık kuyu
kendindedir sıvanmış duvarlarının aydınlık yontusu



III-
geliyorum!
bil ki kırıp dökmek değil amacım
failimi ihbar etmek için kendimin
söktüm kalbimi kelepçeleyim diye beynime
mantığımı perişan etmeliyim
duygusuzluk da bir duygudur nihayetinde
kendimi biraz eksiltmeliyim

Yaratan’a sığınıyorum sihirlerden
hasret yüklü yelkenlerden
tıkanan kulağıma biraz tuzlu su
ve inanç üfle Allah’ım
vesveseci suskunluğu sök içimden
konuş benimle / en zehirli dilimden

kendimi teşvik ettiğim vakit
değişip açılacak açılmayan her kapı
tövbe eden her insan için
diz çöküp ağlayacağım
gafletten soyunup arındığında ruhumuz

böcekler parmak uçlarımdan başlıyor kemirmeye
ben aklımın köşesinden iniyorum delirmeye




IV-
fikrimin fıskiyelerini açıyorum serinlemek için
kukla oynatıcı adam geliyor…

izlerken gülmek kolay diyor
ipleri ellerime bırakıyor / kalakalıyorum
ben icraatta sondan birinciyim diyorum

bile bile kana belenmiş bulutların gömüsü
gençliğine çomak sokan o adamın
ayak üstü yok olur unutulmaya yüz tutmuş adı
omzuna kelebek kanatlı dövme yaptıran kadının
yitik hafızasında, bir onu tutamadığı aklında -kayıp-


odalarda sesi yankılanan / durmadan ağlayan 
bir bebek şimdilerde yalnızlığımız
içi içine sığmayan bir göçebe
ukdesi kendisine açılan bir kapının anahtarı


aslında bir çıkmaz yoldur sandığın rüyada uyku
’fecre kadar sürecek’ pas tutmasın diye mürekkep
ya aman / yağ iman / dolu dolu üzerimize
dalgalan / çalkalan
kıvılcımları bir kendine tecelli ediyor elhak zaman




V-
-küllerimden doğmadım / hep burdaydım

gördüklerim tatmin etmedi beni
hep daha fazla olsun istedim labirentlerim
’yeni bir dünya’ istedim / kayıp bir ülke
yasak şehirler ve gidilmeyen izleri yokuşa sürmek istedim

sonra kutsal ittifaklarımı yıkan o palyaço geldi
gülümsedi
ezber bozduran dudakları
ağlamamı mimledi
bırak dedim bırak 
soytarılık isteyen de kim
haklı olmak isyankar olmakla aynı
unut beni bir düşte
düşür rahminden gecenin
piç bir umut gibi doğuyorum her sabah




VI-
iyiler ve kötüler
yoksun bir çığlık kopardılar
ikisi de aç / ikisi de biraz tok yalanlara
iyiler hep acınılası
kötüler hep sınanası
bir dünya kurdular kendilerine

buldukları
umdukları kadar bile olmadı kaybederken

ki herkes kaybeder aklını
akla ziyan bir mevsimde
hibe eder soluğunu
nefessiz kalacağını bile bile

kaybetmektir aslolan
kaybetmek insanların en hakiki becerisi
bilmeyenler olur / dağılanlar
boy uzatanlar olur
hiçliğin acemi uzantılarına

varlıktır esas olan
var olmak yokluğun ilk adımı
yokluk varlığın kanıtıdır




VII-
üzülsün diye birileri
kimilerinin ruhunu okşar
tatminsiz hücrelerini onarmak için

oysa kendinedir yolculuk
yolcular seferidir
niyetlenmek hiç bir yolcuya farz değildir
bu aşk yolunda

öyleyse hadi dedi
boz gitsin
ölüm orucu gibisin
tutamıyorum aklımda yaşadığın günleri

dedim;
sorma ahvalimi
cevaplarım kendine müteessir
güz yangını



VIII-
anne sıcağıyla ürpermiş bir ses / nefes
yankılarım boşluklarımdan sallandırıyor kendini

küle dön / öze dön / bana dön
ey kalbim!

manasını bilmediğim bir sözsün sanki
hiç bir kitapta bulamıyorum ellerini
anlamını anlamımdan soyuyorum
tıpkı
benim sandığım gibi
belki sandığımdan da kederli

sen bir gölgesin
gittiği her limanda halatını unutan

parçalanmış sesimsin
uçurumdan aşağı yuvarlanan

beton yığını bağlı ayaklarım
ruhumda dev okyanuslar

bırak beni
yaralanmak için 
yardan öte yol mu var



IX-
onlar ki dedim
taptaze yediveren çiçekleri
bir zelzeleyle kurban oldular
hiç bilmeden 
hiç göremeden güzel günleri
mutlu günlere inanamadan daha
kandırılmadan her gün
gittiler / ne çoktular
’belki çocuktular’
biz hep kalan olduk
uzaktan bakan olduk
gidemediğimiz o ülkeye

pişmanım
ırzına geçtiğim için hislerimin
alacaklıyım da
biliyorum özrüm özürlü bir cenin gibi şimdi
neylersin
hayat bu / aşamalı seçki




X-
ve
infilak ettik
ahmak çoğaltan rüzgarda
yağmurların soluğu
orta yerinden vurdu gövdesini ağaçların

Asya’nın topraklarında
toprağın ayazında
kimseyi kurban vermeden daha

ne çok gittik
ne çok kendimizdik
ne az götürdük topladıklarımızı
bencilce sakladık geleceği
geçmişin güvenli kollarına

ey insan
bu kadar mı azsın
bu kadar mı yitirdin hevesini
vicdansızlığın avazında 

ağla ateş
ne olur ağla
bir damla suyla öldür kendini

ah ateş
bunca sıcaklığı
donan buzlar için mi devirdin

suya bak / kederli aksine 
sızlıyor içi / için için
doğuruyor kendini

ah ateş! gör artık
su aşkın narına
yumuyor ellerini





XI-
anla artık!
bülbülün güle
pervanenin ateşe
niye yandığını
züleyha kokuşlu kadınların
yusuf gönüllü adamların
niye böyle aşka saldığını aklını


coşuyorsa taze sürgünler
sahiplensin ılıman iklimler
ve kökler
anaç kökler
bassın bağrına tazeliği
isterim ki güzel sevsin
ve sevilsin çiçekler

sarhoş sözler kutsal bir gecede
serseri yağmur gibiydi dökülürken
içti içti ağladı sonra / hiçliğine

sade lekeler / bereketli kalemler
beni yakın
beni duman edin
kara olsun yazdıklarım

-kader diyelim
açtığımız her hata çukuruna-




fulya/ağustos2011
enuzunsolukluşiirim




*’titreyen göl’ ve ’taşta açan çiçekler’
Ankara - Antalya arasında bulunan kuytuda kalmış iki mekanın adıdır. 







( Titreyen Gölün Taşlarında Aydınlığa Aç(ıl)an Çiçekler* başlıklı yazı Fulya Codal tarafından 2.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.