Ey Can!.. Ne denli yazmaya ısındı, alıştı kalem…Ne çabuk gidiyor, zaman… Dünya ahvaline baktığımızda olandan bitenden bir ders alınması gerekirken, umurunda değil insanın.

Bizim hayatımızda ölümün meğer ismi yokmuş… Peki, bu mezarlıklar neyin nesidir, şehir girişlerinde ve çıkışlarında bizi karşılayan? Neden mezarlıklar, şehrin girişine ve çıkışına yapılmaktadır, uzun zamandan beri? Ölümü hatırlatmak için değilse neden?

“Bir şehre girerken ölümü hatırlamalı” diye mezarlıklar, yapılmamışsa, bizim gibi hayatla iç içe olanların elimizle defnedildiği mezarlıklar, şehrin süsü olarak mı ortadadır?

Ey Can, bu sırrı çözmekten yana kaçamaklar içinde olanlar, ölümü hatırlamak istemiyor.

Ey Can!.. Bunu kabul etmek zorundayız ki ölüm olmasaydı, dünyada insanlığın hali ne olacaktı?

Binlerce sene yaşayan ve ölmek isteyen insanların manzarası ne kadar korkunç?

İnsanlar hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarken, ölüm kapıya geldiği zaman nasıl şaşırmaktadır?

Dünyanın varlıklı insanları, ölümle tanışınca beraberinde ne götürmektedir?

Ey Can, çok zengin birinin ölümünü hatırlarım, cesedi çalınmış ve bulunamamıştı. Uzun zaman sonrası, çalınan ceset, mezarlıkta kazılmış boş alanda bulunmuştu.

Bir başka zengin ölünce, o günün gazetelerinde boy boy ilanlar gördüm, taziye mesajlarıydı verilen.

Birkaç kez merak saîkiyle gazetelerin vefat sayfalarına baktım. Aslında gazetelerimizde bu sayfalar yok. Ünlü ve zengin biri dünya değiştirince sayfalar bayram eder. Yedi sülalesi anlatılır ve biricik babalarından ayrılma acıları dile getirilir.

Ey Can!... Ne denli inanmışlıkları vardır, bilemeyiz. Mevtanın, camiî avlusunda k dinî vecibeleri yerine getirilirken, yakınları karalara bürünerek bir kenarda durur. Kılınan cenaze namazı sonrası eller üstünde son yolculuğuna çıkarılan tabut ile alkışlar başlar. Anlayamadığım, mevta bir tiyatro sanatkârı değildir ki alkışlarla uğurlansın… Mevtanın belki ömründe gitmediği tek yer, tiyatro salonudur, bulunduğu mekân tiyatro sahnesidir.

Bilirsin ki adetten olmak üzere bir de televizyonlarda mevtanın biyografisi alelacele hazırlanır ve bunu gazetelerdeki dizi yazılar takip eder. Özellikle gizliden gizliye sahip olduğu şirketlerin de reklâmı söz konusudur.

Mevtanın mezarı başında sürekli okunan Kur’an ve yaşayan ölüler… Acaba mezar başında okunmak için midir, bu Kur’an? Yüzyıllardır sürekli söylenen bu yanlış anlayış, hala terk edilmemiş…

Haftasında okunan mevlit ile ünlülerle arkadaşları bir araya gelir. Mutlaka ünlü bir şarkıcıya ya da türkücüye okutulan mevlit, özellikle sosyete(!) dünyası için televizyonların magazin programları için aspirin yerine geçecektir.

Arada bir vefat yıldönümlerinde sönük geçen kimi anmalar için ateş püskürtenler var; sanata ve sanatçıya verilen önem bu mu?

Her hal u kârda bizde topluma değer katanlarla mal-mülk sahibi olanlar arasında bir ayrım bulunmaktadır.

Ey Can!... Bir fakirin tabutunu kaç kişi taşır?

O fakirin defninde kaç kişi bulunur?

Bunu yazmaya gerek var mı?

Ey Can!... Bazısı öldükten sonra yakılmayı istiyor, kimisi denize atılmayı… Kimi Eşek Adası’na gömülmeyi arzu ediyordu, kimisi herkesin oturduğu, geçtiği, dinlendiği bir bahçede gübre niyetiyle gömülmeyi… Ne derecede bir anlayışa sahip olmuşuz!...

Çanakkale’ye giderken bir adaya vahşice saldıranların katlettiği yüzbinlerce insanın hikâyesini dinledim, yaşlı gözlerle… Kimi mezarlıklar bakımlı ve alımlı. Kimileri ise resmî zorlama ile son beş-on yılda düzenlenmiş, birçoğu sembolik mezarlıklar. Çanakkale Şehitleri Destanı’nı okur, insan etrafa bakarken ezberinde olmasa da.

Şimdi gönlüm başka topraklardaki mezarlıklara yolculuk yapmaktadır, adeta. Sabra, Şatilla, Hama, Gazze, Srebrenista, Yemen, Trablusgarp ve dünyanın birçok tarafında… Bir yanımızda Irak bir yanımızda Afganistan… Bir tarafta Almanya bir tarafta Kızılderililerin kadîm coğrafyası… İberik Yarımadası’nda Endülüs-Gırnata Mezalimi…

Ey Can!.. Bilirsin ki mektuplarda her şey yazılmaz ve her şey anlatılmaz.

“Mezarlıklar” denince aklıma Moğolların taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmadıkları istilaları da gelir. Barış çubuğu tüttürüp renkli camlarla, ateş suyu ile kandırılan, tifüs gibi hastalıklarla kamplarda can çekiştirilen Kızılderililer’i unutmuş değilim.

Ey Can!... Ne olur, insanlığın ruhuna fatiha okutturanların ruhuna benden fatiha bekleme. Bilmelisin ki bu, beni bana yok ettirmedir.

Ey Can!... İnsana canını, ruhunu verenin hakkıdır, ölüm şerbetini içtirmek. Kaderde olanların dışında ölümlere yabancıyım.

Ey Can!... Ben, ölüp gidersem, ardımdan okutulmasın mevlitler, verilmesin helvalar… Hele kimse timsah gözyaşları dökmesin. İçinden geldiği gibi bir fatiha okuma yeter.

Bilmesin ki insanın geride bıraktığı en hayırlı eser, hayırlı evladıdır.

Seni de evladımdan ayrı bilmem… Bir hayrat, bir çeşme isterim, dünden bu güne miras gelenler gibi. Han-hamam- köprü bırakmayanlar, vakıfların canına okuyanlar var, bilirim. Barî bizim için yaptıracağın bir çeşme ve kitabesinde ismimiz.

Öyle anlı-şanlı-süslü bir mezar yaptırmaya kalkışma benim için. Kesinlikle mezar taşımıza şiirler de yazdırma, sakın. “Bu garibe bir fatiha” desen, bizim için kafî..     

Ey Can!.. Söylediğimi unutma sakın.

Mezarım, bir şehir girişinde olsun ya da şehir çıkışında… Yanı başında çeşme. Öyle ulu bir çınarın yanı başında da değil. Bari su içen börtü-böcek, kuşlar, yeşeren bitkiler olur,akan suyla.

Ey Can!... Bunu unutma ve bu geleneği sakın unutturma!...

 

( Ey Can - 6 başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 25.07.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.