B.




Osmanlı bozulmadan önce dergahlar edep mektepleri , medreseler ünivesite idi . Hangi kademede olunursa olunsun her dersin vazgeçilmez ilk maddesi ‘edep’di . Dergahların kapısında kocaman bir levha olur , üzerinde ‘ Edep Yahu ‘ yazardı .
Derse girdiğim Lise’de sınıflardan birinde çok hareketli ve yaramaz öğrenciler vardı . Sükuneti sağlamakta hayli zorlanıyordum ki bir gün aklıma geldi : “ Arkadaşlar , dedim ; sizin şubeniz edebiyat .. Edebiyat ne demektir bilir misiniz ? Saygılı olmak , oturmasını, konuşmasını, dinlemesini bilmek demektir . Edebiyat şubesi , edepli öğrencilerin bulunduğu şube demektir . Bundan sonra bu şubenin hakkını vereceğiz “
Öğrencilerim gösterdikleri efendilikle o şubenin hakkını verdiler .

Televizyondaki geniş katılımlı bir programda Bakırköy Lisesi’nden bir delikanlının sözleri hâlâ kulaklarımdadır :
“ Bize iks kare , ye kare öğretiyorlar . Hocalarımız bize önce oturmasını , kalkmasını , konuşmasını öğretsinler . “

Toplumumuz maalesef diplomalı kaba insanlarla doldu . Kaynağı İslam olan kaybolmuş Osmanlı Efendiliğinden sonra ne yazık ki Avrupa’lının nezaket , saygı , hoş görü , tolerans (tahammül gösterme ) özelliklerini de alamadık .
Öğretmen kitaptakini öğretir . Muallim (ilim veren eğitimci ) ise balarısı gibi hayatı, edebi , ilmi beyninde yoğurur , öğrencisine bir arı yavrusuna süt verir gibi şırınga eder .
Bir zulüm döneminin sonunda ölüleri yıkayacak din görevlisinin bile kalmadığı bir devrin bitiminde Tapu Kadastro Mühendisi olan bir gencimiz aldığı gizli ve özel eğitim sayesinde boşluk olduğuna inandığı bir alanda gönlünün sesine uyarak Müftülük sınavına girip kazanmıştı .
Yaşar Tunagür Hoca’mız anlatır :

“ Bu memlekette 26 sene din eğitimi yapılmamıştır . Tıp Fakültelerini kapatırsanız meydan üfürükçülere kalır . Din adamı yetiştirilmezse boşluğu yobazlar doldurur . Üniversite öğrencisi bazı arkadaşlarla Fatih’te çok değerli bir Hoca’dan ders alırdık . Dersimiz bitmiş , evden çıkmak üzere idik ki iç avluda bir teneşir ve kaynayan kazanlar dikkatimizi çekti . Merakla sorduk . Hoca’mızın 20 yaşındaki kızı veremden ölmüştü . Cenaze evin diğer odasındaydı . Biz hiçbir şeyin farkında değildik Hoca’mız dersi iptal etmemişti ve iki saat süreyle bize hissettirmeden dersini vermişti .
Hoca’mız bizlere dedi ki “ Fatih’e gelin … Vazifenizi yapın .”
Kendimi tutamadım , ağladım .
Hoca’mızın 5-6 çocuğu vardı . Fakirdi . İstanbul’un Anadolu yakasına Çengelköy’e taşındı . Sağlığı da bozulmuştu , prostat kanseriydi . Haftada bir gün olsun ders yapmak için yanına giderdik . Artık elleri titriyordu. Kitabı bile tutmakta zorluk çekiyordu . Elinden kitabı incitmeden çekip alınca çok duygulandı . Allah’a sığınarak şöyle dedi : “ Ya Rab ; sen şahit ol ! Kitabı ben bırakmadım … Bıraktırdılar .
. Üç gün sonra vefat etti. (1953)
( Edep Ya Hu ! başlıklı yazı A.Müfit KUTLU tarafından 15.06.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.