İnsanlık tarihinin en eski duygularından birisidir; kıskançlık. Her insan ömrünün bir bölümünde ya da tamamında bu duyguya muhakkak suretle kapılmıştır. Elbette ki tek tip kıskançlık, standart kıskançlıktan bahsedilemez. Hayatın değişkenliği paralelinde ne kadar insan var ise o kadar çok kıskançlık tipi vardır. Kıskançlık konusuna göre de değişenlik göstermektedir. Kimi insan kadını ya da erkeği, kimi insan çocuğu, kimi insan otomobil, ev, ayakkabı gibi eşyaları kıskanır. Kıskançlık duygusunu neden onda var da bende yok olarak özetleyebiliriz. Elbette bu tanımlamanın dışında sahip olunan varlığa bir başkasının ulaşmasını kabul edememek olarak ta tanımlayabiliriz. Görüldüğü üzere kıskançlıkta anlam bakımından ikiye bölünmüş haldedir. Bunun dışında kıskançlığı yerinde olan kıskançlık ve yersiz kıskançlık olarak ta iki kısma ayırabiliriz. Yerinde olan kıskançlık, yani olması gereken dozdaki kıskançlık normal olandır ve her insan için gereklidir.

Kıskançlık duygusunu yaşayan insanın mücadele etmesi gereken en kötü olgular kaygı ve huzursuzluktur. Kıskançlık kaygıya ve dolayısıyla huzursuzluğa yol açar. Devamlı ya da uzun süreli huzursuz olan insanın ise ruh hali bozulur. Bu durum, görünüşte basit; esasen her insana göre değişim gösterdiğinden gayet karmaşık bir yapıya sahiptir. İnsanın ruh halinin bozuk olması ise davranışlarından anlaşılır. Her toplumun kendine özgü kuralları vardır. Elbette ki tüm toplumlar için genel geçer olan kurallar da yadsınamaz. Toplumlar zaman içinde, alışkanlıklarının şekillendirdiği ölçüde kurallar oluştururlar. Bu kurallar yazılı olabileceği gibi, sözlü de olabilir. İşte toplumun sahip olduğu bu kuralların dışına çıkan insan bu davranışı ruhsal bozukluk haliyle gerçekleştirmektedir. Televizyonlar da ve gazeteler de sık sık kıskançlık sonucu işlenen cinayetlere, darp olaylarına şahit oluruz. Bu kuralların dışına çıkma hali kıskançlık duygusunun bireyde oluşturduğu bozuk ruh halinden kaynaklanmaktadır.

Kabil’in Habil’i öldürmesi, yani insanlık tarihinin en eski ve ilk cinayeti kıskançlık duygusundan kaynak almıştır. O zaman ki toplum kurallarına göre Habil’in İklimya ile evlenmesi gerekiyordu. Ama Kabil buna karşı çıktı, Habil’i kıskandı. Sonuç olarak kurallara karşı çıktı ve Habil’i öldürdü. Burada temas edilmesi gereken konulardan birisi de toplumda kendiliğinden oluşan kuralların ilahi kaynaklı da olabileceğidir. Toplum dini insanlara uyması gereken kurallardan bahseder. Kuralların bir kısmı da gündelik hayatın içinde oluşur. Bu iki oluşum biçiminin birbiriyle uyuşması toplumun sahip olduğu dinin gerçeklerle ne kadar yakından olduğuyla ilişkilidir. Örneğin İslam dini yalan söylemeyi yasaklamıştır. Çünkü yalan bir çok toplumsal çöküntüye yol açabilir. İslam dininin bu kuralı hayatın gerçekleriyle yakından ilgilidir. Bu durum İslam dininin gerçekçi ve doğru bir din olduğunu kanıtlar. Budizm dininde ise Budist rahiplerin evlenmesi, çalışması, mal mülk edinmesi yasaklanmıştır. Bu kuralların gerçeklikle ilgisi yoktur. Ortaya çıkan uyuşmazlık problemi Budizm dininin gerçekçi ve doğru bir din olmadığını ispatlar. Elbette ki bu yalnızca benim görüşüm. Bu örnekler çoğaltılabilir. Yüzyıllar boyunca Hindistan halkı da reenkarnasyon yalanıyla uyutulmamış mıdır zaten? Konumuza dönecek olursak Kabil kıskançlık duygusuna kapılmış ve ruhsal durumu bozulmuş. Toplum kurallarına uymayarak kardeşi Kabil’i öldürmüştür. Ruh sağlığı bozuk olan kişilerinse yargılanması mümkün değildir. Ancak topluma zararlı hale geldiklerinde toplumdan uzaklaştırılırlar. Denklem gayet basittir. Suç işlendiğinde ceza verilir. Burada kıskançlık işlenen suçun kaynağı durumuna gelmiştir. İşte bu tür kıskançlık suçtur ve cezalandırılması gerekmektedir. Ruh hali bozuk olan kimselerin yargılanmaması hususu ise bence burada devreden çıkarılmalıdır. Çünkü bu bakış açısı ile tüm suçlar bozuk bir ruh haliyle işlenir. Normal ruh haline sahip olan hiç kimse suç işlemeye meyilli değildir çünkü. Üstelik Kabil’in Habil’i öldürmesi kesinlikle bilinç halinde işlenmiş bir suçtur.

Beni bu yazıya sevk eden bir televizyon haberi oldu. 6 yaşındaki Beyza isminde kız çocuğunu komşusunun kapıldığı kıskançlık duygusu sonucu boğularak öldürmüş ve cesedi sobada yakılmış. Bu cinayetin tek nedeni cinayeti işleyenin kendi çocuğunun ölmüş olması ve komşusunun çocuğunun hala hayatta olması. Yani ``benim çocuğum öldü komşumun çocuğu yaşıyor. Benim sahip olmadığıma komşum sahip. Bunu kabul edemem`` fikri. Hastalıklı bir fikir bu. Ancak ruh hali bozuk bir kimseden kaynak alabilir. Ama ruh halinin bozuk olması işlenen suçun cezasız kalmasına neden olmamalıdır bence. Çünkü ortada bilinçli bir eylem vardır. Kadın 6 yaşındaki Beyza’yı öldürdükten sonra ortada bırakmamış ve yakalanmamak için cesedini sobada yakmıştır. Bu kişi cezalandırılmalıdır.

Yazarın Notu: Bu vahşice işlenen cinayete bir insan olarak çok ama çok üzüldüm. Bir ülkede hukuk her şeyin üzerinde olmalıdır diye düşündüm. Eğer hukuk adalet veremiyorsa o ülkenin sonu kesinlikle yıkım ve yok olmadır. Her işlenen suç cezasını bulmalıdır.

( Kıskançlık Ve Cinayet başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 15.06.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.