İKİNCİ SÖZ (Aruz Vezni: mef’ûlü fâilâtü mefâîlü fâilün)

Üstâd İkinci Söz’de neler söylemiş neler…
Gel canla başla dinle, kulak ver, kemâle er!
Dikkat kesil, bu Söz’de o zât işte şöyle der:
                             ***
Îmanda derc edilmiş o müthiş saâdeti,
Bitmez tükenmez öyle büyük tatlı nîmeti,
Sonsuz rahâtı, lezzeti istersen anlamak,
Bir temsilî hikâyeye nefsimle sen de bak:
Evvel zamân içinde ticâret ve keyf için,
Seyyâh olup gezindi günahkârla ehl-i din.
Birbirlerinden ayrı güzergâha saptılar,
Bedbahtı sol tarafta ve sağ yanda bahtiyar!
Gel şimdi sen hayâlen o bedbahtı seyret. O,
Bedbin biriydi… Yâni kötümserdi gâyet O.
Yoldaş bir ihtiyar ve perîşan katır ile,
Aylar sonunda vardı nihâyet ki menzile.
Bedbîn için gözünde bu yer pek fenâ idi,
Bedbinliğiyle gördüğü pür-şer cezâ idi.
Bir memleket ki, her köşe binbir belâ dolu,
Bir dâr-ı katliam ki, bütün mezbahâ dolu!
Her ân figân gürültüsü, her yanda âh u vâh,
Hiç kurtuluş belirtisi yok, zerre yok ferâh!
Kâtillerin kılıçları boynunda âcizin,
Yok haddi yok hesâbı cinâyet ve tâcizin!
Hem yollar ortasında uzanmış cenâzeler…
Hem halkı ağlatan soyu mel’un kepâzeler!
Herkes yabancı, her biri düşman göründü hep,
Her gün; bir ayrı kanlı, çetin, zorlu gündü hep!
Eyvâh! O memlekette neden yoktu merhamet?
Eyvâh! O memlekette neden yoktu emniyet!?
Eyvâh! O memlekette neden yoktu bir cesur?
Kâtillerin bu zulmüne çıksın desin ki ‘’Dur!’’
Eyvâh! Neden bu koskoca şehrin bir insanı,
Durdurmuyordu böyle sel olmuş akan kanı?
İnsaf nedir bilir mi cinâyetle can bulan?
Duymaz hukûku hakkı ve durmaz akan bu kan!
Deryâ-yı gam kurur, biraz olsun durur diye,
Günler boyunca kendini vermişti içkiye…
Gel bir de ehl-i dîne, hudâbîne bak hadi.
Herkes bu zâta akraba, dost, arkadaş idi.
Hepsinde, her birinde bir eğlence bir sürûr…
Hem gözlerinden anlaşılan tatlı bir huzûr…
Her yerde terhisât-ı umûmiyye var gibi,
Herkes sefâ içinde yaşar, neş’e sâhibi.

Her yerde ahz-ı asker için mûsıkî  çalar,
Başlar döner, kulâğı davullarsa parçalar!
Gün gün gezer bu şehri bir uçtan diğer uca,
Gâyet güzel ticâret eder hem akıllıca.
Çok geçmeden o zâtı görür der ki: ‘’Yâhu sen,
Dîvâneler misâli delirmişsin içkiden!
Akseylemiş içindeki çirkinliğin dışa,
Derhâl temizle kalbi, çabuk aklı al başa!
Zîrâ bütün gülenleri ağlar görür gözün,
Soygunla terhisâtı neden bir tutar özün?
Kaldır şu kirli perdeyi çeşminden at hemen!
Gör tüm terakkiyâtı, kemâlâtı tâ ki sen!
Âdil ve merhametli melîkin bu memleket!
Zannettiğin şekilde değildir bu yer, evet!’’
Bedbaht olan nedâmet edip sonra şöyle der:
’’Olmuştum evvelinde ben işretle derbeder,
Lâkin açıldı şimdi gözüm, bin defâ yaşa!
Hamd olsun artık öldü azap, bitti kargaşa!’’

Ey dil! Bu hoş hikâyeyi sonlandırıp bitir,
Artık vakit, hakîkati anlatma vaktidir!
Âdil ve merhametli melîk var dedik ya biz,
Âdil ve merhametli melîk işte Rabbimiz!
Elbette ‘memleket’ denilen yerse öyküde,
Dünyâmızın ta kendisidir, dâr-ı arbede...
Fâsıktı ilk adam, ya da kâfirdi kendi hem.
Mü’mindi, bahtiyardı diğer zât-ı muhterem.
Dünyâ, birinci yolcu için pür-belâ liman…
Ammâ ki işbu mü’mine bir dâr-ı imtihan.
Kâfir gözünde dağ ve denizler cenâzedir.
İnsan ve hayvanâta ecel, kanlı pençedir!
’Mâdem ki’ der, ‘vukû bulacak mutlakâ ölüm,
Öyleyse zîhayâta budur en büyük zulüm!
Eyvahlar olsun âh, ölümün kanlı pençesi,
Sevdiklerinden ayrı bırakmakta herkesi!’
Sesler, kulaklarında bu yüzden figân olur…
Gülşenlerin güzelliği gözden nihân olur.
Hiç şüphen olmasın ki bu dehşetli manzara,
Küfrün netîcesiydi o kâfîr olanlara.
Mü’minse, zîhayâtı muvazzaf nefer bilir,
Mahzunca haykırışları feryâd değil, zikir.
Her canlı bir nefer, çalışır can verir gider.
Bir döngüdür, gelir yeni canlar birer birer.
Yokluk demek değildir ölüm, ayrılık değil…
Ölmek, Cenâb-ı Rabb’e kavuşmaktır öyle bil!
Doğmak ki, asker olmadır; ölmekse terhisat.
Dünyâdan ayrılanlar, ölenler bulur rahat.
Dünyâda her vazîfeli neş’eyle koşturur,
Allâh’ı zikreder, O’na hep şükreder durur.
Etrafta işte yankılanan seslerin tümü,
Mahsûlüdür zikirlerin îmanla gördü mü.
Îman gözüyle bunları görmektedir bu zat.
Bin kez yazık ki, kâfir olan görmüyor fakat.
Îmandadır demek ki saâdet anahtarı.
Küfr içre saklıdır yine zakkum tohumları!
Îmandadır çekirdeği tûbâ-yı cennetin.
İslâmiyetse menbaıdır bunca lezzetin!
Îmandadır demek ki selâmet ve emniyet.
Öyleyse sen de hamd ü senâlar, şükürler et!
                              ***
Şi’rin kusursuz olsa da Hâkâniyâ yine,
Nazm eylemek bu Sözler’i bilmem ne haddine!

( Risale-i Nurdan İkinci Sözün Manzum Versiyonu başlıklı yazı aruzperver tarafından 20.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu