1 Sanat İnsanlık Ve Yaşanan Son Durumlar Üzerine Analiz
               "Tedbir almak gerekir ilk başta ne geldiyse bu yüzden başımıza
               Ders almadık mı tarihte Fas'ta Tunus'ta Cezayir'de Mısır'da  "
 

İnsanlar aç iken sanattan kültürden dem vurmak, neyin nesidir? Siz, insanınız sıkıntılar içinde iken ve her evde yoksulluk kol gezerken, edebiyata, sanata, kültüre hizmet için durmadan çalışacaksınız, bu konuda yardım talebiniz olacak…

Diyelim ki ilgi alanınız populer music üzerine olsun. Bulunduğunuz ülke, Bangladeşh’tir. Bu ülkenin içinde sanatçı sıfatınızla ortada dolaşacak ve insanlığı siz sanata hizmet etmemekle suçlayacaksınız. Size sormazlar mı, halkın yaşadığı sıkıntılara bu denli duyarsızlığın sebebini… Keşmir’e yabancı kalmanız yetmeyecek, populler music için halkı ilgisizlikle suçlamaya devam edeceksiniz.

Siz, varsayalım ki ressamsınız. Resim sanatına geleneğin ve inancın bakışı bellidir. Siz, çağdaş-mağdaş deseniz de gelenek ve inanç, heykel misali bu sanatı sınırlandırır, egemen olduğu topraklarda. Ya bu şartı kabul ederek meşgalenizi, sanatınızı devam ederseniz ya başka topraklara gider, orada sanatınızın zirvesine çıkmak için çabanızı harcarsınız. Sizin kalkıp insanınıza hakaret amaçlı ifadeleriniz olamaz. Picasso’yu, Gogh’u, Dali’yi anlamak zorunda olmaz, köyde çalışan, ekmeğini tandıra vurarak pişiren, çalısını-çırpısını tarlasından bağçesinden toplayan anamız için, ömrü çocuklarının karnını doyurmak için çalışmayla geçiren babamız için.

Sanatın zenginliğin bir ölçütü olarak gördüğümüzü daima gizler dururuz. Sanatseverler Lale Devri ismini taktıkları, -asla böyle bir devre isim olmamış laleler söz konusu iken-  Osmanlı Dönemi’ni niçin sevmezler? Hep merak etmişizdir, bu dönemdeki zenginliklerin sanata harcanmasına rağmen, bu devrin niçin sevilmediğini halen anlayamıyoruz.

Sanatın halk için olduğu yalanına kendisini inandırtanlar için,  vazgeçilmez bir nimet olduğunu bilmemize rağmen, sanatseverlerin bu devre dair niçin ketum kaldıklarını bilmeyiz. Osmanlı’da sanat, ne zaman halk için yapılmıştır? Ne vakit egemen güç olan devlete başkaldırıda bulunan olmuş ise ve şiirlerinde başkaldırıyı  öven bir şeyler varsa ol zaman sanat halk içinmiş. Edebiyatın köşe başlarını tutmuş olanlar, ideolojilerine yaslanarak, böyle diyor. Peki bir ülkede sanatın halkın katmanlarına göre şekillenmesinin güzel örnekleri dururken ve biz bunu Entellektuel-Divan-Edebiyatı, Dinî –Tasavvufî-Edebiyat, Halk-Avam- Edebiyatı olarak üçe bölmeyi hangi hakla yapmaktayız?

İşi gücü kadın, şarap ve aşk olarak lanse edenlerin hayatlarına baktığımızda aynı suçlama ile kötüledikleri edebiyat temsilcilerine karşı yapılan soy kırımın bizatihî içinde bulunmaktadırlar:” Bir ülkede içki içme özgürlüğü, kadının giyinme özgürlüğü, cinsel tercih özgürlüğü kısıtlanamaz!...

Dün altı yüz senelik bir devleti sırf inanç renginden dolayı istemeyen siz oldunuz. Bu gün suçladığınız bu tarihe ve kültüre en olmadık eleştirirler getirerek yerin dibine batırdınız. Bu gün inançtan kendinizi soyutlayarak, tarihe sırt çevirerek, geleneği hiçe sayarak yaslandığınız değerlerinizin yılmaz savunucusu kesilip kadını yüceltmeyi giyimde serbestlik diyerek geleneğe,inanca, kültüre muhalefet etmeye devam ederken, azınlığın hakkını yüceltip çoğunluğu kurduğunuz komplolarla esarete mahkûm kılmayı şeref bilirsiniz, içkiye bütün kapıları açarak, toplumu ifsad eden bu belayı, “İçen içsin, içenlere özgürlük” diyerek  savunma taktiği geliştirirsiniz, cinsel sapmaları adeta özendirip mevcut olan ortama tüy dikerek, özgürlüğünün son sınırını zorlarsınız… İsteyenin geleneğine, inancına, kültürüne göre yaşamasını engellemek için şeytanla dostluk kurarcasına kendinizin ortaya koyduğu senaryolara etrafınızı inandırtmak için en olmadık oyunlar düzer, elinizdeki medya organları ile Fatmagüllerin suçunu örtbas eder, size hizmet etmek için diziler icad edersiniz, romanlar yazıp kendi kendinizi ödüllendirir, best-seller yaparsınız, sonra da ters tepen senaryolara şıracının şahidi olarak bozacıyı gösterirsiniz.

Medyada kirlilikleri magazin ismi altında tanıtan programları bari elinizin tersiye itiniz, çağdaşlığınız gölgelenir… Kapital dünyasının oltasına takılanların bir zaman sonra posası çıkarılan limon gibi bir kenara atıldığını bilmez misiniz? Profesörlüğün ve Doçentliğin ne olduğunu biz öğreneli, algülüm vergülüm alışverişine tanıklık eden ortamda bilimselliğin kalktığını haykırarak, etrafı velveleye katarak rahatsız edersiniz.

Sahi siz adı-sanı verilmeyen bir ülkede olsaydınız ve bu ülke halkının lapa pirinci çubuklarla yediğini görseydiniz, onlara kaşıkla pirinç yeme cezasının uygulanmasına ne derdiniz? Bu ülkede suyun hangi kadehte ve yemeğin hangi elle yenmesi gerektiğini bile belirleyenler, nasıl yürüneceğini, dans edileceğini saptamamış mıydı?

Bizim sanatsever kesimin İstanbul Topkapı’da uygulamaya bırakmak istediği bir senaryo vardı, 2010 sonunda. Halkın içkili-gürültülü sanat galerilerini tasvip etmemesi, günlerce televizyon ekranlarından inmedi, gazete manşetlerinden düşmedi.

Bu sanatseverlerin hitap ettiği kesimlerin sayısını merak etmişim, çoğu zaman.  Bu insanlar, elbette ekmeklerini bu işten çıkarmalıdır da sanat eserlerinin alıcısı olan kapitalistlerle ne alışverişleri olabilir? Hani kapitalistler, kendilerinin karşısındaydılar… Bu sanat eserlerini alanlar, kimlerdir? Fabrika sahipleri, holding sahipleri, konsorsiyum temsilcileri bu sanatseverliliklerini neye borçludur? Arada bir sanat merkezlerine yardımcı olan, sponsor kesilen bu zengin cemiyet üyeleri, mikrofonları görünce, kameraların ışıklarını sezince, Tanzimatın savunucuları kesilir ve halkı sanattan anlamamakla suçlar, durur. Sizin anladığınız sanatı kim anlamaktadır?

“Sanat” isimli şiirinde Han Duvarları Şairi, bunlara güzelce bir ders verir, aslında.

Bizim sanatçıların kilise sevdası, bir başkasına öykünme merakı nereden geliyor?

Bir piyanist, ne denli maharetli olursa olsun, sanatını icra etsin. Bir bakarsınız gündeme cuk!...oturuyor, oturtuluyor. Unutulmuş bir aktrist, aktör tekrar gündeme geliyor, böylesi durumlarda. Ressam olduğu söylenen dahi bir çocuğun eserlerini ne kadar görmemişsem de-kuşkusuz ressamdır- sesi soluğu çıkmaz oldu, uzun zamandır. Eğlence dünyasının eli kadehli çakırkeyf isimleri, tiyatro dünyasının başatları, sinemanın pörsümüş simalı kimi elemanları (Bu kelime, “el-âman!...” ifadesinden mi türetilmiş?) arada bir kurdukları sendikalarla gündeme gelir de bu iş kolunun emektarları, halen evsiz, hastane ya da otel odalarında kalan ömürlerini ya kahır içinde geçiriyor ya da öldüklerinde kimsesiz şekilde bir cami avlusunda kılınan cenaze namazı sonrası nisyana terk ediliyor….

Varsayalım, benim gibi düşünen birine kendi dünyanızda yaşama hakkı verir misiniz? Oldukça keskin eleştiride bulunan biri olarak, “Evet!..”cevabını sizden almayacağımı biliyorum. Fakat, siz tarihime, geleneğime, inancıma, yaşantıma müdahil olmadığınız müddetçe varlığınız beni rahatsız etmeyecektir. Kendi dünyanız içinde serbestsiniz, hürsünüz. Toplumu değiştirme hakkını gasp edip, insanıma, değerlerime saldırmayı -geleneğinizden kaynaklanan bir marazdır- kazanılmış bir hak olarak savunursanız, yaptığınız sanat eserlerinizin çöplüğümüzü bile kirletmeye bir tehdit teşkil edeceğini bilmeniz gerekir. Kendisine saygı duymayan birinden saygı beklenmese de biz, aldığımız terbiye gereği öyle öğrendik, büyüklerimizden.

Aslında biz birbirimizi çok iyi tanımaktayız. Türkiye’de yaşamaktayız. Başka ülkelere gitmeye ne gerek var? Bu ülke herkesin yaşaması için oldukça büyükken cücelerin ikindi vakitleri-fikir cücelerini kastediyorum- düşüncelerinin boyunun artışına dayanarak, arada bir girdikleri krizleri iyi anlamaktayız. Eh, doğal olan da bu. Her akşamüzeri güneş bize göre batarken, dünyanın bir tarafı karanlıkta kalmaya mahkûm olur. Her fikrin cücesi de kendisini adamdan saydığı için, gölgesine güvenen çok görülür…

Sahi Tunus’ta, Mısır’da olana bitene dair ne münevver kesim ne aydın kesim bir şeyler söylemektedir… Yoksa  bu iddia ettikleri BOP-TOP Projesi midir? Ey Mısırlılar ve Tunuslular, doğru söyleyin, yoksa sizi kandırdılar mı? Yoksa siz, inancınız gereği mi baş kaldırdınız? İnancınız gereği başkaldırınız, demokrasiye karşı olduğunuz için midir? Yoksa siz de mi oyuna getirildiniz?

Şimdi bu ve bunun gibi iddialar modalaştı. Bu iddia sahiplerine kırk katır mı kırk satır mı gerek? Başını kumdan çıkarmamak, olsa olsa bu tarz düşünen insanların işidir. Bazıları, bazılarını kışkırtıp durmaktayken, ülke şartlarının ne olduğunu bilmeyecek kadar cahil ve cûheladandır… Onlar, okumasını bilmeyene cahil derken, biz okumuş cahillerden yıllardır, neler çektik ve çekmekteyiz....    

( Sanat İnsanlık Ve Yaşanan Son Durumlar Üzerine Analiz başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 1.02.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.