TÜRKİYEDE DARBELER VE SONUÇLARI

27 MAYIS DARBESİ
Demokrat Parti ve Çok Partili Hayat
Türkiye’de darbeleri anlaya bilmek için darbelere zemin hazırlayan faktörleri iyi irdelemek gerekir. Bunun için de 27 Mayıs ihtilalini anlamak için öncelikle Türk siyasi hayatında çok partili sisteme geçiş ve sonrasındaki gelişmeleri incelememiz gerekir.
II. Dünya Savası'nda İtalya, Almanya ve Japonya'nın yenilmesiyle totaliter rejimler sona erdi. Demokratikleşme ve ekonomide liberalleşme revaçtaydı. Totaliter rejimler Batı'ya güven vermemekteydi. Bununla birlikte Türkiye üzerinde özellikle Boğazlar ve Doğu Anadolu ile ilgili talepleri nedeniyle Sovyet Rusya bir tehdit haline geldi.
Bu şartlar altında Bati ile ilişkileri geliştirmek için çok partili hayata geçirmek zorunda kalındı. CHP'nin istediği SCF'nin kurulusunda olduğu gibi güdümlü, muhalefeti sınırlı, iktidara alternatif olmayan göstermelik bir partinin kurulmasıydı.
Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan tarafından demokratikleşme taleplerini içeren bir önergenin CHP meclis grubunca reddedilmesi üzerine 7 Ocak 1946 tarihinde önerge sahiplerince Demokrat Parti kuruldu. ideolojik olarak CHP'den farklı olmayan yeni parti daha az merkeziyetçi ve daha az bürokratik bir devlet öngörüyordu.
II. Dünya Savaşı yıllarına da alınan ekonomik tedbirler halkı zor durumda bırakmıştı. Bunlar 1940 tarihli Milli Koruma Kanunu (iktidara fiyat ve arazi belirleme, halkı zorunlu çalıştırma yetkisi veriyordu), 1942 Varlık Vergisi ve Milli Mücadele için konulmuş ve 1925'te kaldırılmış olan Ayniyat Vergisinin 1943'te tarım ürünlerine yeniden getirilmesi, CHP bürokrasisinin halkı horlayan, baskı altına alan uygulamaları nedeniyle halk DP'ye yöneldi.
DP' nin önceden gerekli demokratik düzenlemelerini yapılmaması halinde boykot edeceğini söylediği, fakat sonradan katıldığı 21 Temmuz 1946'daki CHP'nin baskın seçiminde CHP 390, DP 65 ve bağımsızlar da 7 milletvekili ile mecliste temsil edildi. Ancak açık oy gizli sayım ilkesi ve CHP'li bürokratlarına keyfi uygulamalar nedeniyle seçimler tarihe şaibeli seçimler olarak geçti.
CHP 1950'ye kadar geçen dönem içinde ilimli politikalar takip etmeye çalıştı. Bürokratlarına tarafsızlaştırması, gizli oy açık sayım gibi demokratikleşmeler sağlandı. Recep Peker yönetimindeki uzlaşmaz, kati merkeziyetçi hükümetin yerine Hasan Saka ve Şemseddin Günaltay gibi ılımlılardan kurulu hükümetler getirildi. Kısacası CHP geçmiş yıllardaki baskıcı kimliğini halka unutturmaya çalıştı.
14 Mayıs 1950'deki seçimlerde DP 408, CHP 69 sandalye kazandı. Darbe söylentilerine rağmen iktidar el değiştirdi. CelaI Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes başbakan oldu. İktidarın el değiştirmesiyle her iki parti de kimlik krizi yaşadı. CHP 1950 seçimlerine son yıllarda uyguladığı ilimli politikalara güvenerek garanti gözüyle bakıyordu, bu nedenle iktidarına parti-devlet bütünleşmesinden kaynaklanan geniş yetkilerini DP'nin talebine rağmen kısıtlamamıştı. Seçim sonuçları CHP'de tam anlamıyla sok etkisi yaptı. DP, iktidarına geniş yetkilerine rağmen bürokrasiye, orduya ve CHP' ye karşı kendisini hiçbir zaman güvende hissedemedi. Darbe söylentileri üzerine genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları dahil 15 general ve 150 albayı emekliye ayırdı.
DP, iktidarının ilk bir kaç yılında hava şartlarının uygun olmasıyla hasadın bollaşması, ekonominin iyileşmesi DP için nüfusun büyük bir kısmının yaşadığı kırsal kesimin oylarını garantiledi. CHP'nin DP'ye yönelik klasik irtica söylemlerine karşı (o yıllarda Ticanilerin Atatürk heykel ve büstlerine yönelik saldırıları vardı) 25 Temmuz 1951'de Atatürk'ü Koruma Kanunu çıkardı. Hatta dini istismar ediyor diye 8 Temmuz 1953'te Millet Partisi'ni kapattı.
2 Mayıs 1954 seçimlerinde DP 503, CHP sadece 31 sandalye kazandı. DP' nin, gittikçe otokratikleşmesi, muhalefet üzerinde baskı kurması ve ekonominin kötüleşmesi, enflasyonun artması üzerine kentli tabanın ve üniversite üyelerinin desteğini kaybetti. Enflasyondan ilk etapta etkilenmeyen kırsal kesimin desteğini muhafaza etti. 27 Ekim 1957 seçimlerinde DP 424, CHP 178 sandalye kazandı. DP' nin gücünü devam ettirmesine rağmen bazı desteklerini yitirdiği ortaya çıktı.
CHP'liler seçimle iktidar olamayacaklarını anlayınca seçim dışı yollarla iktidara gelme yollarını aramaya başladılar. Özellikle DP' nin halk katmanlarını politikaya sokması, CHP' nin malvarlığının kaynağını araştırmak için (CHP' nin devlet bankalarının sermayesinden daha fazla serveti vardı) Tahkikat Komisyonu kurması ordu içinde de rahatsızlıklara yol açtı. DP giderek kendini daha güvensiz hissediyor, gittikçe de muhalefet üzerindeki baskılarını artırıyordu. Basına yönelik sansürler, darbe söylentilerine karşı ordu içinde soruşturmalar...
DP iktidarına karşı öğrenci eylemleri başladı. CHP gençlik örgütleri İstanbul ve Ankara'da gösteriler düzenledi. Hükümet İstanbul ve Ankara'da sıkı yönetim ilan etti. Darbe söylentileri karşısında kendi konumunu güçlendirmek için Menderes halka döndü. Güçlü olduğu Ege Bölgesi'nde mitingler düzenledi. Ankara'ya döndüğünde harp okulu öğrencilerinin gösterisi hükümetin prestijine ağır darbe vurdu. Harp Okulu öğrencilerinin gösterisi üzerine hükümetin bir soruşturma başlatarak darbe planlarını ortaya çıkartacağından korkan cunta erken davranarak 27 Mayıs 1960'da darbeyi yaptı.


27 Mayıs askeri darbesi, daha sonrakilerden farklı olarak ordunun emir komuta zincirine itaat etmedi. Generaller eliyle değil, daha alt rütbeli subaylar, albaylar vb. marifetiyle gerçekleştirildi. Askeri darbeyle iktidara el koyan 27 Mayıs cuntasının oluşturduğu Milli Birlik Komitesinin çevresinde, daha sonra Doğan Avcıoğlu gibi sol-cuntacı aydınlar, CHP yanlısı bürokratlar toplaşmaya başladı.
Askeri darbe, büyük kentlerde öğrenci ve aydın kesimlerin DP karşıtlığı temelinde gelişen muhalefet rüzgârının üzerine binmişti. Bu nedenle 27 Mayıs, muhalif kitle hareketini ezen 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinden farklı bir görünüme bürünmüştü. O yüzden, burjuva solun etkisi ve küçük-burjuva solun da sahiplenmesiyle bir devrim olarak adlandırıldı. Oysa neticede 27 Mayıs, onu gerçekleştiren alt rütbeli subayların niyetlerinden bağımsız olarak, kapitalist gelişmenin önündeki tıkanıklığı açan tepeden inme bir reform hareketi oldu.
Kemalist geleneğin uzantısı milliyetçi sol cuntacılar da, 27 Mayıs sayesinde, Demokrat Parti iktidarının kendile-rine yönelik baskılarının öcünü önde gelen üç burjuva siyasetçisini, DP hükümetinin başbakanı Menderes'i ve yanı sıra iki bakanını idam sehpasına göndererek almış oldular.
27 Mayıs askeri darbesi 12 Mart ve 12 Eylül örneklerinden farklı özelliklere sahip olsa bile, Türkiye'de gerçekleşen tüm askeri darbelerin ardında yatan önemli bir gerçeği de gözardı etmemek gerekir. Türkiye'de burjuva cumhuriyetin yapılanmasına damgasını basan ezen ulus şovenizminin devamını, aslında 27 Mayıs'tan başlayarak tüm askeri darbelerin harcında bulmak mümkündür.
Türkiye'deki olağanüstü siyasal rejimleri yürürlüğe koyan statükocu güçle-rin, işçi sınıfı hareketini ve toplumdaki genel devrimci yükselişi durdurmak kadar, Kürt ulusunun uyanışını da daha başından ezmeye talimli oldukları asla unutulmamalı. Bu güçler, ezen ulus devletinin temsilcileri ve bu devletin asli koruyucuları olarak, siyasi yaşamda patlak veren gerilimleri (özellikle Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, devletçi laikçilik sorunu gibi kendi varlık nedenleriyle özdeşleştirdikleri konularda) her zaman kendilerine çıkartılmış bir davetiye olarak algılamışlardır. Bu gerçek günümüzde de geçerlidir ve siyaset sahnemiz aynı güçlerin aynı sorunlar temelinde yaratacakları yeni gerilimlere açıktır!
27 Mayıs'ı gerçekleştiren askeri cunta, darbenin gerekçeleri arasında Kürt sorunu konusundaki endişelerini de dile getiriyordu. Güya bir Kürdistan hükümetinin kurulması için DP Grubu içinde çalışmalar yürütüldüğü ve bazı DP milletvekillerinin buna yardımcı olduğu kanıtlanmıştı. Dönemin önde gelen bazı cuntacı subayları, biraz daha geç kalınsaydı Türk vatanının elden gideceği yönünde kışkırtıcı açıklamalar yapıyorlardı. Nitekim darbe sonrasında pek çok Kürt gözaltına alındı, bunlar Sivas'ta bir toplama kampına sürüldüler, ağır işkencelere tâbi tutuldular.
Kürt sorunundaki bu baskıcı tutumunu gün yüzüne çıkartmak istemeyen 27 Mayıs cuntası, asıl olarak burjuva düzendeki tıkanıklığın kontrollü biçimde açılabilmesi görevine soyundu. Bu amaçla üstten bazı dönüşümlerin gerçekleştirilmesine girişildi ve bir Kurucu Meclis oluşturularak yeni bir Anayasa hazırlandı. Eskisine oranla daha liberal bir içeriğe sahip olan 27 Mayıs Anayasasının yürürlüğe konulmasıyla, burjuva siyasal düzenin parlamenter demokratik çerçevesi bazı bakımlardan genişletildi. Fakat öte yandan, bugün büyük sermaye tarafından bile burjuva demokratik işleyişle bağdaşmaz ilân edilen Milli Güvenlik Kurulunu da aslında 1961 Anayasası getirdi. Zira unutulmamalı ki, Türkiye'de alışıldık burjuva demokrasisinin çok dar olması nedeniyle daha sonra 'bol geldi' diye burjuva sağın saldırısına muhatap olan 27 Mayıs Anayasası, neticede bir askeri darbe-nin ürünüdür. O dönemin koşullarında ileri görülen bazı adımların bizzat sivil ve asker bürokrasinin eliyle atılmış olması, Türkiye sol hareketi içinde ordunun niteliği konusunda ne yazık ki sonu acıklı bitecek bir bilinç çarpılmasını da beslemiştir. Yanı sıra, 27 Mayıs askeri darbesinin niteliği de doğru kavranmamıştır. Aslında 27 Mayıs askeri darbesi değil, 27 Mayıs dönemindeki toplumsal hareketlilik bir sol uyanışın habercisiydi. Bu siyasal ve kültürel uyanışın temelinde, kuşkusuz ki Türkiye'de kapitalist gelişmeye bağlı olarak bir işçi-emekçi hareketinin mayalanması yatmaktaydı. Ve eğer askeri darbeyle kontrol altına alınmasaydı, bu sol uyanış kendi ayakları üzerinde daha da ileri gidebilirdi. 27 Mayıs olağanüstü rejimi, milliyetçi sol eğilimli, ulusal kalkınmacı anlayışa sahip bir askeri diktatörlük dönemidir.
Büyük ticaret temelinde dışa açılmayı, emperyalist örgütlerle bütünleşmeyi savunan DP iktidarını bir kılıç darbesiyle yere seren 27 Mayıs, esasen sanayi burjuvazisinin işine yaradı. Bir başka deyişle bu darbe, büyük toprak ve büyük ticaret burjuvazisine karşı artık tarihsel hamle sırası gelen büyük sanayi burjuvazisinin önünü açmış oldu. Nitekim 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilâtının kuruluşu ve beş yıllık kalkınma planlarının uygulamaya konulmasıyla sanayinin güçlendirilmesine hız verilecekti. Kamuoyuna, askerin DP iktidarından intikam alması şeklinde yansıyan bu askeri darbe, işin derininde egemen sınıflar ittifakındaki ağırlık noktasının değişmesini sağlıyordu. 27 Mayıs olağanüstü rejimi, DP iktidarı döneminde büyük tarım ve ticaret burjuvazisinin ağırlıkta olduğu iktidar blokuna son vererek, artık sanayi burjuvazisinin hegemonyasında yeni bir burjuva iktidar blokunun kurulması için yolu temizlemişti.



Milli Birlik Komitesi, İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar başkanlığında öğretim üyelerinden müteşekkil bir Anayasa Komisyonu kurdu. Komisyon Avrupa'daki gelişen sosyal devlet anlayışının da etkisiyle liberal bir anayasa hazırladı. 1961 Anayasasi'yla yeni kurumlar oluşturuldu. Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve Danıştay'ın yetkilerinin arttırılmasıyla iktidarın denetlenmesine ağırlık verildi.
31 Ağustos'ta parti liderleri askerlerin gözetiminde toplanarak bir deklerasyon yayınladı. Askerlerin CHP'nin iktidar olması için en uygun Propaganda zeminin oluşturulmasına yönelik alınmasını istediği önlemler şunlardı:
1) 27 Mayıs Devrimi'ni siyasal amaçlarla sorgulamamak ve istismar etmemek.
2) Atatürk Reformları'nı korumak.
3) İslam'ı siyasi amaçlarla istismar etmemek.
4) Yassiada Mahkemesi kararlarını istismar etmemek.
15 Eylül 1961'de Yassiada Mahkemesi, Adnan Menderes, Fatih Rüstü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idamını onayladı. 16 Eylül'de Zorlu ve Polatkan, bir gün sonra da Menderes idam edildi.
15 Ekim 1961'de seçimler yapıldı. CHP 173 sandalye alırken, DP' nin devamı sayılan neo-demokrat partiler (Adalet Partisi 158, Yeni Türkiye Partisi 65, Cumhuriyetci Köylü Millet Partisi 54) toplam 277 sandalye kazandılar.
Sonuçlar içeride ve dışarıda, Menderes'in bir zaferi ve 27 Mayıs rejimine karşı halkın bir kini olarak yorumlandı.
Solun neredeyse tamamı 27 Mayıs'ı "ilerici" olarak değerlendirmiş, sahiplenmiştir. "Darbeler demokratik açıdan değil diyalektik açıdan değerlendirilir, ne getirmiş, ne götürmüş önemli olan o." seklinde bir bakış açıları vardır. (Tanıllı, s.56)
Seçim sonuçları ortadaydı. Bu durumda askerin kışlasına dönmesi pek olası değildi. 1962 ve 1963'te bir dizi basarisiz darbe girişimleri oldu.
1965 seçimlerinde bir partinin meclise hakimiyetini engellemek için nisbi seçim sistemi uygulandı. Fakat bu Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi' nin yükselişini önleyemedi. Seçimlerde AP 240, CHP 134, diğer sağ partiler (Millet P+CKMP+YTP) 61, İşçi Partisi 15 sandalye kazandı.
1965' ten sonra muhalefet sokağa tastı. Üniversiteler öğrenci eylemleriyle, fabrikalar işçi grevleriyle felç oldu, kırsal kesimde köylülerin toprak işgalleri başladı.


12 MART MUHTIRASI

1960'lı yılların sonlarında Türkiye'nin çıkmazları yeni bir askeri müdahalenin ayak seslerini duyurmaya başladı. 1969 seçimlerinden Adalet Partisi (AP) tek başına iktidar olarak çıktı. Ancak, Demokrat Partililer'in siyasal haklarının iadesi konusunda çıkan görüş ayrılığı partiden büyük bir grubun kopmasına neden oldu ve Demokratik Parti adıyla yeni bir parti kuruldu.

Bu bölünme hükümetin meclisteki oy oranını düşürürken, zayıf hükümetlerden yakınan kesimlerin eline de büyük bir koz geçmiş oldu. Bu arada 1960'lı yılların ortalarında başlayan öğrenci hareketleri 1970'lerin başında nitelik değiştirmiş, çeşitli gruplar silahlı eylemlere başlamıştı. Sendikalar için hazırlanan yasa tasarısına karşı 15 -16 Haziran 1970'de gerçekleştirilen işçi eylemleri de toplumsal huzursuzluğun bir başka göstergesiydi.

Huzursuzluk, AP'yi başından beri DP'nin devamı olarak görmüş olan Silahlı Kuvvetleri de derinden etkiledi. 70'lerin başında, Silahlı Kuvvetler reform taleplerini yüksek sesle ifade etmeye başladı ve kuvvet komutanlarının başbakana ülkenin içinde bulunduğu durumla ilgili uyarı mektupları göndermesi askeri müdahale söylentilerinin yaygınlaşmasına yol açtı.

Bu arada Silahlı Kuvvetler içinde bir kesim "milli devrimci bir gelişme stratejisi" benimsedi ve benzerlerine Mısır ve Cezayir'de rastlanan "sol" bir askeri müdahale arayışına girdi. Bütün bu gelişmeler karşısında, Başbakan Süleyman Demirel istifa önerilerini sürekli geri çevirdi ve güvensizlik oyu almadan hükümetten çekilmesinin söz konusu olmayacağını bildirdi.

Bu ortamda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üst yönetimi hükümete bir muhtıra verdi ve 12 Mart Muhtırası diye anılan bu müdahaleyle yeni bir döneme girildi.



Dört imzalı muhtıra
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'nun imzasını taşıyan muhtıra şu maddelerden oluştu:

1- Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2- Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.

3- Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize.

Demirel istifa etti
Muhtırayı, anayasa ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaştırmanın mümkün olamayacağını belirten Başbakan Demirel hemen istifa ederken, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ordunun görevini yaptığını, ana muhalefet partisi CHP lideri İsmet İnönü ise başbakanın istifasının demokratik bir istifa olduğunu söyledi.

Muhtıra başlangıçta değişik çevrelerce de desteklendi. Ama 12 Martçılar'ın ilk önemli icraatlarından biri ordu içinde geniş bir tasfiye yapmak ve "sol" darbe hazırlıkları içinde olduğu söylenen subayları ordudan çıkartmak oldu. Ardından 1961 Anayasası'nın öngördüğü temel hak ve özgürlüklere önemli kısıtlamalar getirilen olağanüstü bir ara rejim dönemine girildi.

Kendisine yeni hükümeti kurma görevi verilen CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim, partisinden istifa ettikten sonra, 26 Mart'ya yeni hükümeti açıkladı. 25 kişilik kabinede 5 AP'li, 3 CHP'li ve 1 de MGP'li üye yer alırken, kalan 14 bakan TBMM dışından seçildi. Bu arada yasadışı örgütlerin banka soygunları ve adam kaçırma eylemleri hızla devam ediyordu.

Hükümet, 26 Nisan'da sol muhalefeti iyice sindirmek amacıyla İstanbul, Ankara ve İzmir'in de bulunduğu 11 ilde sıkıyönetim ilan etti ve hemen ardından geniş çaplı tutuklamalar başladı. Sıkıyönetim komutanlıkları çeşitli derneklerin faaliyetlerini durdururken, bazı gazetelerin yayımına geçici bir süre için yasak koydu.

Elrom Olayı
17 Mayıs'ta İsrail'in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom'un Mahir Çayan'ın önderliğini yaptığı Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi adlı yasadışı örgüt tarafından kaçırılması ve örgütün, tutuklu arkadaşları serbest bırakılmadığı takdirde Elrom'un öldürüleceği yolunda açıklama yapması, hükümetin tavrının iyice sertleşmesine neden oldu.

Olay üzerine Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş'ın radyoda okuduğu hükümet bildirisinde, Elrom'un derhal serbest bırakılmaması halinde bu eylemi düzenleyen örgütle uzaktan yakından ilişkisi bulunan herkesin tutuklanarak sıkıyönetim komutanlıklarına teslim edileceği, başkonsolos öldürüldüğü takdirde de idam cezası öngörülen geriye yürütmeli yasalar çıkarılacağı açıklandı.

Bu arada güvenlik güçleri yaygın bur tutuklama dalgası başlattı. Aralarında ülke çapında ünlenmiş gazeteci, sendikacı ve öğretim görevlisinin de bulunduğu sol görüşlü bir kişi gözaltına alındı. Kaçırılışın üzerinden bir hafta geçmesine rağmen Elrom'un izine rastlanamaması üzerine 23 Mayıs'ta İstanbul'da 15 saat süreyle sokağa çıkma yasağı kondu.

Aynı gün Elrom, Nişantaşı'nda bir evde şakağına üç kurşun sıkılarak öldürülmüş halde bulundu. 27 Mayıs'ta olayla ilgisi oldukları açıklanan 4 kişi gözaltına alındı. 30 Mayıs'ta ise Elrom'un kaçırılarak öldürülmesi olayına karıştıkları gerekçesiyle aranan Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir'in bir binbaşının kızını rehin alarak sığındıkları İstanbul Maltepe'deki ev kuşatma altına alındı.

Operasyonlar
Bu arada yine Elrom olayıyla ilgili olarak aranan Cihan Alptekin ve Tayfun Cinemre Tekirdağ'da yakalandı. 31 Mayıs'ta da Adıyaman'daki Nurhak Dağı'nda güvenlik güçleriyle çatışmaya giren 6 eylemciden Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan öldürülürken, biri kaçtı, öteki iki eğlemci sağ olarak ele geçirildi.

Güvenlik güçleri 1 Haziran'da Maltepe'deki eve operasyon düzenledi. Hüseyin Cevahir öldürülürken, Mahir Çayan yaralı olarak yakalandı. Rehine olarak tutulan Sibel Erkan sağ olarak kurtarıldı. 16 Temmuz'da Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, 16 Ağustos'ta da Mahir Çayan ve arkadaşlarının yargılanmasına başlandı.

9 Ekim'de Deniz Gezmiş ve 17 arkadaşı idama mahkum olurken, 30 Kasım'da Mahir Çayan ve 4 arkadaşı tutuklu bulundukları Maltepe Askeri Ceza ve Tutukevi'nden tünel kazarak firar ettiler. Bu arada 20 Eylül'de temel hak ve özgürlüklere büyük kısıtlamalar getiren anayasa değişiklikleri benimsendi.

3 Aralık'ta aralarında Başbakan Yardımcısı Sadri Koçaş ve Atilla Karaosmanoğlu'nun da bulunduğu 11 bakan "kalkınma hamlesini ve reformları Atatürkçü bir görüşle gerçekleştirme olanağı kalmadığı inancıyla" hükümetten istifa etti. Bu istifalar 1. Erim hükümetinin sonunu getirdi. Yeniden Başbakanlık görevine getirilen Erim, 11 Aralık'ta yeni bakanlar kurulu listesini açıkladı.

İdamlara Onay
10 Ocak 1972'de Askeri Yargıtay; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam kararını onayladı. 19 Şubat'ta İstanbul Fındıkzade ve Arnavutköy'de düzenlenen operasyonlar sonucunda Mahir Çayan'la birlikte firar edenlerden Ziya Yılmaz yaralı olarak yakalandı. Ulaş Bardakçı öldürüldü.

27 Mart'ta Ordu'nun Ünye ilçesindeki NATO Hava Üssü'nde görevli 3 İngiliz teknisyen Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kaçırıldı. Güvenlik güçleri 30 Mart'ta eylemcilerin Niksar'ın Kızıldere köyünde saklandıkları eve operasyon düzenleyip, aralarında Çayan'ın da bulunduğu 10 eylemciyi ölü, Ertuğrul Kürkçü'yü de sağ olarak ele geçirdi.

Çatışma sırasında İngiliz teknisyenler de öldü. Kızıldere operasyonundan sonra güvenlik güçleri yurt çapında duruma hakim oldu ve bu arada Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs'ta idam edildi. 12 Mart ara rejimi, Erim'den sonra Ferit Melen hükümetiyle devam etti.

Bu arada genelkurmay başkanlığını devralıp cumhurbaşkanı seçilebilmek için bu görevinden istifa eden Faruk Gürler'in cumhurbaşkanı olma girişimi sonuçsuz kalınca 12 Martçılar ilk büyük darbeyi aldılar.

Fahri Korutürk'ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra başbakanlığa atanan Naim Talu ülkeyi seçimlere götürdü ve 14 Ekim 1973 seçimleriyle birlikte, partilerüstü hükümetlerle yürütülen 12 Mart ara rejimi sona erdi.

8 Mayıs 1972: İsmet İnönü, 6 Mayıs’ta yapılan 5. Olağanüstü Kurultayı’nda seçimi kaybedince, 33 yıl 4 ay 11 gündür sürdürdüğü CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etti. Bu göreve 14 Mayıs’ta Bülent Ecevit seçildi



12 EYLÜL DARBESİ
1970'li yılların sonlarında terör olaylarının artmasıyla, Türkiye'nin bir kan gölüne dönmesini neden gösteren Silahlı Kuvvetler emir komuta zinciri içinde 12 Eylül 1980 günü yönetime el koydu. Demokrasiye ara verilen o sonbahar sabahına nasıl gelindi?

1980 yılının ilk ayı içinde ölü sayısı 2000'i aştı. İskenderun'da bir polis karakoluna, Adana'da da bir askeri araca düzenlenen silahlı saldırılarda 3 polis ve 2 er öldürüldü. Mart ayında Zile'de çıkan Alevi - Sünni çatışması 1 kişinin ölümüyle sonuçlandı.
Aynı ay içinde Urfa'da kurşuna dizilen 8 kişiden 6'sı öldü, İstanbul'da da bir bankanın önünde nöbet tutan 2 er soyguncuların kurşunlarıyla can verdi. Nisan ayında İstanbul'da yazar Ümit Kaftancıoğlu silahlı saldırıyla öldürüldü.

Mayıs ayında düzenlenen saldırılarda ise Tümgeneral Sabri Demirağ yaralanırken, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak yaşamını yitirdi. Haziran ayında İstanbul'da CHP'nin Beyoğlu MHP'nin de Gaziosmanpaşa ilçe başkanları öldürüldü.Temmuz ayında Çorum'da patlak veren olaylarda 26 kişi yaşamını yitirdi, İstanbul'da da eski başbakanlardan Nihat Erim, sendikacı Kemal Türkler ve CHP milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu silahlı saldırıya uğrayarak hayatını kaybetti.Ağustos ayında Ankara'da bir sendika başkanı, otomobiline açılan yaylım ateşi sonucu can verdi. 1980 yılının Temmuz-Ağustos aylarında doruk noktasına çıkan ve bir yılda 10 binli rakamları bulan şiddet olayları 12 Eylül darbesinden sonra birden bire azalarak 1983'te 185'e kadar düştü.
Siyasi Kaos Yılları
1970'li yıllar sona ererken Türkiye ağır bir siyasal ve ekonomik bunalımla karşı karşıyaydı. 1977 seçimlerinden sonra istikrarlı bir hükümet kurulamadığı gibi, iki büyük parti CHP ve AP arasındaki diyalog neredeyse tamamıyla ortadan kalkmıştı.

1979 Kasım'ında Demirel başkanlığında, dışarıdan MHP ve MSP destekli AP azınlık hükümetinin kurulması da siyasal istikrarsızlığı sona erdirmeye yetmedi. Bu arada günde 25-30 kişinin yaşamına mal olan siyasal ve toplumsal şiddet olayları da bütün hızıyla sürüyordu.İstikrarsızlığın yanı sıra giderek artan şiddet olaylarından tedirgin olan ordunun üst kademesi, 27 Aralık 1979'da Milli Güvenlik Kurul Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e bir uyarı mektubu gönderdi. Korutürk'ün 2 Ocak 1980'de kamuoyuna duyurduğu uyarı mektubunda, ülkenin içinde bulunduğu durumun değerlendirilmesi yapıldıktan sonra şöyle deniliyordu."Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizden bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle biraraya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir."
Uyarı Gözardı Edildi
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün kamuoyuna duyurduğu, terör ve bölücülük olaylarının artışıyla ilgili uyarı mektubu gerek iktidar gerekse muhaletef partileri tarafından görmezden gelindi. Her iki taraf da bu mektubun muhatapları olmadıklarını açıkladılar. Bu durum öteden beri bir müdahale hazırlığı içinde olan ordunun üst kademesinin bu yöndeki hazırlıklarını hızlandırdı.

Ordunun mektubu adresini bulamadan ortada kalırken, 6 Nisan 1980'de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin dolması mevcut bunalımlara bir yenisinin eklenmesine yol açtı. Siyasi partiler bir isim üzerinde uzlaşmaya varamayınca yeni cumhurbaşkanını seçmek bir türlü mümkün olmadı. Bu görevi Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil aylarca vekaleten yürüttü. 1980 sonbaharına gelindiğinde kriz bütün hızıyla sürüyordu ve birçok ilde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen şiddet olayları her geçen gün tırmanıyordu. Bu arada bazı kesimler ordunun duruma bir an önce müdahale etmesi için sabırsızlık gösteriyorlardı.
Ordu Yönetimde
12 Eylül 1980 günü sabah saatlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri, emir-komuta zinciri içinde yönetime doğrudan el koydu. Darbeyle birlikte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan 5 kişilik bir Milli Güvenlik Konseyi kuruldu.

MGK Başkanı Kenan Evren darbenin gerekçelerini aynı gün öğle saatlerinde yaptığı radyo ve televizyon konuşmasında kamuoyuna açıkladı. Yine aynı gün yayımlanan 1 numaralı MGK bildirisi şu satırları içeriyordu:

Milli Güvenlik Konseyi'nin 1 Numaralı bildirisi şöyle:
“Yüce Türk Milleti;
Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda, izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir.
Devlet, başlıca organlarıyla işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşürülmüştür.
Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.
Aziz Türk Milleti:
İşte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.
Girişilen harekatın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.
Parlamento ve Hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır.
Vatandaşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat 05’den itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur.”
Bu kollama ve koruma harekatı hakkında teferruatlı açıklama bugün saat 13.00’deki Türkiye Radyoları ve Televizyonun haber bülteninde tarafımdan yapılacaktır. Vatandaşların sükunet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine güvenmelerini beklerim.”

Bu arada siyasi parti başkanları MGK kararıyla, "can güvenliklerinin sağlanması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin koruma ve gözetiminde" belirli yerlerde ikamete tabii tutuldular. Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit, Gelibolu Hamzakoy'a, Necmettin Erbakan'da İzmir Uzunada'ya gönderilirken, bazı milletvekilleri ile DİSK'in üst düzey yöneticileri gözaltına alındı.

Aynı gün yayınlanan 2 numaralı bildiriyle ülke genelinde saptanan 13 sıkıyönetim bölgesine 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atandı. Yine aynı günkü 7 numaralı bildiriyle Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki bütün derneklerin faaliyetlerinin durdurulduğu kamuoyuna duyuruldu.


12 Eylül'de tüm yurtta sıkıyönetim ilan edildi.
12 Eylül 1980 tarihinden önce, 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş olayları nedeniyle 13 ilde (Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas, Şanlıurfa) sıkıyönetim ilan edilmişti. 13 ilden Sivas (26 Şubat 1980) ve Erzincan'da (20 Nisan 1980) sıkıyönetim daha sonra kaldırılmıştı.
Ancak "yaygın şiddet olayları" nedeniyle
• 26 Nisan 1979 : Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt ve Tunceli,
• 20 Şubat 1980 : Hatay, İzmir,
• 20 Nisan 1980 : Ağrı
illerinde sıkıyönetim ilan edilmişti. 12 Eylül 1980'e gelindiğinde 19 ilde sıkıyönetim uygulanıyordu.
12 Eylül'de diğer illerde de (48 il) sıkıyönetim ilan edildi. Uygulama, 19 Mart 1984 tarihinden başlayarak aşama aşama 19 Temmuz 1987 tarihine kadar tüm illerden kaldırıldı.

Tarihlere göre sıkıyönetim uygulamasının kaldırılması:
• 19 MART 1984 : Bilecik, Bitlis, Burdur, Çanakkale, Çankırı, Gümüşhane, Isparta, Kastamonu, Kırklareli, Kırşehir, Kütahya, Muş, Sinop
• 19 TEMMUZ 1984 : Afyon, Amasya, Aydın, Balıkesir, Bolu, Çorum, Muğla, Nevşehir, Niğde, Rize, Sakarya, Tekirdağ, Yozgat
• 19 KASIM 1984 : Denizli, Giresun, Kayseri, Konya, Manisa, Uşak
• 19 MART 1985 : Antalya, Bursa, Eskişehir, Hakkari, İçel, Kocaeli, Malatya, Kahramanmaraş, Samsun, Sivas, Tokat, Zonguldak
• 19 TEMMUZ 1985 : Ankara, Artvin, Edirne, Erzincan, İzmir, Ordu
• 19 EYLÜL 1985 : Trabzon
• 19 KASIM 1985 : Adana, Adıyaman, Ağrı, Erzurum, Gaziantep, Hatay, İstanbul, Kars
• 19 MART 1986 : Bingöl, Elazığ, Tunceli, Şanlıurfa
• 19 MART 1987 : Van
• 19 TEMMUZ 1987 : Diyarbakır, Mardin, Siirt



Yıldırım Baskı Hürriyet - 12 Eylül 1980 ilk sayfası



PARTİ LİDERLERİNE TEBLİĞ (12 Eylül 1980)
12 Eylül bildirisinin radyoda okunduğu saatlerde (04.00), parti liderlerine, "geçici süreyle ikamet edecekleri" yerler tebliğ ediliyordu.
Tebliğde, Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Bülent Ecevit'in Gelibolu-Hamzakoy, Milli Selamet Partisi (MSP) Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in İzmir-Uzunada'da "geçici süreyle ikamet edecekleri" belirtiliyordu.
Türkeş dışındaki parti genel başkanları, tebliğden hemen sonra evlerinden alınarak Etimesgut Askeri Havaalanına getirildiler. Ecevit ve Demirel, önce uçakla İstanbul'a, daha sonra helikopterle Çanakkale'ye, Erbakan ise uçakla İzmir'e götürüldüler.
Nazmiye Demirel ile Rahşan Ecevit de eşleriyle birlikte Hamzakoy'a gittiler.
MHP Genel Başkanı Türkeş ise, evinde bulunamamıştı. Milli Güvenlik Konseyi, 13 Eylül'de yayınladığı bir bildiri ile Türkeş'in teslim olmaması halinde suçlu duruma düşeceğini bildirdi. Bu bildiriden sonra Türkeş, 14 Eylül sabahı Ankara Merkez Komutanlığı'na teslim oldu. Türkeş, aynı gün Uzunada'ya gönderildi.
Erbakan ve Türkeş'in "geçici süreyle ikametleri" 9 Ekim 1980, Demirel ve Ecevit'in de 11 Ekim 1980 tarihlerine kadar sürdü.
Erbakan ve Türkeş, Ankara'ya getirildikten sonra Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı'nca gözetim altına alındı.

Parti genel başkanlarına tebliğ edilen yazı şöyle:
Yapılan bütün uyarılara rağmen, siyasi partilerin takındıkları uzlaşmaz tutum ve aşırı uçlara sempati gösterilmesi veya destek sağlanması; anarşi, terör ve bölücülüğü büyük boyutlara ulaştırarak ülkemizi parçalanma noktasına getirmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek Devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak maksadıyla, İç Hizmet Yasasının kendisine tevdi ettiği Cumhuriyeti kollama ve koruma yetkisine dayanarak yüce Türk Milleti adına ülke yönetimine el koymuştur.
Parlamento ve Hükümet feshedilmiş, siyasi faaliyetler durdurulmuştur.
Parlamento üyeliği sıfatınız kaldırılmıştır. Hiçbir konuda beyanat vermeye yetkiniz yoktur.
Can güvenliğiniz Türk Silahlı Kuvvetlerinin teminatı altındadır. Bu maksatla, emniyet içinde evinizden havaalanına götürülecek, oradan uçakla (Hamzakoy/Gelibolu'ya) (Uzunada/İzmir) (*) gideceksiniz. Arzu ettiğiniz takdirde ailenizi de yanınızda götürebilirsiniz. Geçici bir süre ikamet edeceğiniz adres aşağıdadır. Bir saat içinde hazırlanıp harekete hazır olduğunuzu güvenliğiniz için gelen subaya bildiriniz. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz.
Bu talimat ile belirtilenler dışındaki her türlü tutum ve davranışınız suçtur.
Rica ederim.
Orgeneral Kenan EVREN
Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı

(*) Demirel ve Ecevit'e verilen metinde adres Hamzakoy / Gelibolu olarak gösterilirken, Erbakan'a verilen metinde adres Uzunada / İzmir idi.


TÜRKEŞ İÇİN YAYINLANAN BİLDİRİ (13 Eylül 1980)

Milli Güvenlik Konseyi, 13 Eylül'de yayınladığı 13 numaralı bildiriyle MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in, teslim olmadığı takdirde suçlu durumuna düşeceğini açıkladı.
Türkeş, 14 Eylül sabahı, Ankara Merkez Komutanlığı'nı arayarak, "Gaziosmanpaşa semtinde bir evde olduğunu, teslim olmak istediğini" belirtti. Türkeş, aynı gün Uzunada'ya götürüldü.

Konsey Bildirisi şöyle:
1. Milli Güvenlik Konseyi Başkanının 12 Eylül 1980 günü Türkiye Radyo ve Televizyonlarında yaptıkları konuşmada belirttikleri gibi dört siyasi parti liderinin emniyetlerinin Silahlı Kuvvetler güvencesi altında tutulmak amacıyla geçici bir süre için belirli bir yerlerde ikametleri istenmiştir.
2. Bu çağrıya üç parti liderinin uymasına rağmen Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in uymayarak evinden uzaklaştığı, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nın bildirileri ile de en yakın Garnizon Komutanlığına müracaat ederek yukarıdaki bildiri doğrultusunda hareket etmesi istenmesine rağmen, şu ana kadar buna da icabet etmediği görülmüştür.
3. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, 14 Eylül 1980 günü saat 13.00'e kadar en yakın Garnizon Komutanlığına müracaat etmediği takdirde kendisinin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bildirilerine ve Milli Güvenlik Konseyi emirlerine uymadığından dolayı suçlu duruma düşeceği açıklanır.

Kenan Evren
Orgeneral
Devlet Başkanı,
Genelkurmay ve Milli
Güvenlik Konseyi Başkanı



12 Eylül Dönemi Sıkıyönetim


12 Eylül'de tüm yurtta sıkıyönetim ilan edildi.
12 Eylül 1980 tarihinden önce, 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş olayları nedeniyle 13 ilde (Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas, Şanlıurfa) sıkıyönetim ilan edilmişti. 13 ilden Sivas (26 Şubat 1980) ve Erzincan'da (20 Nisan 1980) sıkıyönetim daha sonra kaldırılmıştı.
Ancak "yaygın şiddet olayları" nedeniyle,
• 26 Nisan 1979 : Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt ve Tunceli,
• 20 Şubat 1980 : Hatay, İzmir,
• 20 Nisan 1980 : Ağrı
illerinde sıkıyönetim ilan edilmişti.

12 Eylül 1980'e gelindiğinde 19 ilde sıkıyönetim uygulanıyordu.
12 Eylül'de diğer illerde de (48 il) sıkıyönetim ilan edildi. Uygulama, 19 Mart 1984 tarihinden başlayarak aşama aşama 19 Temmuz 1987 tarihine kadar tüm illerden kaldırıldı.

Tarihlere göre sıkıyönetim uygulamasının kaldırılması:
• 19 MART 1984 : Bilecik, Bitlis, Burdur, Çanakkale, Çankırı, Gümüşhane, Isparta, Kastamonu, Kırklareli, Kırşehir, Kütahya, Muş, Sinop
• 19 TEMMUZ 1984 : Afyon, Amasya, Aydın, Balıkesir, Bolu, Çorum, Muğla, Nevşehir, Niğde, Rize, Sakarya, Tekirdağ, Yozgat
• 19 KASIM 1984 : Denizli, Giresun, Kayseri, Konya, Manisa, Uşak
• 19 MART 1985 : Antalya, Bursa, Eskişehir, Hakkari, İçel, Kocaeli, Malatya, Kahramanmaraş, Samsun, Sivas, Tokat, Zonguldak
• 19 TEMMUZ 1985 : Ankara, Artvin, Edirne, Erzincan, İzmir, Ordu
• 19 EYLÜL 1985 : Trabzon
• 19 KASIM 1985 : Adana, Adıyaman, Ağrı, Erzurum, Gaziantep, Hatay, İstanbul, Kars
• 19 MART 1986 : Bingöl, Elazığ, Tunceli, Şanlıurfa
• 19 MART 1987 : Van
• 19 TEMMUZ 1987 : Diyarbakır, Mardin, Siirt




Bülent Ulusu Başbakan
Emniyet Müdürlüğü bütün örgütüyle birlikte Jandarma Genel Komutanlığı'nın emrine verildi. MGK Başkanı Evren, 20 Eylül 1980'de aynı yılın ağustos ayında normal prosedür gereği emekliye sevkedilen Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu'yu Başbakan olarak görevlendirdi.

Ulusu hazırladığı bakanlar kurulu listesini 21 Eylül 1980'de MGK'nın onayına sundu ve liste aynı gün onaylandı. Bakanlarını olağanüstü bir hızla belirleyen Ulusu, hükümetin programını da aynı hızla tamamlandı.

Programın belirlediği hedefler, saptadığı sorunlar, önerdiği çözümler ve öngördüğü faaliyetler tamamen MGK'nın bildiri ve kararlarındaki görüşler doğrultusunda hazırlanmıştı. Ekonomi yönetimi ise bir önceki dönemde uygulanmaya başlayan 24 Ocak kararlarının mimarı o dönemin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal'a bırakıldı. Özal hükümette Başbakan Yardımcısı olarak yer aldı. MGK kısa bir süre içinde önceki dönemden kalan sivil yöneticileri de büyük ölçüde tasfiye etti.

25 Eylül 1980'de bütün il genel meclisleriyle, belediye meclisleri feshedildi. Belediye başkanlarının görevlerine son verildi. Yerlerine MGK'ya yakın kamu görevlileri veya ordudan emekli olmuş kişiler atandı. 67 ilden 27'sinin valileri değiştirildi ve yine bu görevlere orduya yakın olanlar getirildi.





12 Eylül İdam Cezaları
12 Eylül'den sonra kurulan sıkıyönetim mahkemeleri üst üste idam kararları vermeye başlarken, 1972’den beri fiilen uygulanmayan idam cezaları da hızla infaz edilmeye başlandı. Politik eylemleri nedeniyle hüküm alanların yanı sıra adi hükümlülerin infazları da gerçekleştirildi.
1980-84 yılları arasında 50 kişi idam edildi. Bunların 18’i sol, 8’i sağ görüşlü ve 23’ü de adli suçtan hükümlüydü. Ölüm cezası infaz edilenlerden biri ASALA adlı Ermeni terör örgütü mensubu Levon Ekmekçiyan idi. (Esenboğa Olayı 1982)
Yönetim, idam cezalarının infazında ısrarlıydı. Kenan Evren 3 Ekim 1984’te Muş’ta yaptığı konuşmada “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?” diyor ve bu sözü uzun yıllar belleklerde yer ediyordu.
12 Eylül döneminde sıkıyönetim askeri mahkemelerince 517 sanığa idam cezası verildi. Askeri Yargıtay’ın onayladığı idam kararlarının sayısı 124 oldu. Bunlardan, MGK’nın onayladığı ve onay sonrası hemen infazı yapılan 50’si dışındakiler için cezalar fiilen müebbet hapsedönüştü.
Ölüm cezalarının infazlarına ilişkin onama kararları,
• 12 Eylül 1980 - 25 Ekim1981 arası Milli Güvenlik Konseyi döneminde,
• 25 Ekim 1981 - 14 Ekim 1983 arası Danışma Meclisi döneminde,
• 6 Kasım 1983 sonrası TBMM döneminde verilmiştir.

Türkiye'de 1984 tarihinden bu yana ölüm cezaları uygulanmıyor. 12 Eylül döneminde ilk infaz 7 Ekim 1980 tarihinde sol görüşlü, Necdet Adalı ve ardında; sağ görüşlü
Mustafa Pehlivanoğlu’na uygulanmıştır.
Necdet Adalı ölümünden birkaç gün önce ailesine yazdığı mektubunda:

"Sevgili anneciğim ve babacığım,
Sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm, ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içerisinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum.
Hakim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık.
Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır.

Anneciğim ve babacığım; sizlere kısaca bahsettiğim gibi hiçbir pişmanlık duymuyorum. Sizlerin de ezilen halklar uğruna verilen mücadelede katledilişimden dolayı üzülmemenizi ve bundan gurur duymanızı bekliyorum”
Oğlunuz Necdet
7 Ekim 1980



Mustafa Pehlivanoğlu ise idam anında anasına ve babasına yazdığı mektubunda:

“Sevgili anneciğim ve babacığım!...
Sizler beni bu yaşa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz.
Benim sizlere karşı işlemiş olduğum hataları ve suçları affedin...
Hakkınızı helal edin...

Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Hakkın ve O'nun Resulünün, Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Alın yazımız böyle yazılmış. Kader ne ise onu çekeceğiz. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Allah'ın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah'ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok, bir yanlışlık sonucu ölümüme karar verenler, idam edenler Allah'tan bulsunlar.
Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa'lar ölür, Allah davası ölmez. Milliyetçilik yaşar, kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah'a inananlarındır.

Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazemin arkasından ağlamayın, günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Hakkım varsa, hepinize helal olsun, sizde helal edin.

Son olarak, abime, yengeme, yeğenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah'tan mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim.”
Oğlunuz Mustafa
7 Ekim 1980
Bu ilk infazlar Ankara’da gerçekleşmiş ondan sonra da yurdun değişik bölgelerinden infaz haberleri gelmeye başlamıştır.
Serdar Soyergin (sol görüşlü)25 Ekim 1980 Adana
Erdal Eren (sol görüşlü)13 Aralık 1980 Ankara
Cevdet Karakaş (sağ görüşlü)4 Haziran 1981 Elazığ
Veysel Güney (sol görüşlü)10 Haziran 1981 Gaziantep
Ahmet Saner (sol görüşlü)25 Haziran 1981 İstanbul
Kadir Tandoğan (sol görüşlü)25 Haziran 1981 İstanbul
Mustafa Özenç (sol görüşlü)20 Ağustos 1981 Adana
İsmet Şahin (sağ görüşlü)20 Ağustos 1981 İstanbul
Seyit Konuk (sol görüşlü)13 Mart 1982 İzmir
İbrahim Ethem Coşkun (sol görüşlü)13 Mart 1982 İzmir
Necati Vardar (sol görüşlü)13 Mart 1982 İzmir
Fikri Arıkan (sağ görüşlü)27 Mart 1982 Ankara
Sabri Altay (adli suçlu)23 Nisan 1982 Adapazarı
Cengiz Baktemur (sağ görüşlü)30 Nisan 1982 Elazığ
Şahabettin Ovalı (adli suçlu)12 Haziran 1982 Sinop
Ednan Kavaklı (adli suçlu)18 Haziran 1982 Ankara
Ali Bülent Orkan (sağ görüşlü)13 Ağustos 1982 Ankara
Veli Acar (adli suçlu)13 Ağustos 1982 Isparta
Eşref Özcan (adli suçlu)19 Ağustos 1982 Kayseri
Halil Fevzi Uyguntürk (adi suçlu)29 Aralık 1982 Afyon
Kazım Ergun (adli suçlu)29 Aralık 1982 Akşehir
Muzaffer Öner (adli suçlu)29 Aralık 1982 Amasya
Adem Özkan (adli suçlu)13 Ocak 1983 Balıkesir
Hüseyin Çaylı (adli suçlu)13 Ocak 1983 Afyon
Osman Demiroğlu (adli suçlu)13 Ocak 1983 Isparta
Ahmet Mehmet Uluğbay (adli suçlu)22 Ocak 1983 Akşehir
Ali Aktaş (siyasi)23 Ocak 1983 Adana
Duran Bircan (adli suçlu)23 Ocak 1983 Denizli
Levon Ekmekçiyan (Asala)28 Ocak 1983 Ankara
Ramazan Yukarıgöz (sol görüşlü)29 Ocak 1983 İzmit
Ömer Yazgan (sol görüşlü)29 Ocak 1983 İzmit
Erdoğan Yazgan (sol görüşlü)29 Ocak 1983 İzmit
Mehmet Kambur (sol görüşlü)29 Ocak 1983 İzmit
Ahmet Kerse (adli suçlu)30 Ocak 1983 Gaziantep
Rıdvan Karaköse (adli suçlu)5 Şubat 1983 Akşehir
Cavit Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir
Süleyman Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir
Fatih Laçinligil (adli suçlu)24 Şubat 1983 Keşan
Faik Görünmez (adli suçlu)24 Şubat 1983 Kilis
Mustafa Başaran (adli suçlu) 30 Mart 1983 Edirne
Hüseyin Üye (adli suçlu)30 Mart 1983 Nazilli
Şener Yiğit (adli suçlu)20 Nisan 1983 Isparta
Cafer Aksu Altıntaş (adli suçlu)20 Nisan 1983 Ordu
Abdülaziz Kılıç (adli suçlu)26 Mayıs 1983 Edirne
Halil Esendağ (sağ görüşlü)5 Haziran 1983 İzmir
Selçuk Duracık (sağ görüşlü)5 Haziran 1983 İzmir
İlyas Has (sol görüşlü)6 Ekim 1984 İzmir
Hıdır Aslan (sol görüşlü)24 Ekim 1984 İzmir



Liderler Ankara'ya Döndü
Gelibolu Hamzakoy'daki askeri dinlenme tesislerinde "güvence altına alınmış" bulunan CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ve AP Genel Başkanı Süleyman Demirel 10 Ekim'de Ankara'ya getirildi. Siyasi amaçlı olmamak kaydıyla ziyaretçi kabul etmelerine izin verildi.

Buna karşılık MHP lideri Alpaslan Türkeş ve bazı MHP yöneticileri 11 Ekim'de , MSP lideri Necmettin Erbakan ve bazı MSP yöneticileri 15 Ekim'de tutuklandı. Öte yandan MGK, ekim ayı başında ve daha önceki tarihlerde mahkemelerce verilmiş olup TBMM'nin onayını bekleyen sağ ve sol görüşlü mahkumların idamlarını onaylamaya başladı.

7 Ekim'den başlayarak bu cezalar infaz edildi. 27 Ekim'de MGK, geçici anayasa işlevini taşıyacak olan 2324 sayılı "Anayasa düzeni hakkındaki kanun"u kabul etti. Yasaya göre 1961 Anayasası'nın TBMM'ye verdiği bütün görev ve yetkiler MGK'ya, cumhurbaşkanına verdiği görev ve yetkiler de MGK Başkanı'na devrediliyordu.

Başka bir anayasa hazırlanana kadar yürürlükte kalacak olan bu geçici anayasa, 12 Eylül döneminin başka bir çok yasası gibi yayımlandığı tarihten itibaren değil, 12 Eylül 1980 itibariyle yürürlüğe girdi. 1970'li yılların ortalarında başlayıp yıllarca Türkiye'yi kasıp kavuran siyasal şiddet olayları 12 Eylül askeri müdahalesiyle birlikte "bir gün" içerisinde hissedilebilir bir biçimde azaldı ve kısa bir süre büyük ölçüde durdu. Özellikle yasadışı sol örgütler hızla çökertilerek etkisiz hale getirildi. 1983 seçimlerinin ertesine kadar süren 12 Eylül dönemi boyunca binlerce kişi tutuklandı ve yine binlerce kişi sıkıyönetim mahkemelerince çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.

Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 1 Temmuz 1983’te askerlik vazifesinden ayrıldı. MGK’nin varlığı da TBMM Başkanlık Dîvânının 7 Aralık 1983’te toplanmasıyla sona erdi. Emekliye ayrılan öteki MGK üyeleri Nurettin Ersin, Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer ve Sedat Celâsun altı yıl süreyle Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeliklerine getirildiler. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in ve Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyelerinin görev sürelerinin bitmesiyle On iki Eylül Dönemi fiilen sona ermiş oldu.


12 Eylül'ün Sonuçlarından Bazılarını Şöyle Sıralayabiliriz.
10.000 kişi gözaltına alınırken;
1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
7 bin kişi için idam cezası istendi.
517 kişiye idam cezası verildi.
Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).
İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi.
30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
31 gazeteci cezaevine girdi.
300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci silahla öldürüldü.
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
39 ton gazete ve dergi imha edildi.
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
14 kişi açlık grevinde öldü.
16 kişi kaçarken vuruldu.
95 kişi çatışmada öldü.
73 kişiye doğal ölüm raporu verildi.
43 kişinin intihar ettiği bildirildi.

SON SÖZ
Türkiye bahsettiğmiz darbelerden sonra biraz kabuk değiştirmiş geleneklere uymayan 28 Şunbat gibi postmodern bir darbe ve ardından gelen bir süreçle birlikte yaklaşık on yıllık bir travma yaşadı. Millet bu travmaların yaralarını saraken değişik isimler altında uykudayken 4 darbe daha atlattı. Geçtiğimiz yıllarda ise yapılan son darbenin şekli iyice değişmiş Türk toplumu; adına "e-muhtura veya e- bildiri " denilen yeni bir darbe geleneğiyle karşılaşmıştır.
Bütün bu darbelerin ardından bu gelenkte yavaş yavaş değişerek Türk siyasi hayatından silinmeye başladığını ve silineceğini son yapılan E ... soruşturmasıyla görmekteyiz.
Bu ülkede herzaman en doğuru sözü ve son sözü millet söylemiştir.












KAYNAKLAR:
1. Doğan, Yalçın ; Dar Sokakta Siyaset- Kasım 1985 İstanbul Tekin Yayınevi
2. Güven, T.Yılmaz ; Hamzakoy'dan Demokrasi Mahzenine
3.Feroz Ahmad; Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayinlari, Mart 1996, (2.baski).
4.Ridvan, Kaya, Kesintisiz Darbe Düzeni ve Islami Direnis Sorumlulugu, Ekin Yayinlari, Subat 1998.
5. Baskaya,Fikret; Paradigmanin iflasi, Doz Yayinlari, Eylül 1997 (6.baski).
6. Tanilli, Servet; Nasil Bir Demokrasi istiyoruz, Cem Yayinevi, 6.baski, Eylül 1994.
7. Küçük, Yalçın; Türkiye Üzerine Tezler l, Tekin Yayinevi, 1989 (5. baski).
8. Özdemir, Özdemir; Rejim ve Asker, Iz Yayincilik, Istanbul 1993.
9.Bernard Lewis,;Modern Türkiye'nin Dogusu, TTK, Ankara 1996.
10.Umran Dergisi, Sayi 54, Subat 1999.
11.Çetin, Yetkin; Türkiye'de Askeri Darbeler ve Amerika , yeniden Anadolu Ve Rumeli Mudafaa-i Hukuk Yayınları
Barlar, Mehmet; Türkiyede Darbeler ve Kavgalar Dönemi, Birey Yayıncılık

www.sodev.org.tr
www.ansiklopedi.turkcebilgi.com
www.belgenet.com
www.belgenet.com
www.milliyet.com.tr
www.ansiklopedi.bibilgi.com
www.tumgazeteler.com
www.stargazete.com
www.milligazete.com.
www.zaman.com.tr

( En Güzel Geleneğimiz(!?) başlıklı yazı şaircesevmek tarafından 27.05.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.