Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 3.02.2023
Okunma Sayısı : 475
Yorum Sayısı : 3
Ali  Osman’dan  Âl-i Osman’a – Âl-i  Osmandan  Yakın  Geçmişe..2- Bölüm-

Patrona Halil, önündeki şaraptan bir yudum daha çektikten sonra konuşmaya başladı:
-Yarenler. Devlet-i Âl-i Osman’ın durumu çok kötü. Padişahımız efendimiz Ahmet Han, bu Nevşehirli deyyusunun elinde oyuncak oldu. Herif memleketin her tarafını kerhane, meyhane doldurdu. Ahlaksızlık, rezillik diz boyu.
Muslu Beşe, dudaklarından damlayan şarabı elinin tersiyle sildikten sonra söze karıştı.
-Memleketin her tarafına köşkler, kasırlar yaptırdılar. Parklara salıncaklar kurdurup kadınlı erkekli bindiriyorlar. Hatta kadınları salıncaklara bindirip-indirmek için ‘’hubbaz’’ denilen delikanlılar tayin edip kendisi de bu manzarayı seyrediyormuş namussuz gavat.
Emir Ali:
-Padişahımızı da kendine benzetmiş. İran’a sefere çıkacaklarına ormanlara gidip bülbül sesi dinlerlermiş.
Erzurumlu Mehmet:
-Karılara cilveli şarkılar söyletip dinlermiş kellesine sı.tığım.
Oduncu Ahmet:
-O Nedim denen şair bozuntusunun da anasını ...mek lazım.
Kutucu Halil:
-Yahu herifler her Allah’ın günü helva meclisleri düzenliyorlar. Geceleri etrafı aydınlatmak için kaplumbağa sırtında mum yaktırıyorlar. Sefahat diz boyu.
Karayılan:
-Felemenk ( Hollanda ) Diyarından elli bin altın vererek lale soğanı bile getirmişler
Derviş Mehmet:
-Ya matbaa denilen o gavur icadı alete ne demeli?
İçtikçe konuştular, konuştukça içtiler ve sonunda Patrona Halil kararını verdi:
-Yarenler: Din-i İslam için(!), şeriat için(!) bu İbrahim Paşa ve yardakçılarını ortadan kaldırmaktan başka çare yoktur. Bir Vak’a-i Vakvakiye daha yaşatmadan ne padişahımız efendimizin ne de İbrahim Paşa denilen bu deyyusun aklının başına geleceği yok. Madem ki onlar sahip çıkmazlar Memalik-i Âl-i Osman’a, o halde biz sahip çıkacağız. Bu memleket sahipsiz değil. Var mısınız kıyama? ( Ayaklanmaya )
Mehmed-i Râbi ( IV.Mehmet- Avcı Mehmet ) 1642 yılında daha yedi yaşındayken tahta geçmişti . Henüz on sekiz yaşınayken yeniçerilerin maaşlarının ayarı düşük akçe olarak verilmesi üzerine 29 Şubat 1656 günü çıkan ayaklanma sonucunda yeniçerilerin, kellesini istediği başta defterdar ve kızlarağası olmak üzere otuz kadar devlet görevlisi Sultan Ahmet Meydanında ( O zamanki adıyla At Meydanı ) bir çınar ağacına asılarak idam edilmişti. Bu ağaç bir inanca göre cehennemde bulunan ve kafası insan kafasına benzeyen bir ağaç olan Vakvak ağacına benzetildiği için Vakvak ağacı olarak anılmaktaydı. İşte bu sebepten de bu olaya Vak’a-i Vakvakiye denilmekteydi. ( Vakvak olayı- Çınar Olayı ) Patrona Halil, ikinci Bir Vak’a-i Vakvakiye yaşatacaktı bu ‘’şehr-i İstanbul’da’’
Din-i İslam için, onun şeriatı için kıyam kararı(!) Galata’da bir Rum meyhanesinde kafalar iyice çekildikten sonra alındı.
Patrona Halil ve arkadaşları haklı olmaları gereken bir davaya tamamen yanlış yoldan girmişlerdi. Osmanlı Devleti gerçekten de çok kötü yönetiliyor ve bu ulu çınarın çatırdama sesleri sadece ülkede değil , doğuda İran’dan , Batıda Viyana’ya kadar hatta daha öteler de duyuluyordu. Bu gidişe bir son verilmeliydi ama böyle değil.
******
Patrona Halil ve avanesi, Galata’da isyan kararı aldıkları sırada Nevşehirli İbrahim Paşa da rüyasını tabir ettirmek üzere Üsküdardaki Aziz Mahmut Hüdai Dergahında, Molla Ali Osman Efendi ile buluştu.
-Paşam ! Dergahımıza hoş geldiniz. Yıllar sonra sizi buralarda görmek ne saadet.
-Hoş bulduk Molla…Bir maruzatımız hakkında senden bilgi almaya geldik. Daha doğrusu geleceğimiz hakkında ne görürsün onu sormaya geldik.
-Ey Paşa…Bilmez misin gelecek hakkındaki bilgiler yalnız ve ancak Yüce Rabbimizin katındadır ve o hazinenin anahtarı Hazreti Peygambere bile verilmemiştir. Yani ne ben ne de bir başka Allah’ın kulu sana gelecekten haber veremez.
-İyi de Molla, o zaman bizim saraydaki müneccimler ne halt yer? Nedir işleri güçleri?
-Ah Paşa ah…İlm-i nücum, gaipten haber verme ilmi haline geldiği içindir ki bu devlet böyle çökmektedir. Oysa ilm-i nücum yıldız ilmidir ki diyar-ı küffarda buna astronomi demektedirler. Onlar yıldızları inceleyerek alem-i adem ( insanlık alemi ) için faydalı bir şeyler yapmaya çalışırken biz bu ilmi fal, büyü, sihir, gelecekten haber verme ilmi yaptık. Buna bir de dini kılıf geçirdik ki akıllara zarar. Oysa Kur’an açık açık belirtmekte, hadisler bar bar bağırmaktadır ‘’ Hiç kimse gelecekten haber veremez’’ diye.
-Peki rüya tabiri de mi yoktur?
-Ah be Paşam. Nasıl bir rüya gördün ki korkusu seni buralara kadar attı?
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa gördüğü rüyayı anlattı Molla Ali Osman’a …
-Paşam ! Senin rüyanı tabir etmek için rüya tabircisi olmaya gerek yok. Müneccim olmak da gerekmiyor. Çamurlu yolda yürüsen ayağına mutlaka çamur bulaşır. Sen çamurlu bir yolda yürümektesin. Etrafındaki bir sürü dalkavuğa bakarak memleket güllük gülistanlık sanırsın. Nemçe gavuru bir yandan, Rus gavuru öte yandan, İran ise doğudan ağzını açmış kurt gibi saldırmayı bekler ve bunun hazırlıklarını yaparken sen ‘’Nedim’in şiirlerine kese kese altın saçarsın. ‘’ Gülelim, eğlenelim kâm alalım dünyadan’’mış... Gülmek, eğlenmek zamanı mıdır Paşa? Cennetmekan Sultan Süleyman Han onca kudrete sahipken bile hiç sizin kadar kâm aldı mı dünyadan? Velhasılı senin de Padişahımız Efendimizin de sonunu hayırlı görmem
Sen Paşa! Korkarım ki sonun Hezarpare Ahmet Paşa gibi olur. Din-i İslam üzere yaşamaz, Din-i İslam üzere devlet yönetmez isen birileri çıkar kendi ikbali için ama ‘’din-i İslam adına diyerekten’’ kelleni alıverir.
İbrahim Paşa, aldığı cevaptan hiç de memnun olmadı. Özellikle de Hezarpare Ahmet Paşa örneği onu tir tir titretmişti.
Hezarpare Ahmet Paşa, sağlığında Tezkereci Ahmet Paşa olarak bilinirdi. Sultan İbrahim zamanında bir yıl kadar sadrazamlık yapmış, 7 Ağustos 1648 de bir yeniçeri ayaklanması sonrasında öldürülmüştü. Zavallı oldukça şişman bir adam olduğundan vücudu bir hayli yağlıydı. Öldürüldükten sonra halk arasında yayılan ‘’ Sehm-i ademi vecai mefasika deva’’ ( Yani insan yağı eklem ağrılarına devadır ) reklamı yüzünden cesedi parça parça edilmiş, her bir parça et, kapanın elinde kalmıştı. İşte bu yüzden de Tezkereci Ahmet Paşa, öldürüldükten sonra Hezarpare ( Bin parça ) olarak anılmaya başlanmıştı.
Ülkede cehalet had safhadaydı ve İbrahim Paşanın kurdurduğu matbaa güzel bir adım olmakla beraber onun sayesinde bu cehaletin önüne geçilmesi de mümkün değildi. İnsanlar Vankulu Lügati, Sahih-i Cevheri okuyarak mı ilim sahibi olacaklardı? Zaten okuma yazma bilenler de parmakla gösterilecek kadar azdı.
İbrahim Paşa, Molla Ali Osman’ı dinledikçe renkten renge girdi. Ama Molla Ali Osman’a bir şey diyemezdi. O da öyle yaptı. Hiç bir şey demeden kayığına bindi ve maiyetiyle birlikte Sarayburnu’na doğru denize açıldılar.
( Ali Osman’dan Âl-i Osman’a – Âl-i Osmandan Yakın Geçmişe..2- Bölüm- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 3.02.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.