KUTLU GEZİ
3
21.05.14 ÇARŞAMBA
Mübarek bütün orada bulunanları tek tek dolaştı. Ve sonra mescidi terk etti.
Teveccüh esnasında sofiler cezbeleniyorlardı. Şeyhin sesi zaman zaman
değişiyor, okuduğu dualar, çektiği istimdatlar da bir canhıraş feryada ve
istiğrak haline dönüşüyordu.
Sofilerden biri tekrar Kur’an-ı Kerim okudu ve istiğfar çekerek teveccüh bitti.
2,3 saat süren bu ibadet büyük bir ferahlıkla tamamlanmıştı. Derin bir uykudan
uyanır gibi gözlerimizi açtık. Etrafımızdaki sofilerle sohbete başladık. Büyük
ve derin bir temizlikten çıkmış gibiydik.
Hepimiz mutluluk ve huzurla doluyduk. Ömrümde üçüncü defa katılmıştım bu nevi
ayine. Birincisi yıllar önce Menzildeydi. Rahmetli Sultan Hazretleri hayattaydı. Onun
meclisiydi. Tek teveccüh buydu o zaman katıldığım. Daha sonra teveccühler
kaldırılmıştı. Çünkü o zamanlar Menzil'deki dergaha gidenler artmış, tabiler
çoğalmıştı. 'Hatmeler teveccühtür’ denildi. Hakikaten hatmelerden aynı his
alıyor, hafifleyerek çıkıyorduk.
Nakşi tarikatinde öteden beri teveccühler yapılır ve bu teveccühler iştiyakla
karşılanırdı. Teveccühe katılanlar seçkin insan sayılırdı.
Mescitten hafiflemiş olarak ayrıldık. Kuş gibiydik, uçar gibi gidiyorduk. Bağırsaklarımdaki bozukluktan dolayı alelacele gidiyordum. Çorba dağıtılmaya
başlanmıştı. Sofiler beni geçmişlerdi. Ekmelerimi alarak çorbaya koyuldum.
Yağlı ve tuzsuz çorbayı tahta kaşıklarla içiyor, bir yandan kepeği hiç
alınmamış ekmeklerimizi yiyorduk. Derin kaplardaki çorbaya birkaç kişi birden
kaşık sallıyorduk.
Doyma noktasına vardık. Öyle iştah içinde yiyorduk ki görenler kıtlıktan çıkmış
sanırdı. Karavanaların başına sıra sıra dizilmiştik. Bulgur çorbası da güzel
yapılmıştı. Bulguru çok, suyu nerdeyse yok denecek kadar azdı. Biraz daha
kaynatılsa pilava dönüşebilirdi. Bu çorbayı daha önce diğer dergahlarda yediğim
çorbalarla karşılaştırıyordum. Menzil’de, Doğantepe'de içtiğim çorbalar da
bunlara benziyor ama aralarında biraz fark barındırıyordu. Ekmekler aynı
ekmeklerdi adeta. Bazen beyaz ekmek te çıktığı oluyordu ama ben beyaz ekmekten
o lezzeti alamıyordum.
Ekmekleri eve saklamak istiyordum ama ne mümkün. Pek taze de olmamalarına
rağmen hepsini yiyip bitirdim. Oradan ayrılıp dükkanlara doğru yollandım. Hava
oldukça güneşliydi. İshalim devam ediyordu. Faydası olur diye bir paket leblebi
de satın almayı ihmal etmedim.
Çayhaneye vardım. Her yanından geçtiğim tuvalete uğramayı ihmal etmedim.
Sürekli sularla haşir neşirdim. Bu da benim daha fazla üşümeme yol açıyordu.
İkindi namazı yaklaşıyordu. Bizse hala çayhanede sohbet ediyorduk. Kimler yoktu
ki oralarda. İzmit’ten ayrı ayrı arabalarla gelmiş bir sürü kişi. Bir zamanlar
kısa bir müddet komşuluk yaptığımız Mehmet Fıçıcı- o zamanlar yeni yetme bir
delikanlıydı- şimdi olgunlaşmış, birkaç çocuk babası olmuş, hem Şeyhin vekili.
Kıskanmadım, imrendim. Onlar aile boyu sofiydi. Babaları rahmetli olmuştu.
Allah taksiratını affetsin. Sofiler bana da çay ısmarladılar, bense elimdekileri
açıp ikram etmedim. Bu nedenle kendimi kınıyordum içten içe. Tekrar mescide
vardık. Telefonumun şarjı bitmek üzereydi, onu şarj etmek üzere prize taktım
çantamdaki şarj cihazıyla.
İzmitli bir grup köyden ayrıldı. Ben de arkadaşlara geç yola çıkmanın
mahzurlarını anlatıyordum. "Gece yarısı kente varacağız" diyordum. Kafile de
benim gibi kent merkezine uzakta oturanlar çoğunluktaydı.
Kimseyi ikna edemiyordum. Herkes işini Allah’a bırakmıştı. Bir şeyler olur hal
yoluna konur diyorlardı. Hatme'yi yaptık. Tövbelerimizi almıştık zaten öğle
namazından sonra. Hazırlıklıydık.
-devam edecek-