Yıllar önce Ankara Gençlik parkındaydım, bu yazım orada dikkatimi çeken bir manzarayı anlatıp bu günlere geleceğim.
Evvela o parkta işim
neydi, farklı bir hatıra olduğu için kaydedeyim. Parka özel gezmeye gitmemiştim, iş icabı oradaydım.
80’li yıllarda Almanya ve Hollanda
konsoloslukları Gençlik parkına çok yakındı. Şimdiki gibi ne mail ne başka
kolay ulaşım imkanı vardı. Randevu nedir bilinmezdi. Konsoloslukta sırf sıra
alabilmek için bir iki gün beklemen gerekebilirdi. Galiba liste gece yarısı yapıldığından, sıraya
girebilmek için gece yarısı oralarda olman gerekirdi. Bu ara ilk sıraya girmiş
olsan bile, görevlileri görüp senden öne geçenlerden geçilmezdi. Birinci
sıradaki amcanın birisi onuncu sırada olduğunu öğrenince itiraz etmiş, görevli
tarafından bir güzel azarlanmıştı. Mesai
dışı konsolosluğun yakınlarında bulunmak çok tehlikeli ve yasaktı, bu nedenden
dolayı çoğu vatandaş uyuyup kalmamak için bir kaç saat Gençlik parkında vakit geçirirdi. Keyfine düşkün olup otele
gidenler ise konsolosluğa geldiklerinde
sıra bile almaktan mahrum kalırlardı veya görevli birileriyle iyi bir görüşme
yapması gerekirdi.
Konuya dönelim,
konsoloslukta vize için sırayı Ankara Gençlik parkında bekliyordum. İkindi vakti, hava serinlemiş,
park çok kalabalıktı. Bizim gibi sıra bekleyenler hariç kimi yürüyüş yapıyor,
kimi koşu yapıyor kimi ise ağacın
altında uzanmış kitap okuyordu. Bir aile gezisi dikkatimi çekmişti; 5 yaşlarında bir çocuk ve bunun çevresinde en
az 4 yetişkin vardı. Yetişkinlerin tek derdi ağrısı sanki bu çocuktu, tüm ilgi
alaka çocuğa yoğunlaşmış gözüküyordu. Yetişkinler hatırladığım kadarıyla: nine,
dede, dadı ve anne. Babaya benzer birini gördüğümü hatırlamıyorum. “Birinin
dadı olduğunu nasıl anladın ? “ diye haklı olarak sorulabilir,
dadı olduğunu zannetiğim bayanın kılık kıyafeti diğerlerinkinden
farklıydı. Artı, sanki çocuğun gönlünü hoş tutabilmek için can atıyordu. O
günlerde böylesi bir manzarayı sadece Yeşil Çam filmlerinde görebilirdik, ufacık bir zengin bebesi ve onun çevresinde pervane gibi dönen üç beş
yetişkin. Sadece filmlerde görülebilecek bir manzarayı parkta canlı olarak görmüş
ve dikkatimi çekmişti. İçimden: “ işte fabrikatör bebesi, muallebi çocuğu!” demiştim.
Aradan yıllar
geçti, artık küçük bir çocuğun çevresinde üç beş yetişkinin bulunması ne
fabrikatör bebeleri ne de muallebi
çocuklarına has bir durum değildir.
Günümüzde çok sayıda küçük çocuk üç beş yetişkinin eşliğinde dışarıda
gezip oynamaktadır. Bu tür manzaraları özellikle AVM’lerde görebilirsiniz. Bu
gelişme refahla izah edilebilir: 80’li yıllara nazaran toplumda refah seviyesi
yükselmiştir. Ancak bu gelişmenin esas izahı, nüfus artışındaki durgunlukla alakalıdır.
Eskisi gibi büyük ailede bile 5 veya 10 çocuk yoktur. Bu yüzden ailenin ilk
torunu: nineler, dedeler, teyzeler, halalar, dayı ve amcaların ilgisiyle
kuşatılabilmektedir. Böylesi bir
çocuğun oyuncakların içinde kaybolabildiğini anlatmaya hiç gerek yok
zaten. Çocuğun, akransız bir ailede
yetişmesi ne kadar sağlıklıdır, zaman gösterecek. Beterin beteri var, asıl değinmek istediğim konuya
yeni geldim.
Ailenin ilk veya
tek çocuklarının aşırı ilgi ve alaka görmeleri sorun mu bilemem ama bazen ilgi
ve alakada çok ileri gidenler dikkatimi çekti. Çocuk, güvenli yani paralı parkta bile, oynarken
çoğu zaman babası gölge gibi çocuğu takip ediyor. Biraz mesafeli olsa sanki
çocuğu ya hemen kaçıracaklar ya da çocuk suya filan düşecek! Zaten çocuklar için
özel yani here türlü tedbir alınmış bir
park, burada bile çocuğa zarar gelecek diye korkuluyorsa, sorun çocukta değil
yetişkindedir! Bu ara yeni yürüyen 1 veya 2 yaşındakilerden bahsetmiyorum. 4 veya 5 yaşındaki çocuklar kendi başlarında
rahatlıkla oynayabilirler, rahat bırakan olsa!
Çocuk nereye giderse, gölge de oraya.
Geçenlerde 4 yaşlarında çocuğun biri parkta tırmanılan bir oyun oynuyordu. Çocuğun hemen
yanında babası da tırmanmış? Çocuk
attığı her adımda sanki babasının onayını almaya ihtiyacı varmış gibi babasına
bakıyordu. 4 yaşına gelmiş ama her adımda babasından destek bekliyordu yani
kendisinden tamanen emin olmayan daha doğrusu korkak bir çocuğa benziyordu.
Belki bu çocuk bir şekilde hastadır, bilemiyorum.
Daha geçen hafta,
başka bir parkta (torunum oynarken) benzer bir manzaraya şahit oldum. Yine 5 veya
6 yaşında bir çocuk, babası tam anlamıyla oğlunun gölgesi gibiydi. Oğlan nereye gitse, babası hemen bir
metre arkadasında oğlunu takip ediyordu.
Çocuk o kadar
bunaldı ki, parkın en icra köşelerine gitmeye daha doğrusu kaçmaya başladı ama
nafile. Babasından kaçan çocuğun her halinden belliydi: bunalmış, sıkılmış!
Tek: “yeteeeeeer!” diye çığlık atmadığı kaldı. Çocuğa acıdım, babasıyla konuşmak istedim ama
genç baba pek laf anlayacak birine benzemiyordu.
Neticeyi kelam;
her şeyin aşırısı zarardır. Aşırı ilgi, alaka, kontrol ile bunaltılıp çocuk olamayanların,
çocukluğunu yaşayamayanların psikolojisi
bozulmasında ne yapsın?
Abdullah Konuksever