Hüseyin Yılmaz ağabeyimiz, köyümüzün yetiştirdiği komşu canlısı, iyilik yapmayı yaşam biçimi seçmiş bir değerdi. Zeytin karası gözlerinin içi gülerdi sürekli. Çocukla çocuk büyükle büyüktü.

Yaşamın her safhasında zengin güldürü dağarcığından nadide örnekleriyle bizleri şenlendirirdi. İşte örnekler:

 

         Şubat, ara karneler verilmiş, notları iyi olanlar mutlulukla evlerine uçadursun Hüseyin ağabeyin dayıoğlu İsmet’in karnesi evlere şenlik. Boynu bükük evinin yolunu tutar İsmet. Derslere ilgisi yoktur. Sınıfında hatta okulda ne zaman bir hır-gür çıksa İsmet kesinlikle olayın içindedir.  Öğretmenlere aman dedirtir. Dayısının evindedir Hüseyin ağabey. İsmet, iki gözü iki çeşme… Ağlayarak kendisine acındırıp özellikle annesinden gelecek fırtınayı savuşturmak istemektedir.

         Hüseyin Ağabey İsmet’in karnesine bakar. Yengesine çıkışır bu arada:

 

         “Yenge bu çocuğu hiç beslememişsin. Karnesi ne kadar zayıf(!)

İsmet bir taraftan gözyaşlarını silerken yine ağlamaklı söze karışır.

 

         “Evet, Hüseyin Ağabey, dün akşam da kuru fasulye vardı sofrada…”

 

 

         Hüseyin ağabey, çok sevdiği dayısı ile Meydancık beldesinin bir köyüne giderler. Tohumluk patates almaktır amaçları. Meydancık patatesi bizin yörelerde meşhurdur. Köye varırlar. Köy meydanında iki adamın ağız kavgasına tanık olurlar. Adamın biri komşusunun tarlasının ucundaki kış odunu olacak kuru köknar ağacını kesip; odunları kendi odunluğuna taşımış. Tarla sahibi:

 

          “Sen benim tarlamın ucundaki ağacı nasıl kesersin!  Utanmak, arlanman yok mu?” diyerek bağırıp çağırırken, daha da gaza gelip,

 

          “Ben de senin bahçendeki bir dut ağacını kesmezsem bu köy anamı, avradımı s… sin…”

 

         Hüseyin ağabey der ki, meydanın az ilerisinde olayı izleyen kafasında eski bir şapka, şal (çuha) pantolonu kırk yamalı, kılık kıyafetinden köyün mecnunu olduğu belli bir adam:

 

         “Recep emmi, bizim mahalleyi niçin seçiyorsun? Bizim mahallede adam yok mu!?” diyerek kavgayı tatlandırdı.

 

         Belli ki, mecnunun mahallesi köyden birazcık sarpta kalıyormuş…

 

         Hüseyin ağabeyin ince fıkraları da vardı.

 

         Arazilerimiz aynı mevkide. Çayır biçim zamanı tırpanını, örs ve çekicini alan çayırının yanına varırdı. Genelde öğle yemeği bir arada yenir. Örs ve çekice müracaat edilir, tırpanları döğme faslı başlar yemekten sonra. Bu arada Hüseyin ağabey ortalığı şenlendirir.

 

          Bir köyde yaşayan adamın biri elde balta ormana gider. Köyün hayli uzağındadır orman. Kış odunu için kuru ağaçlardan bir kağnı arabalık odun hazırlar. Gün batarken evine döner. Yüzünden düşen bin parça, ağzını bıçak açmaz. Tek kelam etmez. Karısının pişirdiği çorbayı kaşıklarken, baklayı ağzından çıkarır.

 

         “ Kezban, hiç sormuyorsun, niçin yüzün sirke satıyor? Başıma ne olmaz iş geldi! Ormanda bir ağacı keserken baltayı kaydırdım takımı kökten kestim. Kanı zor durdurdum. Onun için eve geç döndüm.”

 

         Sofrada kaşık, çatal sesinden başka ses duyulmaz.  Şöminenin duvarında ses var, Kezban da yok.

 

         Sırt sırta dönüp yatarlar. Sabahleyin Kezban köyün yakınındaki çayda çamaşır yıkayacağım diyerek elbiselerden bir bohça yapıp evden ayrılır. Bohçada sadece Kezban’ın özel elbiseleri vardır. Kezban çayın kenarına değil, doğruca babasının evine gider.

 

         Akşam olur sabah olur Kezban kocasının yanına dönmez. Aradan zaman geçer. Adamın bekârlık canına tak eder. Bir gün Kezbanların köyüne gitmeye karar verir. Ön tarafı parçalanmış eski bir pantolon giyer. Köye yaklaşınca köy kadınlarının çeşme başında çamaşır yıkadıklarını görür.

 

         Çeşmenin yan tarafındaki yamaçta bacaklarını açarak oturup kadınları izlemeye başlar. Kezban da çamaşırcı kadınların içindedir. Bir anda kocasına ve önü yırtık pantolonun altındaki erkeklik hazinesine gözü kayar.

 

         Kezban çamaşırları filan bırakır doğru kocasının yanına koşar. Ve kocasına:

 

         “Sen niçin zahmet edip buralara kadar geldin? Biraz sonra eve dönecektim!” der.

 

         Karı koca eve dönerken, adam anlatmaya başlar:

 

         “Takımları yaptırdım yaptırmasına lakin bu iş pahalıya mal oldu. Küçük öküzleri sattım bu iş için.”

 

         Kadın, biraz üzgünce(!) söze girer:

 

         “Keşke büyük öküzleri satıp birazcık büyük yaptırsaydın!”

 

 

         Doğu illerinin birinde terekeme iki kardeş bir traktör satın alırlar. Babaları da beraber gider oğullarıyla ilçeye. Traktörün trafikle ilgili, plaka benzeri işlerini tamamlayıp köylerine döneceklerdir. Oğullar formalitelere koşuştururken baba traktörün yanında dinlenmektedir.

 

         Traktör bir apartmanın yan tarafındaki boş arsaya park edilmiştir. Baba meraklı adamdır. İç sesi traktörü çalıştırmayı buyurur. Traktöre çalıştırır. Oğlunun bu işi nasıl yaptığını gözlemlemiştir köyde.

 

 

         Yeni traktör. Anahtarı çevirmesiyle hemen çalıştır. Sıra hareket ettirmeye gelmiştir. Yaşlı amca bunu da başarır. Traktör hızlı hareket eder ve tüm hızıyla önündeki apartmana toslar. Güm diye kuvvetli bir ses yayılır çevreye. Bu arada traktör istop eder.

 

 

         Apartman sakinleri, bayanlar pencerelerden aşağı bakarlar korku ve heyecanla. Adam seslenir traktörün üstünden:

 

         “Korkmayın anam, korkmayın! Menim men. Yanlışlıkla noytuna bastım traktörün!..”  

 

 

         Hüseyin ağabeyden bir başka fıkra.

 

         Yine terekeme bir genç kız karın ağrısı çekmektedir. Babasıyla, hastahaneye gider. Sırası gelir, kız muayene odasına girer. Otantik şivesiyle zaman zaman karın ağrısı çektiğini söyler doktora. Doktor sorar kıza:

 

         “Gaz yapıyor musun?” Kız tüm içtenliğiyle cevap verir:

 

         “Çok iyi gaz (kaz) yaparım doktor bey! İsterseniz sizin içinde yapayım!”

 

 Hüseyin Ağabey iyi bir kağnı arabası ustasıdır. Komşu il Kars’ın ilçelerinden vatandaşlara kağnı arabası yapıp satmaktadır. Kaçak da olsa yaptığı iş; yaşam koşulları… Bu bakımdan Karslı yurttaşların yaşamlarıyla ilgi fıkra dağarcığı oldukça zengindir.

 

         Terekeme bir aileye sevdikleri bir konuk gelir. Ev sahibi konuğu için genç bir tosun kesip ziyafet verir. Sofraya et yemeği gelince konak sahibi zevkten dört köşe olmuştur. Konuğa özellikle et yemeği sunmak ev sahibi için övünç nedenidir. Ev sahibi yemeği hazırlayan gelinine seslenir

 

         “A yavrum bu yemeği tosunun zatından pişirdin?”

 

         Taze gelininin kayınpederle konuşması geleneğe aykırıdır. Gelin de gelin, etine dolgun alımlı bir tazedir. Yana dönüp sağ elini kalçasına şap şap vurur!..

 

 

( Hüseyin Yılmazdan Köy Fıkraları başlıklı yazı sahara tarafından 4.12.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.