Düşlerimi tartıyorum, sevgili bayım çünkü ben bir düş sihirbazıyım ve elimde olmadan tutuyorum ellerinizden bazen söküklerimi dikiyorum gözlerimi diktiğimde yüreğinize bazense iki yakamı bir araya getirmeye çalışıyorum büyük bir uğraşı sonrası lakin onaramıyorum içimdeki o kırık mabedi.

Patiskalara sarınıyorum bazen.

Bazense canım pandispanya çekiyor ama ben ilikleyemem yoksa ceketimin düğmelerini her canım çektiğinde sizi özlesem de her canım çektiğimde midemi şen edemem.

Yorgun kırıklarım var benim çok ama çok yorgun.

Kırılgan kalbimi aralıksız ütülüyorum sonra da demez misiniz siz bana:

‘’Başımı ütüledin.’’

Hangi ara gördümse artık sizi ne de olsa gerçeklerle hayaller arasında bir köprü kurdu mu insan bir de insan diğer insanın kurdu oldu mu…

Varsın olsun da: ne yani sözcüklerimi-kuzu farz ettiğim-kurda teslim etmeyeceksem ne anlamı kalırdı yazdıklarımın ama bilin ki; asla üstün körü yazmıyorum ben ve geçiştirmiyorum da duygularımı ama geçimsiz olduğumu da inkâr edemem diğer yandan ve gözlerime takılı her yaş aslında yas dolu varlığımın isyanıdır: Allah af etsin beni yeter ki…

Hınca hınç içimdeki devingen trafik.

Hercai değilim hem sadece hayatımı harcamamın ertesinde kendimi yeniden keşfettiğim bu yazma serüveninde deli gibi çabalıyorum pek çok konuda kendimi yeniden terbiye etmek adına en çok da bir çocuk gibi sevinmenin yerini de tutarken kalemi her elime aldığımda ve aklımdan çıkmazken hayaller.

Hayallerdir benim evrendeki seyahatimi daim kılan yoksa nice olurdu halim içine tıkıldığım bu dört duvarın da kulakları nasıl da çınlıyor üstelik.

Tekeri mi duyguların?

Yoksa kulağı kepçe kendini bilmezler mi?

Ben her ne kadar hayatın ve insanların uzağına kaçsam da gelip beni bulur illa ki hüzün yüklü hayal kırıkları.

Yüzümden düşen güller misal asla bin parça olmayan.

Bir gül olmanın neresi kötü hem hele ki içimdeki cennet bahçesinde kolaçan ederken çevremde saklı güzellikleri bu yüzden yıldız kimliğimi bir tarafa atacakken ve işte ansızın gece olurken ve gül kokusundan geride kalan her başımı gök kubbeye diktiğimde biliyorum da oraya ait olduğumu ne de olsa yerkürede bir Allah’ın kulu kabullenip onay vermedi kimliğime ve işte Rabbimle olan her buluşmam aralıksız O’nu andığım ve dualarımı eksik etmediğim.

Rengim bu gün uçuk pembe.

Rengim bu gün haddinden fazla kaçık hele ki son zamanlarda eksik olmayan o baş dönmesiyle adeta Mecnun gibi dolanıyorum etrafımda ve uydusu olduğum hiçbir cisim de yok son zamanlarda yine de zorluyorum kendimi çok da zorlanıyorum:

Uyumsuz addedilen çenebaz mizacım ve sıkıntıların biri bitmeden biri beni teslim alırken.

Hep bir anlatma ihtiyacı içimde saklı ve nice sır yüklüyüm adeta kayıp bir gezegen gibi her keşfettiğimde kendimi göç etmek istediğim kendimden lakin beni benden iyi ağırlayacak ne bir gezegen saklı kâinatta ne de bir insan ve ben her ne kadar iyi yürekli ve iyi niyetli bir insan olsam da illa ki refüze ediliyorum ne zamanki bir dost bir sırdaş bir arkadaş diye kendime yakın hissettiğim kim varsa…

Suçluyum ama.

Suçsuz addedilmesi gereken tek insan ben olsam da suçluyum.

Yanlışın da zararın da neresinden dönülse kar, değil mi?

Ama kendime bir ömür ettiğim zulüm ve çektirdiğim cefa neticesinde bakalım ömrüm yetecek mi kendimi daha çok daha çok sevmeme?

Sevdiğim insanların kat sayısı bazen karekökünü alıyorum ruhumun sonra derin bir analiz yapıyorum başım sıkışıyor Freud’un kapısını çalıyorum iyi de adamın kendine hayrı yokken bana ne diyebilir ki?

Kardeşim hep dalga geçer benimle-canım o benim.

‘’Ölümü bu kadar sık düşünüyorsun madem ablacım, mezarlıklar müdürlüğünde mi çalışsan diyorum?’’

İyi de ben ölüleri seviyorum.

Onlardan bana asla zarar gelmez hem ne zaman geldi ki?

Çok insan göç etti ansızın hatta rahmetli babam belki o bu gün yaşasaydı onu bu kadar çok sevip anlayamayacaktım.

Delice bir düşünce belki ama…

Ne de olsa yaşayan insanlar daha çok daha derinden yakabilmekte canımı ama her ne olursa olsun ben insana ihtiyaç duyuyorum. Bakın, aklıma ne geldi?

‘’İnsanım yok ama benim.’’

Uzun zaman geçti üzerinden bu itirafı teyzeme yaptığım günden bu yana.

İnsanla da olmuyor insansız da.

Canım yana yana hala insan sevgimi muhafaza ediyorum ama artık akıllandım da: uzaktan ve derinden seviyorum ben üstelik muhatabı hiçbir şeyin farkında değilken.

Kötü bir şey olmasa gerek hem.

Kimi bir diğerinin ardından gıybet yapar kimi de benim gibi sessizce sever ve duasından eksik etmez.

Bir de yaşayan ölüler mevzuu.

Beni benden eden tüm sevdiklerim nerede ise ayakları ile tıpış tıpış da ilerlemişken kendi bencil dünyalarına üstelik hatırı sayılır acılar çekerken ben üstüne üstük intiharın da eşiğine geldiğim ve işte İlahi Gücün bana yetiştiği gerçi o geceyi hala unutamam ama yine de sağ salim sabaha ulaşmam sadece Rabbim sayesindedir.

Bunda beterini de yaşadım hele ki şu son birkaç ay zarfında:

İnsan durduk yere zehirlenir mi?

Mümkün hele ki günde iki tane almam gereken antibiyotiği üst üste almışken ve ben bunu dört gün boyunca tekrarlayıp bir de zehirlendiğimi iş işten geçtikten sonra anlamışken.

Bu gün bu yazıyı yazmam bile bir mucize ve şifa veren yine ve sadece yüce Rabbim.

Ertesinde bana miras kalan günbegün etkisini azaltan baş dönmesi.

Az evvel Kafka’yı okurken sormadan da geçemedim kendime:

‘’Kafka’ya yeniden bir mektup yazmanın zamanı henüz gelmedi mi?’’ diye.

Adam varsın rahat uyusun mezarında elbet ölülerle kurduğum bu sıkı diyalektik iletişim sayesinde yeni bir mesleğim olabilir ne de olsa mezarlık bekçisi gibi içli dışlıyım zararsız ölü dostlarımla.

Bağışıklık mı kazanıyor yoksa insan acılara?

Mümkün, bayım.

Esefle kınandığım bir ömrün bu dönemecinde artık en ağır ithamlara maruz kalmamın ertesinde kendimle dalga geçmeyi de hayli becerdim sayılır…

Hele ki çocukken biraz fazla kiloluyum diye hayatımın ilk hakaretlerine tanık olup da üstüne kırk kilo verdi mi insan…

Sevecen bir iklim olduğumu söyleyemem.

Ama içimdeki rüzgâr sadece bana muhalif ve kimi zaman başına buyruk nasıl da tersten esiyor bir de üstüne insanlar terslendi mi bana…

Bense koşuyorum sadece Rabbime koşuyorum ve ellerimi her açtığımda eşlik eden yaşlara da rahmet okuyorum ve biliyorum O’nun zaten beni asla yalnız bırakmadığını yine de yalnızlık sadece Allah’a mahsus deyip insanlara selam veriyorum uzaklardan çok uzaklardan ve ne zamanki yakınlarına gideyim…

Varlığımı seviyorum.

Varlığım bazen yük geliyor.

Varlığımı sunan ve bu canı bana veren Rabbimi düşündüğümde ise…

Şükrediyorum her anıma her halime ama insan denen faktör beni öylesine şüpheye düşürüyor ki özellikle de kendimle ilintili ve fazlalık arz ettiğime dair intikal etti mi kimi düşünce ne de olsa her gün birileri illa ki birileri ya uzağa gidiyor ya da yakınımda ise beni benden ediyor.

Dert sahibi olmak herkese mahsus ama öğrendim ki: dert dinlemek istemeyen bir insan iklimi saklı yeryüzünde ve benim rol yeteneğim olmadığı için direkt konuya dalıyorum ve yanımda olan her kimse doğal olarak bunalıp uzaklara kaçıyor.

Bu yüzden bir ömür hep uzak kalmadım mı hayattan?

Sonra bir dönem insanların içine dalış yapmadım mı?

Hem bankada çalıştığım yıllar üstüne psikolojiye merak duyup sözüm ona kendimi ve evreni keşfetmek adına yüzlerce psikolog adayı ile aynı kampüste burun buruna eğitim almadım mı?

Sonra elbet kalan aklımı da saklı tutmak adına oraları da terk ettim.

Terk etmek.

İstifayı basmak.

Beni tatmin eden bir duygu bu yüzden saçmalık dolu meslek hayatımda illa ki istifayı basan ben oldum ne zamanki canımı yaksalar.

Didem Madak ne de güzel beyan etmiş hani:

‘’Pek çok işte çalıştım. Sekreterlik, anketörlük, pazarlamacılık, tezgâhtarlık. Hepsinden de istifa ettim. İstifa etmeyi çok sevmişimdir hep. Tam benim tarzım. İstifa etmek kendimi çok asil hissetmemi sağlardı. Bence herkes en azından bir kere şöyle anlı-şanlı istifa etmelidir. Tavsiye ederim.’’

Ben de pek çok işte çalıştım: Bankacılık, öğretmenlik, çevirmen, yönetici asistanlığı ve de en son öğrencilik.

Hepsinden de alnımın akıyla istifa ettim. Oh, ne ala.

Tam da hayattan istifa edecektim ki…

Bunu kimseye tavsiye etmem.

Ama insanlıktan ve sevmekten asla istifa etmeyeceğim, bayım ve umut etmekten.

Hüznümle yaşayıp giderken ve ruhum acılardan beslenirken bedenimse önemsiz: o aç kalsa da olur hani…

Sanmayın ki durduk yere yazıyor ve seviyorum…

 

 

 

 


( Tam Da Hayattan İstifa Edecektim Ki... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 4.12.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.