Kırk iki yıllık sınıf öğretmenliğinden sonra emekli olan ablamın anlattığı bir anıdan
esinlenerek kaleme alınmıştır.
"Kırk yıllık meslek hayatımda acısı ile tatlısı ile birçok olayla karşılaştım. Her öğretmen
gibi ben de bazı olaylardan etkilendim ama yaşadıklarım arasında öyle bir tanesi vardı ki,
bana “İşte ben öğretmenliği böyle öğrendim” dedirten olaydı.
Bundan yirmi beş yıl kadar önce, İstanbul’da bir okulda görev yaparken, birinci sınıfta bir kız öğrencim, bir türlü okuma yazmayı çözemiyordu. Yıl sonu bütünleme kursunda biraz okuyup yazmaya başlasa da, sınıf geçmesi için yeterli düzeyde değildi. Fakat ailesi sınıfta kalmasını istemiyordu.
Aslında öğrenciye sınıf tekrarı yaptırmayı ben de sevmiyordum. Çünkü bu duruma düşen öğrencilerin birçoğunun okuldan soğuduğuna ve kendini değersiz hissettiğine inanıyordum. Bu düşüncem ve ailesinin isteği doğrultusunda öğrencime sınıf tekrarlatmayı uygun görmedim.
Ne yazık ki yaz tatili boyunca öğrencimle hiç ilgilenilmemiş, iyi kötü öğrendiği okumayı unutmuş bir vaziyette dönmüştü. O yıl teftiş yılımız olması nedeni ile müfettiş çocukları teker teker okuttu. Sıra o kızımıza gelince, ağır okuduğunu bildiğim halde, onu okumaya teşvik ettim.
Tüm çabama rağmen öğrencim okumayı reddettiği için müfettiş bana bir hayli kızdı. Ezilmiştim. Fakat yaptığım şeyin doğru olduğuna, o çocuğu kazanacağıma inanıyordum. Çünkü öğrencinin üzerine yeteri kadar eğilim gösterilmesi halinde,onun çok şey başaracağına diğer arkadaşlarına rahatlıkla yetişebileceğine, belki ona diğerlerinden biraz daha fazla ilgi gösterilmesi gerektiğine emindim.
Ancak bunun için sadece benim değil ailesinde çaba göstermesi gerekiyordu.
Ne müfettişin bana kızması, ne de okul idaresini bu nedenle karşıma alabilecek olmam beni kazanabileceğim bir öğrenciyi kaybetmek kadar korkutmuyordu.
Sorunlu bir öğrencinin başarılı olabilmesi için, çocuk aile ve öğretmen ilişkisinin biraz daha fazla olması gerektiğini düşündüğümden o günden sonra onu kazanabilmek için öğrencimin ailesi ile işbirliği halinde hareket ettik.
Yirmi beş yıl önce yaşadığım bu olayın meyvesini beş yıl önce aldım. Diğer arkadaşlarının yardımı ile benimle bağlantı kuran kızım şu anda İzmir’de büyük bankaların birinde şef olarak çalışıyor, evli ve iki çocuk annesiymiş."
Öğretmenler, öğrencilerinin hem duygu yönünden hem de düşünce yönünden hayata hazır olmalarını sağlamak için devamlı kendilerini geliştirmelidir.
Hiç bir eğitimci kötü bireyler yetiştirmek istemez. Önemli olan neler yapabileceğini kendine sormasıdır.
İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen ki kendin bilmezsin.
Ya nice okumaktır.
Yukarıda ki dizelerin sahibi olan Yunus EMRE, bu sözleri kimler için söylemiştir. Bunu etraflıca düşündüğümüz zaman, tüm insanlığa ama özellikle de ilim sahibi insanlara söylediğini anlarız.
İlim sahibi bireyler, gerek günlük yaşantısında ham madde olarak cansız nesneleri kullanan bireyler olsun, gerekse canlı bir varlık olan insanı ham madde olarak ele alan bireyler olsun, ilmin asıl ölçütü önce bireylerin kendini bilmesidir.
Kim bilir kırk iki yıllık öğretmenliği sırasında daha ne çok anı biriktirdi sevgili ablam. 2020 Tokyo Olimpiyatlarında Okçuluk dalında altın madalya kazanan Mete Gazoz'da ilk okulda onun öğrencilerinden, Mete'den bahsederken öylesine gururlu ki kendi çocuğu kadar mutlu.
Elbette bu güzel insanlar için sevgili öğretmenlerimiz için bir gün yeteri değil onlar her zaman hatırlanacak insanlar ama hiç değilse bir gün olsun gönüllerinialalım.
Tüm Öğretmenlerimizin bu güzel gününü kutluyor, ellerinden saygı ve minnetle öpüyorum.
Mehmet Fikret ÜNALAN