Terli düşleri bu ihanetin belki de pencerenin pervazına konan bir öfkesin sen Mücella.

Cehennem sıcağında eriyen buz dağının ardında saklı bir resim belki de ve künyemde saklı bir ışık.

Ruhumun köşeli parantezlerinde saklısın bazen nidalar ektiğim en çok da üç noktayı sevdiğim.

Üç harfli bir acısın sen Mücella.

Şehrin aşkına ektiğim tohumsun bazen gürül gürül akan bir çeşme gibi başında nöbet tuttuğum musluğun ağzına bakıp da doldurulmayı bekleyen şişelere de verip veriştirdiğim.

Bir damla sadece bir damladan ibaret.

Dama taşı gibi oynatıldığım ve sokağın balçığında hüküm süren fareler gibi belki de bir sürahi su içip de içimde vıraklayan kurbağa ailesi.

Sözcüklerim yosun tutmadı bu sefer.

Ama yüreğim küle döndü.

Beylik tabiriyle külümden doğacak filan değilim ne de olsa insan evladıyım altı üstü yaşıyorum altı üstü yazıyorum altı üstü toprağı eşeliyorum sonra içine girip uyuyorum.

Uyanmadığım zamanlar da var süpürgenin üstüne çıkıp fink attığım bulutlar ne de olsa Tatlı Cadısıyım dünün şimdilerde acıtanlar ve acı bir frekansta hala saklı tutmak adına hem mutluluğumu hem mevcudiyetimi gerçi belli etmiyorum ama.

Ele avuca gelmez bir çocuk olmuş olsam ne ki dünün mizacında saklı bir tabu belki de yoksa kapıda beni bekleyen tabut mu? İyi de doğalı yeni oldu ve gömdüklerim yetmedi mi bir de minnet etmediklerim?

Gün sırra kadem bastı dostlar da.

Şehrin sanığı ve de salağıyım: şehre âşık olsam ne ki?

Şehir bana âşık olmadıktan sonra ya da elmayı çok seviyor olmam elmanın çehresini ve mizacını değiştirecek mi?

Sıradan bir insanım tıpkı senin gibi yine de şüheda mazinin güftesinde saklı bir tabusun sen içimde demlenen ve dertlenen.

Günde saklı horozlar ve tavuk ailesi ve saat başı ötüp duruyorlar tabii ki uyurken ne zaman üstümü açık bıraksam olacağı bu yine de görmezden geliyorum ve kukumav kuşlarına hürmet ediyorum onların kurumundan yanlarına yaklaşılmazken neden benim dolaylarımda bir Allah’ın kulu yoktur diye.

Tıpasını tıktım mı yüreğime: ne gelen var ne de giden ve de sen, Mücella…

Gelenler hepten kayıp, gidenlerse çoktan hükmünü yitirdi adeta kayıp bir valiz gibi unutulmuşluğum ve her nasılsa tıkış tıkış içim.

İçerlediğimden de değil hani ya da içlendiğimden: artık vara yoğa ağlamıyorum ve yağ çekenlere de aldırmıyorum sonuçta yağsız yemeye alışmışım ben yediklerimi bir de başımın etini yiyenler bir fasıla ki havsalamın almadığı.

Gelir gider tablosundaki eşitsizlik ve küme düşen rakamlar bir de yakamdan düşmeyen harfler.

Açığa alınmış bir memur gibiyim ve de açık veren yürek bütçem sanki gayri safi milli hasıladaki en büyük ölçekli şirketim artık nasıl tasfiye edeceksem bunca yılın yorgunluğunu elbet peşin ödediğim için de geri dönüşü artık hiçbir şeyin.

Korumakla mükellef olduğum bir ismim var gerçi insanlar ismimle alakadar değil varsa yoksa soy ismim ya da göbek bağımı kesemediğim ön adım ötelenen asıl ismim hani asılı kaldığım dilek ağacında açıp açmamam ise an meselesi.

Şerit değiştiren duygularımdan dem vurmayacağım bu sefer sadece karaborsada terk edilmiş bir hisse senedi gibi değer kaybediyorum ve borsada prim yapan tahvillerden de yok farkım elbet alacak verecek ilişkimin olmadığı devletle temas halindeyim en azından bana verdikleri kimlik numaramla beni adamdan sayan tek kuruluş.

Cebime gelen mesajlarda kendimi sorguluyorum bir de kendi numaramı cep telefonuma kaydetmişken ve her kendimi aradığımda meşgule veren ki her müşküle düştüğümde kendimi tuşlamayı pek bir benimser oldum elbet tuşa gelip güreşteki üstünlüğümü de yitirdim mi yeniden başa sarıyorum hayat hikâyemi.

Günlerden sulu gözlü Perşembe ve ardışık sayılardan kendime bir kolye dizayn ettiğim ve her ondalık sayıda sıfıra yuvarlandığım ne de olsa varlığım da yokluğum da bir, dünya ahalisi için.

Sırra kadem basan vefasız dostlarımı da anmadan geçemeyeceğim en çok da senin için düzenlediğim anma programının ardından ant içtiğim. Ne mi Mücella?

Takviye güçler gelmeden bir resim çekip göndereceğim sana ve sen de illa ki anlayacaksın içimdeki boşlukta asla sana yer olmadığını yine de gözlerimin dolu dolu olmasına aldanma sen en çok da dolduruşa gelip bana sırtını döndüğün günün de hala yasını tutarken adeta bir yasa gibi beni kırbaçlayan ama sonunda şükürler olsun ki kavuştum kendime üstelik kendimden kaçtığımı kendime itiraf edemezken insanlara duyduğum sevginin sadece küçük bir payı bile yetti kendimle barışmaya bu yüzden hikâyemi de yazmaya henüz başladım elbet devamı gelecek sana yazdığım mektupların her ne kadar okumadığını itiraf etsen de.

İçimdeki bitmek bilmeyen o izdiham Mücella.

Meğer nasıl da özlemişim. Neyi mi?

Sensizliğin borasında kendime attığım o tek adımla bir rüzgâr olduğumun henüz farkına varıp sevecek ne çok özelliğim olduğunu.

Eski dosttan düşman olmaz mı sahiden? Oysaki biz seninle asla dost olmayı başaramamışken ve ben kuru başıma kuru sevgimle sana ve arkadaşlığımıza sahip çıkarken ne çok şeyi kaçırmışım.

Asla.

Çünkü kaçıran sensin ve içimdeki büyünün dumanında kaybolan yine sen ve dünya gözüyle seni son defa görmemin ertesinde o kadar çok şey değişti ki…

Bu değişime mahal veren de bendeki bitimsiz sevgi ve özlem ve yâd ettiğim maziyi artık sildim gitti ve silinmek bilmeyen gönül imzamla artık saf tuttuğum başka dünyalar ve bulutlar var tıpkı gözüme kaçan kalemin tozunda saklı tuttuğum devasa bir dünyayı aslında bana sunan Rabbim iken ve ben bu dünyayı tüm sevdiklerimle paylaşırken…

 


( Mücella... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 18.11.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.