Ütüle göz kırışıklarımı sadece ütüle
ve tembihle içimdeki şehre yüreğinden dökülenleri kabullendiğimi.
Hangi peyzajda saklıdır aşk ve hangi
rengin ihanetidir hasret?
Şiirlerden örülü bir cümle olsam ne
ki ne, sen olmadıktan sonra yanımda ve kürediğim heceler kardığım yürek ve
kaydığım zemin.
Mevsimlerden ağıt.
Günlerden Perşembe ve hakkımı helal
ediyor şüheda gülücüklerime ve ben anlamsızlığın mahzun prensesiyim aşkın da
aksinde açmadan solduğum asla değil yalan bak gözlerimin kırışıklığı.
Tıpkı kâğıt gibiyim.
Hala beyaz hala masum kaldığıma
varsın olsun tek şahit Rabbim.
Cümlelerimden asma beni.
Yüreğinden de atma.
Ama bilirim ki; çok geç kaldım ben bu
mevsime ve şehrin şebekelerindeki o arızadan da beter tembihliyim ben babamdan
ne gecedir özrüm ne de gecedir nesrim.
Nazik oldumsa bir ömür tüm
hırçınlığım kendime ve kabrime bir gül bırak eğer gerçekten sevdiysen beni…
Yetmedi.
Yatır meziyetinde yalnızlığın da
türbesinde…
Gözlerim ne siyah ne mavi ama göğün
kırbacıdır kanatlarım.
Yalnızlığım baki.
Düşlerim varsa yokluğundur düşüme
düştüğün.
Varlığımsa kimi zaman hicap yüklü ve
aşkın miadı dolmuşken küflü kalplerinde nesli tükenen deyişlerin…
Sanrılarım yok benim ama
sancılandığım doğru her uykuya dalmazdan önce ve bilemezsin en çok da neye
daldığımı.
Bir sure ise içine saklandığım.
Bir suretse gecenin enginliğinde safi
özlem ve hüzün…
Seyyahı olsam ne ki sözcüklerin…
Şerefimle yaşar ve yazarken şanlı bir
renkle gömsünler beni.
Nazenindir goncalarım tüttüğüm kadar
bacadan tütsüler yaktığımsa yalan ama yandığım tek gerçek ve yakardığım Rabbime
ve tasfiye ettiğim dün sunup da taziyelerimi günbegün mevsime…
Mevsimsizdir hem benim sevgim
layıkıyla yaşayıp da tek nefeste soktuktan sonra içimdeki madene ve kömür gözlü
bir seyyahtır aşka düştüğüm kara saçlarında gecenin sevgiliye methiyeler
dizdiğim her halükarda yalnızlığıma kapaklandığım dizlerimin üstüne çöktüğümse
sadece huzuruna çıktığında Rabbimin.
Matemde saklandığım mahzenden kaçıp
da aşkta sobelendiğim.
Gönlümün penceresine konan bir kuş
olsa ne ki aşkın hakimiyeti hız kesmezden önce.
Mavi turnam.
Yeşilbaşlı ördeğim ve zarif
serçelerim ve pandispanya kıvamında uçuşan kumrularım bilmezler de İstanbul’un
orta yerinde Kuş Cennetini yaşadığımı…
Yaşattığımsa bir tebessüm.
Yaslandığım ulu çınar kurusa da
gövdesi hala bağlı köklerine tıpkı senin gibi sırtımı sıvazlayansa mabedimin
tek sahibi yüreğimin kırsalında ektiğim düşlerden biçtiğim şiirler ve şimdi
ilikliyorum düğmelerini gecenin ve baş koyduğum yoldan bir milim bile
sapmıyorum yoksa nasıl dayanırdım ben mutluluğa duyduğum hasreti de
geçiştirirdim dünyanın da malında mülkünde yok madem gözüm…
Hala mı ağlıyorum?
Sildiğim yalan dünün izlerini.
Ütülesen de gözlerimi değişmeyecek
kırışıklığı hüznün ve mimiklerimde saklı bin bir duygu ve heyecan asla terk etmeyecek
beni ben çoktan terk etsem de dünyada saklı yalancı mutluluğu da savuşturdum
madem başımdan şimdi gitmenin de tam vakti yitmeden kalan gücüm sobelendiğim ne
ki hazanda sürüldüğüm o coğrafya bilip bilmeden sevip de rahatsızlık vermekse
benliğine ben zaten var olmamış bir hikâye değil miydim gözünde ve ütülediğim
heceler değil unutkanlığıma mahal veren her acı dolu sözcük dökülen
dudaklarından…