Gem vur düşlerine.
Yetemediğinden de olsa iç çekişlerine…
Sancılı mevsime ver veriştir
dilediğince…
Damarlarındaki sevgini hüznüne katık
ettiğin ve çevir tersini yüzüne göğün ve suskunluğuna sığındığın ömrün
duvarlarına tırman ve bahşedilen nefesinle uyut tüm hayallerini, uyumsuz
addedilen yüreğin demlendiği her günde yetindiğin kadar kendine yatıya kalan
hangi düş ise düşünmediğin kadar sarıl içimdeki yetime ve kaybolmaya çeyrek
kala, yarım kalan hikâyelerine mil çek özlemin üstünden de seyret evreni: hem
bir kuş olmanın nesi kötü hele ki kırık kanatlarına yağan benek benek bunca
bilinmezi kabullenmişken ilk günden beri…
Anlamsızlığın sayacında sekiyordum.
Renklere kıyafetler sunuyordum belli
ki her üstü örtülü bir renge kavuşmalıydı ve çıplak ruhunu biçimlendirmeliydi
insan.
İnsanlığımın sunumu her duygu ve de
mucize…
İçine sıkıştığım o ufacık kutu, kalbimin
küt küt attığı.
İçime çektiğim havada saklı olduğumu
da biliyordum hani bazen hava yuttuğum bazense havada asılı kaldığım ve kimi
insanın hava cıva olduğunu bana hatırlatan öğütler.
Öğüttüğüm tüm duygulardan örüyordum
satırlarımı ve öğreti bildiğim her değeri de koruyup kolluyordum.
Belki de isyan bayrağını açmalıydım derken
ruhumu dalgalandırıp kaldığım yerden devam etmeliydim. İyi de hep yaptığım bu
değil miydi bir ömür ve ömür sonlanmadan defalarca başa dönüp kaldığım yerden
devam etmek beni nereye götürmüştü ya da sürüklemişti?
Bir ünlem işareti kondurdum yüzüme.
Bir de soru işareti ekledim mi
gözlerime.
Bir susku ise g/izlendiğim kimine
göre sus payı bir söylem içinde demlendiğim.
Mizacıma yenik düşmüştüm daha doğrusu
mizacımla şerh düşmüştüm ben hayata ve kimliğime asılı sıfatlardan firar edip
artık kuş kimliğimle sekiyordum hayatta üstelik kanatlarım değil miydi bana son
olarak bahşedilen tabir-i caizse kalemimle kanat açtığım bir dünya öncesinde
hayalini dahi kurmadığım.
Hazandı misafiri bizlerin.
Hazan aslında mimarisiydi içimdeki
denklemin ve bazen bir parmak hüzün çaldım mı yüreğime başlıyordum işte sekmeye
tek tek.
Kafamdaki toka mıydı yoksa beni derli
toplu kılan yoksa kafama taktıklarım mı güneşi penceremden kovan?
Tahayyül dahi edemeyeceğim bir güne
uyanmıştım bilmeden.
Bilip bilmeden sevdiğim her kim/ne
ise sonunda meyvesini topluyordum işte duyduğum hasretin ve hiç olmadığım kadar
da kabullenmiştim içimdeki yalnızlığı ve yalnızlığın asla bir suç olarak
addedilmeyeceğini öğretmişti bana hayat bir şekilde.
Hem yalnız olmak sevmeye engel teşkil
etmiyordu ve beni bir ömürlük yalnızlığımı zaten severek ekarte etmişken.
Rüştünü ispatlamıştım üstelik içimde
yarım kalan maceraların da devamını getiriyorum: hem seviyordum hem de inanıyor
üstüne üstük yazarak ruhumu arındırıyordum.
Duygularımla barışmayı da öğrenmiştim
ya sonunda ve çekimserliğimi de az buçuk atmıştım üstümden.
Karşı yakanın kıyısında beni bekleyen
sandal.
Haletiruhiyeme eşlik edense iki
kürek…
Ve sevgi denen deryada su alsa da
yüreğim
Ben aslında umudun ve aşkın ta
kendisiydim.
Aşk hep vardı hayatımda üstelik
beşeri anlamda hâsıl olmayan ama insanlardan yola çıkıp tüm dünyayı sevebiliyor
olmanın da imkan dâhilinde olduğu.
Rüzgârdım.
Rüyadaydım.
Aslında hem rüzgâr hem de rüyaydım.
Usumun koridorlarında voltalar atan
seyyah kalemim ve aşkın meşrebini giyinmiş elemim.
Hüzün illa ki bir parçamdı benim ve
de yüzüme düşen perçemde saklıydı anamın ak sütü kadar helal beyazlarım ve
yalnızlığım.
Bir denklem kurmuştum bilmeden derken
bir tane daha ve bir tane daha…
Dengim olansa hep bilinmezdi ve ben
illa ki bilinmeze ve imkansıza âşık olmuştum bir ömür.
Ben şehirdim.
Ben şiirdim.
Ben yaralı bir kelamı binlerce
heceyle çarpan kuvveti idi sayıların ve çaprazımda b/ölüm sağımda kalemim
solumda ise sağdıcım yüreğim.
Neye mi denk düşüyordum insanların
gözünde?
Bana ne.
Sıfatlar mıydı yoksa yorgun ruhumu
yokuşu?
Ne gam ah, ölsem ne ki…
Ne dağdım ne tepe.
Ne da bir ova.
Ne yerdim ne gök.
Ne yerdeydim ne gökte.
Ne vardım ne yok.
Tok sesi varlığımın aslında parmak
uçlarımda yaşadığım ve su balesi yapan bir peri gibi asılı kaldığım göğün de
temennisi iken ilhamıma yenik düştüğüm ve aşkın günbegün büyüdüğü.
Aşkın şahikası idi madem sözcükler
bense şakıyan bir bülbül üstelik bir gül olduğumu iddia etse de döngü.
Karambolde kaldığım bir ömür.
Kanaviçeler ördüğüm günbegün.
Kardığım sözcükler.
Ah, kaykıldığım zemin.
Ve ben nasıl da metin ve de emindim
kendimden.
Benzemekse illa ki birilerine asla
tasvip etmediğim gelin görün ki; ara ara öykündüğüm hemcinslerim.
Patavatsız ya da pervasız olabildiğim
kadar başımı da dik tutmuşken bir ömür ve aşk iken en zayıf halkamdan uçup
s/onsuzluğa ve imkânsızlığa konduğum.
Rengimse pembe ve mavi.
Siyaha dönse de evren kimi zaman.
Ve işte umudun ve sevginin eşlik
ettiği iklim iken iman gücümde saklandığım ve gözümü sakındığım.
Hecelerdi ruhumun mintanı.
Sözcükler kimi zaman bıçkın ve
hırçın.
Huysuz olduğum kadar da merhametli
yüreğimle yüzüm dönük iken Mevla’ma yoksa başım her sıkıştığında nasıl koşardım
ben Rabbime?
Ar bildiğim.
Arz ettiğim.
Arkı belki de sözcüklerin ve yüzümün
akı iken içimdekini dışa vurduğum kısaca sözü de özü de bir oldu mu insan…
Elbet yanıltmadığım kadar
yanılıyordum ve yanıtlıyordum da soruları bazen yargısız infazda can verirken
kelimelerim aşkı ve insanlığımı üst mahkemeye taşıyordum çünkü inandığım idi
İlahi Adalet ve işte pes etmeden daim kıldığım hayatla olan mücadelemde
kırkladığım acılarım ve gönül koysam da kimi zaman gönülsüz yaşamaz ve
sevmezken ve yazmazken.
Hep de dün olduğu gibi: içimden
geldiği gibi ve içimden gelenle başıma gelenleri eşleştirdiğimde canım yansa
bile içimdeki ateşin ve tutkunun sönmediği, sonlanmadığı.
Çünkü ben bir aşka baş koymuştum.
Üstelik…
Dört yaşımdaki halim dün gibi
aklımdayken dünde saklı gözükse de o çocuk, yaşım kaç olursa olsun koruyup
kolladığımdı içimdeki çocuk öncesinde Rabbim iken bana kol kanat gereken yoksa
başımı hala dik ve hayatı vazgeçilmez, nasıl kılardım?
Vazgeçilmez olmasam da birilerinin
gözünde vazgeçemediğim kadar aşktan ve içimdeki çocuktan ve asla da taviz
vermeden haiz olduğum gerçeklerden.
Ve hayallerim.
Ve de umut teknem…
Hayatın t/adını ise severek
çıkardığım…
Hem ben sizleri ya da bir şeyleri
sevmek için izin dahi almazken ve güç bela sıra kendime gelmişken bense aşka
doymazken ve bir ömür aç kalıp kendimi terbiye etmişken, duygulardı ruhumu
besleyen ve ben sadece koşmuyordum da ne de olsa varacağım noktayı çoktan
belirlemiştim ve sabır etmeyi öğrendiğimden beri sebat edip yetinmekle alt
edebilirken tüm olumsuzlukları ve yalnızlığımı…