Hani bir şarkı vardır..Çok da bilindik bir şarkı…’’Nerden aklıma geldi kim bilir, Gezdim dün gece sehri şöyle bir’’

Benin de aklıma nerden esti bilmiyorum. Sanırım yine keşkelerimle başbaşa kalmıştım ve keşke-keşke diyordum hocamın benim ayaklarımın önüne kadar getirip serdiği o fırsatı tepmeseydim. O fırsatın ne kadar önemli olduğunun, benim belki de tüm hayatımı tamamen değiştirebilecek ve şu anda yaşadığım sefil hayat yerine çok daha farklı bir hayat yaşamamı sağlayacaktı. Hatta kim bilir belki ben de hocam gibi bir bilim adamı olacaktım.

Pardon…Hocam, hocam diyorum da kim bu hocam ve benim için ne yapmıştı ki ben hâla başımı taşlara vuruyorum’’

Yıl 1976 idi… Üniversitedeki ikinci yılım. 1975-1976 Öğretim yılının ikinci döneminin sonlarına yaklaşıyorduk.

İşte o yıllarda ve Mart ayında filan bir gün evimize sarı bir zarf geldi. Zarfın üzerine baktım Başbakanlık Arşivi Müdürlüğünden gelmekteydi. Heyecanla yırttım zarfı ve içindeki pusulavari kısacık yazıyı okudum.

‘’Sayın Sami Buber ( O zamanlar soyadım Buber ) Burs konusunu görüşmek üzere ....tarihine kadar Müdürlüğümüze baş vurmanız önemle rica olunur’’

Allah Allah…Ben hiç kimseden ya da kurum ve kuruluştan burs istemedim ki. Her gün abimden aldığım 5 lira ile okuluma gidip geliyorum. Hani bir yerlerden bir burs verilmesi hiç de fena olmayacak ama bayram değil seyran değil bu burs da nereden çıktı?

Şaşıracaksınız ve de inanmayacaksınız biliyorum ama asıl hayret duyulacak olay ne biliyor musunuz? Başbakanlık arşivi nerede bilmiyorum ve de Ankara’da olduğundan kesin emin olduğum için ‘’ Adaammm sen de taa Ankara’ya gidip deli gibi Başbakanlık Arşivi arayamam diyorum’’ Bu arada arkadaşlarıma soruyorum onlar içinde de bilen eden yok… Onlar da benim gibi - Başbakanlık Ankara’da olduğuna göre Arşivi de - Ankara’da sanıyorlar.

Nihayet merak bu ya Hocalarımdan Rahmetli Prof. Dr. Dursun Hakkı Yıldız’a sordum.
-Hocam ! Başbakanlık Arşivi Ankara’nın hangi semtinde?                    ( Ankara’da olduğundan o kadar eminim yani )
-Sen şimdi gerçekten bilmiyor musun Başbakanlık Arşivinin nerede olduğunu?
-Hocam Ankara’da.. Onu biliyorum da hangi semtinde?

Ben olsam bir de kol işareti yapardım ‘’ Naaahh Ankara’da. ‘’ diye Ama o güzeller güzeli İslam tarihi Desi Hocam çok kibar bir insandı ve aynı kibarlıkla cevap verdi

-Evladım Başbakanlık arşivi İstanbul'dadır…Hem de buraya oldukça yakın.
-Buraya oldukça yakın mı? Nerede ?
-Bâb-ı Âli’den içeri gir, sağdaki ufak sarı bina.
-Bâb- Âli mi? Orası nere ki?
-Gülhane Parkını biliyor musun?
-Eveett..
-İşte onun tam karşısında bir kapı var..Orayı da bildin mi?
-Evet hocam nasıl bilinmez…Her gün önünden geçiyoruz.
-İşte o her gün önünden geçtiğin Kapı Bâb-ı Âlidir…Oradan girdin mi sağda sarı bir bina var çok da büyük değil.
-Hocam o binayı da biliyorum..Üç ay defterdarlığa bağlı olarak çalıştım ben. Her gün öğlen vaktinde orada toplaşır arkadaşlarla öğlen arası verirdik. Allah Allah…Burnumun dibindeki yerden haberim yok..
-Merak etme neredeyse hiç kimse bilmez oranın arşiv olduğunu.

Neyse…Ben öğrenmiştim artık. Madem  ki  çok  yakınımdaydı  durur muyum? Doğru Arşiv Müdürlüğüne…

Elimdeki mektubu uzattım Arşiv Müdürüne. Adam baktı, okudu…Bir bana baktı, bir daha kağıdı okudu. Her halde gözlerine inanamıyordu.

-Hımmm…Demek Cengiz Orhonlu Hoca’nın tavsiye ettiği delikanlı sensin.

Cengiz Orhonlu mu? Prof. Dr. Cengiz Orhonlu…Benim nazarımdaki en sıkıcı derslerden biri olan ‘’Osmanlı Müeesseleri ‘’ dersi hocası ve o sıralarda işlediği ‘’ Osmanlılarda İskan Siyaseti ‘’ Ders konusu yüzünden neredeyse ‘’Öğğğ’’ olacağım Hocam…( Yanlış anlaşılmasın. Hocamı çok seviyorum ama dersini asla. )

- Şeyyy…Cengiz Orhonlu Hocam mı beni size tavsiye etti?
-Evet…Senin çok çalışkan ve dikkatli bir öğrenci olduğunu, okula da her gün devam ettiğini yazmış. Seni azimli biri olduğun için tavsiye etmiş bize…Osmanlıcayla aran nasıl? Okuyabiliyor musun?
-Okurum Allah’ın izniyle..

Müdür bey bana Matbaa yazısıyla yazılmış bir Naima Tarihi getirip ‘’Oku bakalım madem ‘’ dedi. Matbaa yazısı olunca çocuk oyuncağı. Başladım bülbül gibi şakımaya. Daha sonra iki de el yazması getirdi... El yazmalarını okumak oldukça zordur ( Bilen bilir ) Tabii ki kekeleme başladım . Ama bence rezaletin rezaleti olan bu okuma Müdür Beyin hoşuna gitti.

-Bak evlat madem ki seni Cengiz Hoca tavsiye etti hemen verebiliriz bursu. Ama sana şunu söyleyeyim. Bu bursu alırsan artık buranın elemanı olursun. Yani okul bitince artık devamlı arşivde çalışmak zorundasın. Öyle iki sene mecburi hizmet sonra kaçayım yok.
-O tamam da mesela ben diyelim ki okuyamadım, okulu bıraktım. O zaman ne olacak?
-O zaman verdiğimiz bursu senden ya da ailenden faiziyle geri alıyoruz…Ama sen buna kafanı takma..Sen okulunu mutlaka bitirirsin. Hem bak burayı ileride enstitü yapabiliriz. O zaman sen kafadan asistan olursun.

Böyle bir teklife siz olsanız ne yaparsınız? Balıklama dalarsınız değil mi?
Ben öyle yapmadım.

 -Şeyy biraz dolaşabilir miyim içeriyi. Burada nasıl çalışılıyor görmeme izin var mı?
-Elbette..Buyur…

Başladım içeriyi gezmeye…O kadar sessiz bir yer ki gerçekten de yere bir iğne düşse çın çın çınlayacak neredeyse…Aaa o da ne bizim hocaların çoğu burada. Vah gariplerim vah. Ellerinde koca koca mercekler yumulmuşlar el yazması belgelere araştırma yapıyorlar. Merceklerden bakınca gözleri koskocaman ve de pörtlek pörtlek görülüyor. Hay Allah’ım ya Ordinaryüs denilen Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu bile burada.

Yok anam babam yok. Bana göre değil burası. Ne yahu bu? Cenaze evi bile buradan neşelidir. Yok arkadaş ben adam gibi öğretmen olacağım. Burada bu mezamorto ( yarı ölü ) insanlarla birlikte yaşayamam ben.   ( Oysa normal hayatım da oldukça sakindir..Öyle gürültü, patırtı, hatta zamanın modası pop müzikten filan bile hoşlanmam çok gürültülü diye.)

-Eee delikanlı ne düşünüyorsun?
-Teşekkür ederim Müdürüm. Hocamdan da Allah razı olsun. Ona ayrıca teşekkür edeceğim ama ben bu bursu kabul etmiyorum. Bakarsınız okulu bitiremem bunca yük olduğum ağabeyime bir de böyle yük olmayayım..Ona boşu boşuna bir sürü borç ödettirmeyeyim. ( Belki de en önemli sebebim buydu..Okulu bitiremezsem korkusu…Her gün en az on kişinin öldürüldüğü günlerdi o günler ve yarına sağ çıkabileceğimiz bile meçhuldü. )

Arşiv Müdürü ‘’ Tekrar düşün.İstersen sana düşünmen için iki gün vereyim.’’ filan dediyse de aldırmadım. Burs tarafımdan reddedilmişti.

İki yıl sonra -belki bitiremem dediğim- Fakülteyi bölümün en başarılı öğrencisi olarak bitirdim. Prof . Dr. Kemal Beydilli’nin ( O zaman asistandı ) Sonçağ Tarihi dersleri sınavlarından sonra sonuçları öğrenmek için gittiğimde ‘’ Sami Buber sen misin? Gel seni alnından bir öpeyim’’ dediğini hiç unutmam.

Başbakanlık Arşivinin verdiği bursu almadım ama o arşivden kurtulabildim mi? Ne gezer?

Son sene mezuniyet tezi hazırlayacağız…Tüm arkadaşların eline birer matbaa yazması kitap verilip bunun ilk yüz sayfası senin, sonraki yüz sayfası senin . Okuyun ve yazın’’ denirken sadece ve sadece bana araştırma görevi verildi. Konu:’’ 17. Ve 18. Yüzyıllarda Akdeniz ve Ege Sahillerinde Kaçakçılık’ İstikamet Başbakanlık Arşivi marş marş!

Tam altı ay gece gündüz o merceklerin arkasından bakan pörtlek göz artık ben oldum. En az iki bin sayfa el yazması belge okudum ve içinden altı tane kaçakçılıkla ilgili belge çıkardım. Başka kaynaklarlardan da faydalanarak tezi yazıp teslim ettim. O sene doçent olan Müçteba İlgürel Hocamın yüzünü kara çıkarmadım.

Şimdi sorulabilir Cengiz Hoca ne oldu? Sana darılıp gücenmedi mi?

Cengiz Hocamın soluk almak için harcadığı vakit bile çok kıymetliydi. O benim gibi salak bir öğrencisine gücenmek için harcayamayacak kadar vakti değerli olan bir insandı. Zaten bana gücenecek zamanı da olmadı.  Çünkü onu 14 Haziran 1976 da yani beni arşiv müdürlüğüne tavsiye edişinin üzerinden iki-üç ay geçtikten sonra ebediyete uğurladık. Hem de kırk dokuz yaşında…

Hiç kimse inanamadı, Yakıştıramadı da Cengiz Orhonlu’ya ölümü. Zaten o ölmüş gibi ölmemişti ki…Saçma bir söz oldu biliyorum. ‘’Ölmüş gibi ölmek.’’ Ama doğru. Cengiz Hocam yaşıyor gibi ölmüştü. Masasında, dirsekleri masaya dayalı, elleri ile başını tutuyor ve önünde okumakta olduğu kalın bir kitap…Kimse inanamadı…Ben de inanamadım ama maalesef o Vedud’una anen böyle gitti 14 Haziran 1976’da.

On sene sora…Yani 1986'da ben artık Batman Lisesinin bir öğretmeniydim. Batman Endüstri Meslek Lisesinin Tarih Öğretmeniyle bir gün bir kahvehanede ( daha doğrusu çay ocağı ) Batmanlıların kürsü dedikleri hasır taburelerde oturmuş çay içiyorduk. Başladık konuşmaya.

-Abi ben Başbakanlık Arşivinin açtığı sınava ve mülakata gideceğim önümüzdeki hafta.

Hâla akıllanmamışım.

-Yahu boşversene…Arşive girip de boyun mu uzayacak? Cenaze evi gibi yer.  Bence hiç zahmet etme. Oğlum hem kaç para maaş alacaksın ki? Bak burada Olağanüstü Hal Tazminatı da var neredeyse iki maaşa yakın para alıyoruz.

Arkadaş oraya girerse alacağı maaşı söyledi. Rakamlar aklımda değil ama öğretmenlik maaşının üç katından fazlaydı. ( Kim bilir belki de hava attı ) Ben kafamı bayağı vurdum duvarlara..Hala da vururum ara sıra ta ki birileri çıkıp şarkının sesini sonuna kadar açıncaya dek.

Ne sevincin ömrü varmış
Ne gün gören çok yaşarmış
Meğer hayat bir masalmış
Zevk-u sefa yalan imi

Kaçan fırsat elde kuşmuş
Her şey fani hayat boşmuş
Mecnun, Kerem boşa koşmuş
Aşk ve vefa yalan imiş


Hani Karun malı nitmiş
Hani Cengiz şanı nitmiş
Hani Lokman canı nitmiş
Yalan dünya yalan imiş
&autoplay=1" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen>
( Kaçan Fırsat Elde Kuşmuş Her Şey Fani Hayat Boşmuş. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 21.09.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.