Hilalin gölgesine astığım
nazlarımı dinliyor incir kuşları. Âdem aşkın tohumlarını ekiyor cennet
bahçelerinde. Daha söyleyecek milyonlarca söz varken, nasılda gidiyorsun saçlarını
rüzgârın önüne katıp, gözlerini bulutlara saklayarak. Bilirim nihayetsiz
sevmeleri öğrendik Havva anamızdan, içinde acı barındıran çığlıklarla birlikte,
şimdi sessiz yüreğinde yanan çerağlardan bir dilek tut, gitme… sensizken öksüz şehirler…
Bu gidiş kirpiklerinde çaldığım
gözyaşlarının ve belki de kendine
kaçışın habercisi. İçimde uçsuz bucaksız vahalar hatırına, gözlerin deniz
kıyısı zanneder kendini. Bilsen keşfedilmemiş bir coğrafya dudakların, bir bilsen
adresi yitik imgelerin içinden geçip gider sözcüklerim, ah bir bilsen saklanan
buselerin mutluluğuna dilenciyiz, bir bilsen… Çakırkeyfi dudaklarında
eskilerden bir türkü dönüp duruyor inatla, “Gideceğim bu yerlerden, gayrı
duramam…” diye. Gitme, sensizken suskun artık türküler…
İdris Peygamberin ölçüsünce
tartıyorum yazdıklarımı. Üzerime Ebrehe’ler geliyor ordularıyla. Aklımın kıyılarında
kopan fırtınalarda karanlığa düşüyor yolum, biliyorsun yıldızlar gözlerin gibi
karanlıkta parlar, tebessümün ufuklarda, endamın nehirleri çağlatır… Sobaların kıvılcımları yükselirken gökyüzüne,
üşüyen parmaklarını uzatırsın ısınsın diye, bırak dünyevi ve suni ısınmaların
alevini, ellerini koynumda ısıt. Bak eylülün kapısından geçip giderken, yüreğim
eylüle sevdalanmış, solup giden bakışlarında. Gitme, sensizken köpüksüz
denizler…
Adını andıkça sarsılıyor dağlar
taşlar. Hangi imge, hangi betimleme tam anlatır seni. Acem kalan sözcüklerimin
ağlayan duraklarında, senin gölgene bile yetişemez kelimeler. Seni anlatabilmeye
yetmeyen yirmi dokuz harfi, uçsuz bucaksız çöllere bile yazsam nafile. Ruhunun
büyüklüğü sığmaz gökyüzüne, güneşin patlamaları kadar sarsıcı sözcüklerin, cümlelerinin
her biri tılsımlı, büyük geliyor kimilerine. Gitme, sensizken öksüz şiirler…
Âdem
Efiloğlu