.
… Tozunda, toprağında dolaşırım bozkırda
Varıyorum gür akan bir çeşmenin başına
Veriyorum kahrımı çeken sudan beygire
O çalı çırpı yerken ben oturdum taşına!
İçiyorum çeşmeden kana kana suyumu
Yalaktan da inekler, mandalar ve koyunlar
Açtım aş sepetini anam bilir huyumu
Koymuş domates, peynir, biber, pişmiş somunlar!
Yakıp ısınmak için arıyorum odunlar
Kangallarım ürüyor, yel toprağı sürüyor
Her gün gelirim ama bitmiyorki sorunlar
Dağı, ovayı, gezdim dolaştım sır bürüyor…
Daha çocukken derler çıkmış talihsiz yangın
Yakmış anılarımı, almış yakınlarımı
Toz toprakta savrulur, kaderim gibi dargın
Yetim Muhammed hissim, sarar akınlarımı…
Kimi gece kâbuslar, acı verir hevesler
Ölmüş gezegen gibi çocukluğumdan beri!
Bozkır yokluk, gittiğim yerde gönlümü dişler
Sonra düşerim yine aynı uçurum diri
Yok olup gider hayal edip kurduğum düşler…
Çobanım bu bozkırda Veysel Karani gibi
Ne de olsa peygamber mesleği, bol sevgisi
Otu, kır çiçekleri, yaşamamın sebebi
Kul gibi nankör değil, solar duysa yaslarım…
Aha gelir sürünün sahibi toz üstünde
Sağacak hayvanları tek kelime etmeden
Birazdan yorgunluğu görünecek büstünde!
Yine şikayet eder, ona ne var gütmeden
Onlara bakıp derim, oku budur derslerim
Hiç kimse mutlu musun diye halim sormadı
Saç sakalım karışmış neden deyip yormadı
Tek şeklime bakıpta duygudaşlık kurmadı
Bozkırın yeli gibi kendi kendime estim…
Sırrımı bilselerdi yetim çobanım işte
Yok kalbimi okuyan, hala eden deşifre
Bozkırı bilselerdi, neler sunar hediye
Hakkı buldum ya demem, “Görsem onlara küstüm…”
Saffet Kuramaz