.
“Gezmek, tozmak, farklı yerler görmek. Bunları neden seviyoruz ki?”
Eskiden cevabını bir türlü veremediğim bir sualdi. Ama şimdi düşünüyorum da: Bizler, her birimiz, zaten birer gezgin değil miyiz? Gayb yolunda attığımız adımlar, geçici bir turistik mekânda olan bizlere ait değil mi? Peki, biz neden “muhacir” değilmiş gibi rahatız?
Bu yazımda belki de farkında olmaksızın giderek kaybettiğimiz “turistliğimize” değineceğim.
Unutkanlık, sizi de kızdırmıyor mu? Günlerinizi,
aylarınızı harcadığınız bir şeye azıcık bir ara verdiğinizde, o konuda hemen
gerileyebiliyorsunuz! Hem kişisel hem de toplumsal olarak geçerli bir olgu.
Tabii olarak, toplumun tek bir kişiye oranla her hangi bir değeri kazanması ya
da kaybetmesi çok daha uzun sürer. Çünkü tek bir kişi yeterince bilinçli ya da
dirençli olmayabilir. Fakat toplumun içindeki insanlar birbirlerine destek
olarak, unutmaya karşı daha dirençli olabilirler.
Bizim toplumumuz Allah’a çok şükür Müslüman
bir toplum. Bu dinin en çok vurguladığı şeylerden birisi de “Okumaktır”. Okumak
derken tabiki burada “temaşa etmek” gibi bir manaya rast geliyoruz. Aslında şöyle bir baktığınızda siz de çok
büyük bir âzâhiyetle göreceksiniz ki, bu âlemdeki her şey muhacirdir.
Her şey derken, gerçekten her şeyden söz
ediyorum. Canlılık, cansızlık, üzüntüler, mutluluklar, düş kırıklıkları,
nefretler, düşünceler, mütalaalar, eylemler hatta ve hatta varlığın ta kendisi.
Bazen güzel bir söze, hoş bir yere, fevkalade zevklere tanık olursunuz. Bazense
utanç dolu bir âna, sıkıcı bir iş gününe, kötü bir hissiyata kapılırsınız ve
ileride bütün bunlar kaybolur. Esasında unutkanlık güzel bir şeydir. O sıkıcı
iş gününden sonra bir dahaki gün aynı şeyleri tekrar yaşayabilmenizden tutun,
bir annenin o kadar doğum sancısından sonra ikinci çocuğu Dünya’ya
getirebilmesi gibi pek çok güzel yanı da vardır.
Tabi madalyonun bir de öbür tarafı var.
Unutkanlık, size esnek bir zihin verdiği kadar, onu geride alabilir. Tıpkı
Donald A. Laird’ın dediği gibi “Unutkanlık, zayıf bir hafızanın değil, ihmal
edilmiş bir hafızanın kanıtıdır”.
Bu yüzden her birimizin bu konuda kişisel bir
sorumluluğu vardır. Yalnızca yabancılaştırdığımız muhâciriyetimiz için değil,
yabancılaştırdığımız ahlâkımız, birbirimize karşı gün be gün kaybettiğimiz
güvenimiz, ecnebîleştirdiğimiz samimiyetimiz, birbirimize olan âdil mütalaamız,
giderek küçümsediğimiz hoşgörümüz, yine istihfaf ettiğimiz kibarlığımız,
unutulmaya yüz tutan dayanışmamız, gittikçe müphemleşen içtenliğimiz, bir vehim
kadar çaresiz kalmış ilmimiz, bir türlü fütredemeyen dürüstlüğümüz, kaimeyi
dahi üstünde tutacak kadar yoksullaştırdığımız sanatımız, hak ile yeksan olmuş
sahabetimiz, bir badiyeymişçesine kuraklaşmış insan sevgimiz, adeta bir bergüzârmışçasına
belirsizleşmiş rikkatimiz, bütün bu olanlara rağmen tezyif etmekten
vazgeçmediğimiz bağımsızlığımız, fersude ve müptezel bir hâle gelmiş bilimimiz
ve âlimlerimiz. Atalarımızın tarihe hakketmiş olduğu geçmişimizdeki bu ve
bunlar gibi bize emanet edilmiş pek çok kültürel değerimize hıyanet etmemek
için, birbirimize saygı ve sevgiyle yaklaşmayı yeniden öğrenmeliyiz. Çünkü: Biz
bir milletiz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.
Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak,
düşünmek, anlama yeteneğini eğitmektir.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK