Düşlerimi savsaklayamam asla ve asla
hele ki mucidi iken aşk hayatın, darphane yokuşunda aşkla yüklü sikkeler
yağdırırım gökten boca ettiğim coşkuma da kanat açan aşkın simasında hali
hazırda ölebilirim de uğruna hayallerimin ve dökümlü eteklerinde mevsimin
kendimi serbest ve hür bıraktığım aşkın kozasından da ansızın firar edebilirim…
Bir ömür esaretinde.
Bir ömür sevebilmenin cesaretinde.
Yankısı duyulmayan seslerin de artık
uzağında…
Dudağımda o kor hece ve gecenin
şefkatli kollarında sarmalı hayatın elbet gerçeklerle hayallerin sözlendiği bir
düş kervanı bazen gerçeklerin teğet geçtiği ve işte teyelliyorum kendimi göğün
göğsüne…
Öylesine bir ferman ki yazmaya
doyamadığım…
Bense fedaisi hayatın ve aşkın.
Ve işte firarıyım içine saklandığım
kozanın ve kelebek kanatlarımla uçuşuyorum aşkın bam telinde ve gam yüklü
dünümü değil gamlı notalarla ihbar ediyorum iç sesimin uçuşan perdesini.
Penceremde saklı göğün feri olan
kuşları hep de sadık kaldıkları üzere ve ben penceremi aralarken koşa koşa
gelip konuyorlar yüreğimdeki yükü da hafif kılan bir veryansın adeta.
Hangi düşün isyanı ise artık içimden
firar eden…
Hangi gerçekse rüyalarımı öteleyen…
Ve işte şapkamı çıkarıp içinden
çıkardığım şaşı tavşanla selamlaşıyorum üstelik çok tanıdık eski bir dost gibi
bir yandan da kalemimi kemiriyor havuç niyetine ve işte ben yeniden âşık
oluyorum içimdeki iklime.
Görünmezim.
Bilinmezim.
Mizacımla şaşkın.
Rengimle mahcup.
Aşkın bakir ovasında için için coşan
bir çocuğun da ta kendisi.
Öykündüğüm neler yok ki.
Öznemi savsakladığım değil artık
peşine düştüğüm çünkü gizli özneme bu aralar bayağı yakın ve düşkünüm…
Yakamdan düşmeyen ipek bulutlar ve
kar beyazı bir aşk bu elbet evrenin sunumu.
Beşeri mahiyette betimleyebileceğim
bir aşk değil asla ve başımı yasladığım bazen kendimi alamadığım belki de
uyruğu olmayan acılarla hemhal kendimden uzak ve kendimi de yakın hissetmenin
ta kendisi ve de garantisi iken şafakta saklı bir renk ve hürriyet gibi çıtayı
git gide yükselttiğim.
Hayallerin nüksettiği.
Gözüm açık gördüğüm bir rüya.
Uyurken gördüğüm düşleri gerçek
kılmanın da imkân dâhilinde olduğu ve işte ben yeniden âşık oldum içimdeki
iklime ve ayaklarımın altında uçuşan o kilime.
Püskülleri o kilimin ve saçaklarına
takılı aklım aslında benim saçmalar yağdırdığım ayaklarım ve kurşunlanan
varlığım da değil hükmünü yitiren ne de kurşun ağırlığında dertlerimi günü
deviren.
Devindiğim kadar hala ayakta kalmanın
da ta kendisi ve bunun da mucidi iken aşk.
Tozpembesi değil.
Siyah hiç değil.
Özü sözü özlem ve umut belki de imkânsız
addedilen ve bir insandan çıkıp da yola s/onsuzluğa imza atıyorum.
Cüssem ne ki?
Ya da cüppem…
Sitem ettiğimse rüzgâr ve işte
kozamdan firar ettim sonunda.
Kuş bakışı değil kelebek bakışı
seyrediyorum âlemi ve firar ettiğim kozam artık geride kaldı üstelik geri dönüp
eski kimliğime de bürünemem.
Ben artık kelebek olmayı seçtim ve
bir tek güne sığsa da hayatım bu coşkumu ve özgürlüğümü frenleyemedim işte.
İstikametim belirsiz en azından bir
günlüğüne doya doya sevip nihayetinde ölü kelebekler kabristanına uğurlanacağım
ama öncemde çok şeyi çok insanı zaten uğurladım ben ve uğurlu sayım elbet bir
ne de olsa en küçük ve sadece kendine b/ölünen bir asal sayı bir o kadar asil
bir varlığı olan üstelik bir ömür sürekli başa dönüp birden saymaya başlamışken
ve hep de s/onsuzluğu kucaklamak istemişken.
Kilit noktası ne ise artık.
Elbet kilitli yüreğin kilidini bir
günlüğüne kırmışken.
Kırmadan dökmeden yaşadığım ve
saklandığım bir dünyadan firar ettim işte ve insanlığım iken kutsanacak olan
kelebek olmayı seçtim bu gün ve rengim çok pembe çok naif kırılgan kanatlarıma
da kimse aldanmasın mademki bir ömür kandırmadım kimseyi kırılmak ve uçmakla
iştigalim ben ve insan olarak sürdürdüğüm hayatta saklı tutulası coşkuma ve aşkıma
artık söz geçiremedim ve özgürce sevmek adına bu günü ömür belledim ve ölümle
sevişen kanatlarıma sadece Tanrı dokunsun istedim.
Görmediğim bir evren ama
duyumsadığım.
Hiç olmadığı kadar sevdiğim ve de ama
bir karşılık da beklemezken ve rüyalarıma ektiğim hüznü şimdi aşkla biçiyorum
ve ölümüme saatler kaldı ve işte kum saati nasıl da boşalıyor.
Özneme hep sadıkken.
Hep de özlem yüklü iken.
Öz verim ise dünden gelen.
Dik bir yokuşsa hayat bir şekilde
adımladığım ama tepeye de erişemediğim bu yüzden insan kimliğimi yok saydım ve
kelebek mizaçlı şiirlerime öykündüm ve işte delicesine uçuyor ve seviyorum.
Ruhumla saltanatını sürdüğüm bir
duygu sarmalı.
Bense hep hamalı oldum duyguların.
İşte sonunda kendimden firar ettim ve
kendimsiz bir hayatı gözetmeden kendimle mutlu olmanın yolunu seçtim hep de
severken şimdilerde adımlarken sonu kendimle yüzleştim ve keyfini sürüyorum
kendimin ve kendim gibi olmanın da hüviyeti iken vicdanımla barışık bazense
ışık iken sırnaşık ve ben sadece içime ayna tutmanın verdiği huzurla bir kere
daha yüzleşiyorum içimdeki iklimle.
Hüznün serkeş yüreği.
Düz yolda bile düşebilirken bir ömür
ayakta kalmanın ta kendisi iken kendimle olan hesaplaşmamda illa ki insanlara
sığındığım ve defalarca yenilip bu sefer kendimi suçladığım ama ilk kez
sevebiliyorum rüzgârımı ve sefil kanatlarımı ve kat çıktığım bir aşksa beni
bekleyen hidayetin çağrısıdır özgürlüğü seçip de uçarken dokunulmazlığına
aşkın.
Miskin olduğum kadar mızmız.
Beyaz olsam da bazen alacalı
bulacalı.
Şatafatlı duygularımı ekip de şiirler
ve hikâyeler biçtiğim.
Aşkın Şimal yıldızı iken yeryüzünde
saklı bir çiçek olmanın verdiği mahcubiyetle ve işte kökümden kopuyorum şimdi
ise bir çiçek olarak firar ettim toprağımdan ama ulaşacağım yere kadar da saklı
tutacağım inancımı ve ucunda ölüm olsa bile coşkuma ve aşkıma sahip çıkıp
nihayetinde kendimle yüzleşeceğim.
Bu yüzden değişmedim bir ömür.
Mutsuz olsam bile maske takmadım ve
oynamadım insanlara.
Şiarım aşk iken imkânsızlıkla dans
ettim ve içimdeki çocuğu aralıksız tokatladım çünkü iman gücümdü bunu emreden
ve asla Kaf dağına çıkmadım ve insanlar zaman zaman beni yerin dibine batırsa
da başım hep dikti ve balçıkla sıvandım ama leke de tutmadım işte…
Öykündüğüm bir gündü tek bir gün.
Ve işte kelebek olmayı seçti bir ömür
içinde saklandığım kozamdan firar ettim ve içimdeki aşkı tüm kâinata ihbar
ettim.
Bir yakamozdum misal.
Bir sincap ya da.
Sevimli bir kedi yavrusu.
Ve insan.
Yaşım da yasım da ket vuramadı
içimdeki coşkuya ve söküklerimi dikmenin en güzel yolu idi sevmek.
Bir rengin müptelasıydım hep de pembe
ve mahcup.
Bir duygunun müptelasıydım ki tek bir
hece içine koca kâinatın sığdığı bu yüzden asla yere göğe sığamadım ve kabımdan
bir taştım ki ölümle sevişen dikenli yolunda varlığımın belki de varlıksızlığımın
ama kimsesizliğime de tek sahip çıkan İlahi Gücün verdiği şevkle hep da iman
ettiğim kadar idame ettiğim hayatın da çıtasını yükselttim işte hep severek
daha çok severek…
Benzemeyi bile beceremedim birilerine
ve ne zamanki yeltensem asla haz etmedim çünkü bendim beni bana sunan aslında
aşk idi hayatı ve insanı özel ve biricik kılan.
İçimdeki kilitli kasa.
Ve alt belleğimde saklı o kilitli
çekmeceler…
Ve işte yazmaya başladığım ilk günden
beri bu kilitleri açmakla iştigal daha çok sevebilmenin de meali iken hasretini
duyduğum…
Bir iklimse ayaklarımın altında
serili ve bir kilimse iklimin iz düşümü ve ben saçaklarında saklıyım o uçan
halının ve püsküllerim ile şerit değiştiriyorum sürekli çünkü yüzüme vuran
güneşle illa ki aydınlık kalıyorum ve aydınlık kılıyorum içimi.
Biçimsel.
Şiirsel.
İçsel.
Hüküm ne ise hükmedilen.
Rengimle sancağımla şafağımla ve
duygularımın şatafatı iken beni aşka düşkün ve özgür kılan ve kelebek
kanatlarım az sonra toz olup sonsuzluğa karışacak ve ben de saklı tuttuğum
kadar umudumu ve aşkın hizaya soktuğu kelebek mizacımla sonsuzluğa dâhil
olacağım ve nihayetinde Rabbimle buluşacağım.
Aşkın cefası bir ömür.
Şimdi ise sabrın sayesinde sefasını
süreceğim bir cennet misali aşk iken şiarı evrenin ve içgüdüsel sevmenin de
hikmeti iken sonunda kendimle ve evrenle uzlaştığım…