-Uğuur! 50 milyon dolara çarpıldın, bir saattir haberi okuyup duruyorsun!


Uğur, 50 milyonluk haberden gözünün ayıramıyordu ama onu çarpan dolar değildi. Kendisine takılan Taner’e bunu anlatmak istemiyordu. Aslında gazetenin en kıdemli ve sırtı kalın personeli olan Taner’e hiç bulaşmak istmiyordu. Duymamazlıktan geldi.


-Olum, adamın  birini para şaşırtmış. Milyonlarca doları ne yapacağını bilememiş garibim. Geri zekalı herif tutmuş bağışlamış!

 

Uğur, duydukları karşısında beyninden vurulmuşa döndü, yerinden fırladı. Taner’in gırtlağını sıkmamak için kendini zor tuttu.


-Lafını bil de konuş Taner bey! Yaşar Horozcu benim abimdir! Geri zekalı olmadığını ben çok iyi biliyorum!


-Geri zekalı değilde ne diye 50 milyon doları bağış yapmış hem de Londra hayvanat bahçesine!


-Sana ne! Sana mı soracak ne yapacağını!


-Uğurcum sakin ol biraz! Yaşar senin abin mi?


-Evet ?


-Tamam, biz niye kavga ediyoruz. Güzel güzel beraber çalışalım! Bak ben de senin bi abin sayılırım. Abi kardeşçe bu haberin üzerine gidelim. Ne dersin? Hem bu şekilde memleketine gidersin, sevdiklerini görürsün?


-Aslında güzel fikir, neden olmasın?


-Tamam, bu işi oldu bil. Ben hemen gerekenleri hallederim. Sen Yaşar abinden randevu al, derhal yola çıkarız.

 


Ressam Yaşar Horozcu meğer İstanbulda bir otelde kalırmış, yarım saate kalmadan yola çıktılar.   Uğur aslında tek gitmek istiyordu ama Ertan bu haberin peşini bırakmıyordu. Ertan biliyordu, bu röportaj çok ses getirecekti çünkü ressam şimdiye kadar hiç bir Türk medya mensubu ile görüşmemiş. Ressam sadece Uğur’un hatırına kendilerini kabul etmişti. Haberi bile yabancı ajans servis etmişti.


-Uğur, anlat bakalım. Kim bu Yaşar abin? Soyismin Horozcu olmadığına göre, üvey abin filan mı?


-Akrabalık bağımız yok, mahallede  abimin can dostuydu, en iyi arkadaşıydı. Çok delikanlı biriydi, bana öz kardeşi gibi sahip çıkardı. Babam da Yaşar abiyi çok severdi. Boya fabrikasında yanına aldırdı, emekli olurken babam şefliği Yaşar abiye bıraktı. Abim, Kanadaya gitti ama Yaşar abi sanki onu aratmadı. Bizimle irtibatı hiç koparmadı. Yaşar abiyi halen çok severim. İstanbul’a gelip yoğun bir hayata atıldıktan sonra bayramdan bayrama görüyordum.  3 yıl öncesine kadar sanal alemde düzenli görüşüyorduk ama ailevi sorunlar yaşamış. Son 1 yıldır sosyal medyada da hiç görmedim. Belki başka alemlere kaydı gitti, bilemiyorum.


-Peki ressam olduğunu biliyor muydun?


-Hayır. Müziğe karşı ilgisi vardı, çok güzel türkü söylerdi ama ressam olduğunu bilmiyordum. Bizim oralarda geçim sıkıntısından dolayı insanların kültürle veya sanatla uğraşyama ne vakti var ne de morali.


-Moral ne alaka şimdi?


-Abi, çoğu insan bir şekilde borçlu. Alacaklıyı nasıl atlatsam derdinde veya eşinin, çoğuğunun hatta kendisinin bazı isteklerini karşılamaktan acizdir. Bu vaziyette kim sanatla uğraşabilir ki?


-Haklısın, babamın sesi çok güzel olmasına  ve istemesine rağmen ses sanatçısı olamadı. Bizi okutabilmek için yıllarca iki işte birden çalıştı, kendini feda etti rahmetli babam.


Otele geldiklerinde ressam muhabirleri lobide karşıladı.  Uğura sımsıkı sarılıp ağladı, Uğur’da dayanamayıp ağladı. Sanki yıllardır görmediği  Kanada’daki Murat abisine sarılmıştı. 


-Uğur, iyi ki beni arayıp buldun. İyi ki geldin. Seni görünce Murat’ı,  Rıza amcamı görmüş gibi oldum. Ne kadar özledim hepinizi. En çok geçmişimi hatırladım…..


-Yaşar abi, lütfen ağlama…


-Tamam Uğur, seni daha fazla üzmeye hakkım yok. Özür dilerim, çok kötü günler yaşadım, direncim azaldı. Göz yaşlarıma hakim olamıyorum…


Taner, iki sevenin arasında  girmek istemedi. Konuşacakları özel şeyler olduğunu düşünüp yanlarından ayrıldı. Uğur ne zaman ararsa gelip almayı teklif etti. Uğur, bu jestten çok menmun oldu.

 

Bir saate yakın muhabbet ettiler. Röportaja geçileceğinde, Uğur Taner’i aradı. O gelince, röportaj başladı. Sormak istedikleri soruları ressam istedi, hem konuşacak, derdini anlatacak hem de soruları cevaplayacaktı. Konuşurken lafının kesilmesini istemiyordu.

 

-Ben Yaşar Horozcu, doğma büyüme Manisa’lıyım. Daha geçen hafta 40 yaşıma girdim. Ortaokuldan sonra okuyamadım, maddi imkanımız yoktu. Çok değişik işler yaptım. Askerden geldikten sonra canım arkadaşım Murat’ın babası Rıza amcam beni boya fabrikasında  işe aldırdı. Çok geçmeden işi bana öğretti. Uzun zaman beraber çalıştık, işin en ince noktalarına kadar öğrenmiştim. Emekli olduğunda  Rıza amcamın işini devraldım ve çok geçmeden vardiya şefi de olmuştum.


Daha 5 yıl öncesine kadar boya fabrikasında işim vardı, evliydim, iki çocuk babasıydım yani çok mutlu bir hayatım vardı. Babamdan bana iki katlı ev miras kalmıştı. Artık, ev kirasından kurtuluduk ve diğer katın kirası bize ek gelirdi. Eşime  ve çocuklarımla çok güzel bir hayat düşünüyordum. Çocuklarımın hiç bir şeylerini eksik etmeyecektim, onları okutacaktım ama bütün hayallerim suya düştü.


Arkadaşlar bir gün iş çıkışı bana ısrar ettiler, gece eğlenceye gittik. Eve çok geç saatte zil zurna sarhoş geldim. Eşim bir şey demedi. Ah Züleyha  ahhhh, kıymetini bilemedim. Eşek kafam benim!

 

Eşimin ses çıkarmadığından olsa gerek, haftalık İzmir’de bir gece klübünde eğleniyordum. Para sorun değildi, kazancımı veya çocuklarımın geleceğini eğlencelerde çarçur ediyordum.


Sadece içmekle kalmayıp zimparalık ta yapar olmuştum. Klübte bir kandınla tanışmıştım, onunla ilişki kurdum. Bir gece eve gelmeyip İzmirde Nalan’nın evinde kaldım.


Züleyha hesap sorunca onu darp ettim… Şaşırmakla haklısın Uğur, mahallenin en güzel en iyi kızıyla evlenmiştim ve zaman geldi bana haklı olarak hesap sordu diye ona eziyet ettim.

 

Züleyha, aldatıldığını biliyordu ve kabullenmiyordu. Her eğlence sonrası evde kavga çıkıyordu. Belli bir süre sonra artık sesini çıkarmadı. Çocuklarımızın hatırı için benim bütün hatalarıma katlanıyordu. Diğer yandan, Nalan gönlümü çaldıktan sonra beni sömürmeye başladı. Anlayacağın kazandığım ve kiradan gelen para yetmedi. Züleyha’dan bir işe girip çalışmasını istedim. Sağolsun, çocukları annesine bırakıp  çalışıyordu ve evin giderleri için benden beş kuruş para  istemiyordu. Nalan’ın ise istekleri bitmiyordu. Birgün  Züleyha’dan para isteyince çocukları alıp gitti.  Her şeye katlandı ama çalışıp kazandığı parasını kuması için istediğime dayanamadı.  Bir süre sonra döner gelir zannettim.  Yanına gidip yuvamıza dönmesi için, bırak yalvarıp yakarmayı,  uğramadım bile. İki ay sonra avukattan boşanma davası için tebliğ geldi. Yine gurur yaptım, gidip konuşsam belki vaz geçerdi.  İlk celsede boşandık. Nalan ise boşandığıma o kadar sevindi ki, şakır şakır oynadı. Rahatsız oldum. Bir yuvanın yıkılmasına sebep olmuştu, en azından yalandan filan beni teselli etmeliydi. Yuvamı yıkan biri ile ben de yolumu ayırdım. Pişmanlık duygusundan dolayı boşluğa düştüm, ne yapacağımı şaşırdım.


Kendimi toparlamak için farklı bir hayat yaşamak istedim. Yıllardır çalıştığım fabrikadan çıktım. Çıkış parası ve evden gelen kira ile bir kaç yıl idare edebilirdim yani maddi sıkıntım olmayacaktı. Zaten, Nalan’dan yediğim şamardan sonra artık mütevazı bir hayat yaşamaya başladım. Eşim ve çocuklarım bensiz daha mutlu olduklarını gördüm, resmen kahroldum ama hata benim.


Ressamlık nerden çıktı diye soracak olursan Uğurcuğum….


Ortaokuldaki öğretmenim resim çizme kabiliyetimin olduğunu söylemişti.  Mutlaka güzel sanatlar akademisine gitmemi tavsiye etmişti.  Resim çizmeye başladım, ressamlık için gerekli bütün eşyaları alıp odanın birini  stüdyoya çevirdim. Yaptığım resimleri galerilere gönderdim, hiç beğeni almadım.  Resimlerimi çerçeveleyip kitapçılarda satmak istedim, olmadı.  Merkezde seyyar satıcıların kullandığı biraz büyükçe bir araba alıp resimlerimi satmaya çalıştım, sadece yapancı turistler aldı. Yabancı turistlerin resimlerimi beğenmeleri güvenimi artırdı, neticede bunlar resimden yani sanattan anlayıp resmimi  alan kişilerdi. Bazen turist piyasayı bilmez veya bunlara para zibil diye düşünüp 10 katı fiyata sattığım resimler oldu. Yaz dönemi masrafımı çıkardığım gibi kar bile ediyordum. İleride İzmir’de bu işi yapmayı düşünüyordum.

 

Bir gün yanıma yaşlı biri geldi, ne yaptığımı sordu. Ben de anlattım, zamanım çoktu. Bana öyle bir fırça çekti ki, üç beş kuruş için sanatı ayaklar altına aldığımı söyledi. Aslında haksız da değildi. Bana yardımcı olmasını istedim, eleştirmenin bana bir faydası olmayacaktı. Visit kartını verdi, bir ay sonra İzmir’de buluştuk. Kendisi ressamdı ve beni ressam arkadaşlarıyla tanıştırdı. İlk tanışıtığımızda ressamların beni tepeden tırnağa süzmelerini hiç unutamıyorum: “buda mı ressam?” derecesine beni küçümsediler.  Onlar gibi olmak hatta onlardan da öte iyi bir ressam olmaya yemin ettim.


İlk önce gördüğün gibi imajımı değiştirdim: top sakal, at kuyruğu saç, küpe, ressam şapkası, renkli  yuvarlak gözlük ve hippi kıyafetleri. Vizit kartı da bastırdım. Yeni imajımla İzmir ve çevresindeki bütün galerileri gezip modern sanat eserlerini inceledim. Gittiğim her galeride vizit kartımı bıraktım ama hiç birinden davetiye alamadım. Sanatta sadece imajın yeterli olmadığını anladım, sanatçılardan oluşan bir çevreye girmek istedim. Bir kaç arkadaş edindim ama onlar da bu sahada benim gibi yeni olanlardı, benim gibi bu sahada tutunmaya çalışıyorlardı. Akademik bir geçmişim ve itibarlı çevrem olmadığından beni pek kale alan olmadı.


Sanatta köşeyi kapmışların  yeni gelenlere  tepeden bakmalarına hırslandıkca hırslandım. Bu uğurda ne yapılması gerekiyorsa yapacaktım. Artık bu benim için gurur meselesi olmuştu, ben de onlar gibi bir insandım, ben de onlar gibi güzel resim çizebiliyordum. Geceyi gündüze katıp yeni tarzda resimler çizdim, galerilere gönderdim. En çok ağrıma giden neydi biliyor musun? Ömründe hiç resim çizmemiş olan galericilerin veya oradaki elemanların sırf meşhur birisi  veya sırf çevren olmadığı için gönderdiğin o güzelim göz nuru  sanat eserlerine bakmadan çöpe atmalarıydı! Başka bir ressamın resminin bakılmadan çöpe atıldıgında donup kalmıştım.

 

Profesyonel bir ressamın ev hayvanı da olması gerekirdi. Kedi ve köpek haddindan fazla mahallede var, farklı bir şey olsun istedim. İzmirde birisinin beyaz bir maymunu satmak istediğini görünce hemen aldım. Beyaz maymun, daha 1 yaşında idi. Hemen kaynaştık, iki haftada onun huyunu öğrendim. Bu ara mahallaediklere bana deli muamelesi yapıyorlardı ama umurumda değildi onlar. Ben kendisi aşmış bir sanatçıydım artık, mahalledeki ameleleri ciddiye alacak değildim. Tepeden tırnağa kadar ressamdım, sırada şah eserlerin çizimi vardı. Gece gündüz resim çiziyordum ama çizdiğim resimleri  kendim de beğenmiyordum.


Bu ara İzmirdeki bir galerinin, yeni yeteneklere imkan verdiğini duydum. Galeride 50  ressamın birer eserine yer verilecekti ve bunlar internet aracılığı ile tanıtılacaktı. İzmir’e gidip katılmak istediğimi söyledim ama yine çevre sonunu yaşadım. Pes etmedim, kapıcıya hediye teklif ettim. Bu konularda kapıcıların ne kadar işe yaradıklarını iyi bilirim. Kapıcı hediyeyi azımsadı, üç katına anlaştık. İki gün sonra resmi getirip teslim edecektim.

 

Son gün gelip çatmıştı ama elimde halen beğenerek teslim edebileceğim bir resim yoktu. Ne kadar resim çizmişsem hiç birini beğenemiyordum. Hırslandıkça, çizdiğim resimler berbat oluyordu. Bir ara Beyazımın yanımda durmuş resmime baktığını farkettim. Galiba hafifçe başını sallıyordu, sanki:  “olmamış!” der gibiydi. Belki de ben öyle anladım. Kan beynime sıçradı, boynunu kırmak istedim ama o halen pür dikkat resme bakıyordu. Resmi yırtıp attım, fırçayı eline verdim. Sandalyeye oturttum: “al sen çiz!”dedim çıktım. Dışarı çıksam o sinirle kesin elimden bir kaza çıkacaktı çünkü bazı çocuklar arkamdan: “deli, deli, küpeli!”diye bağırıyorlardı. Gülüp geçiyordum ama o gün gülüp geçecek kadar rahat değildim.


Bahçedeki bir sandalyeye oturup güneşlemeye başladım. Güneşlerken uyuyakalmışım, kiracı gelip uyandırdı. Akşam olmuş, hatta yatsı ezanı okuyordu. Eve girdim, ilk işim karnımı bi güzel doyurmak oldu. Dışarı havası ilaç gibi geldi, hem çok sakindim hem de kurt gibi açıkmışım. İlk önce karnımı doyurdum. Daha sonra stüdyoya geçtim. Aslında Beyazıma fırçayı verdiğimi bile unutmuşum.


Karşımdaki duran resim daha doğrusu şaheser karşısında dondum kaldım. Baktım, Beyazım yerine geçmiş mışıl mışıl uyuyordu. Uyandırmaya kıyamadım, zaten suyu içmiş, sebzeleri tüm yemiş. Uyandırmama gerek te yoktu.


Hemen resmi çerçeveleyecektim ama ressamın imzası yoktu. Kendi imzamı atmak istedim, son anda vaz geçtim. Eser bana ait değildi, Beyazım imza atacak değildi. Eserin altına: Beyaz Maymun imzasını attım.  Çerçeveledikten sonra odama geçtim ama uyuyamadım. Sabahın olmasını iple çektim. Bu resimle ya batacaktım ya da çıkacaktım.

 

Sabah olunca koşarak galeriye gittim ama bizim kapıcı biraz para daha istedi, son çare verdim.  Akşam saat 6’da galeri internete bağlanıp  resimler  gösterilecekti. Her resme bir kamera bağlıydı.  En çok ilgi gören resim satışa sunulacaktı. Vakit geçirebilmek için ilk önce Beyazımla İzmire gezmeye gittim. Ona sevdiği yiyecekler aldım. Hatta hayvanat bahseçine götürüp diğer maymunları uzaktanda olsa göstermek istedim ama maymunu çaldığımı filan zannederler diye vaz geçtim. Gezerken başka birisinin de omuzunda küçükçe bir maymun vardı. Beyazım omuzumdan inip diğer maymun sahibinin omuzuna tırmandı. Maymunlar sanki hasret giderircesine  oynadılar. Diğer maymun sahibi benden bir kaç yaş büyük bir bayandı. Bana mesafeli davrandı. Beyazımın itirazlarına rağmen zorla oradan uzaklaştım. Belliki  Beyazım saatlerce diğer maymunla vakti geçirecekti. Haksız sayılmazdı, annesinden ayrıldıktan sonra belki karşılaştığı ilk maymundu.


Eve geldikten sonra Beyazım hemen uykuya daldı. Daha iki saat vardı, evi baştan başa  temizlemedim. Temizlik bittiğinde saat 7’ye 5 vardı.  Hemen  bilgisayarı açıp galerinin sitesine girdim. 50 adet resim sergileniyordu ve her resme kaç defa bakıldığı veya yorumlandığı gözüküyordu.  Kendi resmime Beyaz Maymun ismi verilmişti ve en son sıradaydı.  İlk önce fikir sahibi olabilmek için  başka resimlere baktım. Bir iki defa bakılıp hiç yorumlanmamış resimlerin yanı sıra  bir saat içinde 100 defa bakılmış ve çok sayıda yorum almış yani beğenilmiş resimler de vardı. Korka korka kendi resmini açtım…. Beyaz Maymun en fazla bakılmış ve çok beğeni almış…  

 

Resim o kadar beğenilmişti ki, galerinin internet sitesi kilitlenmişti. Dünyanın dört tarafından resmi satışa sunmak isteyen galericiler  çıktı. Bizim galerici iyi komisyon için Londra’da satışa sunulmasını istedi. Hem çok para alacaktı hem de Londra gibi bir yerde bağlantılar kuracaktı.  Satışa çıkmadan önce  İngilizler  resim hakkında benden bilgi istediler. Resmi bir maymunun çizdiğini duyulunca, gözleri fal taşı gibi açıldı. 


Beyaz Maymun tablosu sıradan satış yerine  açık artıma ile satışa sunuldu. 100 milyon dolara Amerikalının biri alıp gitti.  Tablo satıldıktan sonra vergi, komisyonlar filan derken bana 50 milyon dolardan  biraz fazla bir miktar kaldı. Çevremde Nalan’lardan, managerlardan geçilmiyordu. Bu sefer  kimseye  kendimi sömürtmek istemedim. Zaten 50 milyon doları ben kazanmamıştım. Beyazımı Londra’daki hayvanat bahçesine verdim. Diğer maymunlardan daha fazla ayrı yaşamasını istemedim. Ona hapis hayatı yaşatmak istemedim. Beyazımın kazandığı 50 milyon doları da Londra hayvanat bahçesine bağışladım, maymunların yaşam şartlalarının iyileşmesi için programı olan, araştırma yapan tek hayvanat bahseci Londro’dadır.

 

Gelecek planlarım mı? Eski hayatımı yani Manisayı, eşimi, çocuklarımı, evimi, mahallemi, boya fabrikasındaki işimi çok özledim ama o hayata geri dönemem artık. Kimse beni ciddiye almaz, ressam kılığındayken bile deli damgası yemiştim. 50 milyon dolarlık bağıştan sonra bana zır deli muamelesi yaparlar, beni meczup yerine koyarlar.

 

Manisa’daki evimi satıp İzmir’e yerleşmek istiyorum. Burada yep yeni bir hayat kurmak istiyorum, yeni hayatımda sadece sanat olacak. Ama fazla resim çizmeyeceğim, en berbat resmim bile artık milyonlarca dolar getiriyor çünkü meşhur olmuşum bir kere. Beğenmeyip  yırtıp attığım resimlerin hepsi fahiş fiyata peynir ekmek gibi satıldı. Sanat dünyası böyle garip işte.


Küçük bir galeri açıp kimsenin kılığına, kıyafetine, diplomasına, çevresine filan bakmadan genç yetenek sahibi ressamların elinden tutmak istiyorum. Sanat dünyasını kuşatmış olan kendini beğenmişlerin genç yetenekleri daha fazla engellemelerine izin vermeyeceğim. 

 

Abdullah Konuksever

( 50 Milyon Dolar başlıklı yazı hotamisli tarafından 13.04.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.