‘’Bir kadın, şu dört şey için nikahlanır; ya malı için, ya soyluluğu için veya güzelliği için yahut da dindarlığı için. Siz dindar olanını seçin, eliniz dert görmez.’’
                                HZ. MUHAMMED ( S.A.S)

********************************

-Oğlum ne bu halin? Kendi nikahına mı gidiyorsun yoksa cenazeye mi? Yüzünden düşen bin parça. Dokunsam ağlayacaksın neredeyse.

-Ya abi bırak Allah’ını seversen.

-Haydi toparla kendini de şu gelin arabasını süsleme işini halledelim  Müstakbel eşin ve ailesi beklemekten ağaç olmuşlardır. Nikah saatine çok az zaman kaldı. Çok hızlı hareket etmeliyiz.

-Nikahının da evliliğinin de anasını avradını...

-Suss. Terbiyesizlik etme. Kendine çeki düzen ver. Bugün senin en mutlu günün.  Onca yediğin kazıktan sonra nihayet dünya evine giriyorsun.

-Ne dünya evi be abi. Ceza evine giriyorum. Hem de müebbet hapis cezası almış bir mahkum olarak.

-Oğlum sen sarhoş musun Allah’ını seversen? Bunlar nasıl laflar böyle.

-Evet abi sarhoşum.  Hem de zil zurna sarhoşum.

Evet, anne-baba bir kardeşlerimin en küçüğü olan Naci  gerçekten de zil zurna sarhoştu ve en fazla bir saat sonra nikahı kıyılacaktı.

-Derdin ne senin Allah’ını seversen? Neredeyse tohuma kaçmak üzereyken ne güzel bir kısmet çıktı karşına. Allah’ından daha ne istiyorsun?

-Abi, sevmiyorum o kızı. Sırf evlenmiş olmak için,  sırf millet arkamdan ‘’ Mutlaka bir kusuru var ki evlenemiyor’’ Demesinler diye, annem ‘’ Oğlumun mürüvvetini görmeden öleceğim.’’ endişesinden kurtulsun diye evleneceğim.

-Neden sevmiyorsun kızı? Ne kusuru var?

-Abi, bu devirde hâlâ kara çarşaf giyen birinin nesi sevilir Allah’ını seversen? Kız alnını secdeden kaldırmıyormuş. Onu koluma takıp da hangi arkadaşımın evine gidebilirim?

-Bana bak. Kafanı kırdırma. Madem istemiyordun kafana silah dayayan mı oldu hıyar? Hem zavallı kızın suçu ne? Kızcağız annemin namazında niyazında bir kadın olması sebebiyle seni de dindar biri zannettiği için bu evliliğe razı olmuş ama bu gece zil zurna bir sarhoşun koynuna girecek. Ona da yazık değil mi?  Bir genç kızın hayalleri böylesine yıkılır mı?

-Abi sen kimden yanasın Allah’ını seversen?  Kardeşin ölüme gidiyor, sen celladın tarafındasın.

-Ne yapacaksın?  Nikah masasında ‘’ Evlenmeyi kendi rızanla istiyor musun?’’ Diye sorulduğunda ‘’ Hayır’’ mı diyeceksin?

-Valla yapmayı istediğim şey tam olarak bu. Ama cesaret edebilir miyim bilemiyorum. O yüzden bu kadar içtim ya.

-Saçmalama. Haydi şuradan bir iki fincan kahve alalım, iç de kendine gel.

Gelin arabası süslenirken kardeşime bir iki fincan kahve içirdim. Oralardaki bir eczaneden de ağız fısfısı aldım. Gerçi içtiği votka olduğundan çok da kokmuyordu ağzı ama evleneceği kız hayatında evlerine değil oturduğu semte bile içki girmemiş biriydi; evleneceği erkeğin hem de nikah günü zil zurna sarhoş olduğunu farkebilirdi. Tabii ki fark ederse de yıkılırdı. Bir de bu aile oldukça mutassıp olmalarının yanında katı kuralları olan bir aileydi. Bu aşamaya geldikten sonra o nikah kat’iyyetle bozulamazdı.

Evet, sonunda nikah salonuna geldik.  Tüm davetliler oradaydı. Kardeşim sallana sallana nikah masadına oturdu. Nikah memuru malum soruyu sorduğu anda yüreğim ağzımdaydı. Çünkü  kardeşim oldukça da gözü karaydı. Yani ‘’ Hayır ‘’ Demek isterse ne kızcağızın onurunu ne de hemen orada vurulmayı düşünürdü.

-Evet siz, Kamil’den olma, Fatma’dan Doğma Bay Naci Buber ( Bizim asıl soyadımız... Ben sonra Biberoğulları olarak değiştirdim.) Sayın Sadiye Pekgöz’ü hiçbir tesir altında kalmadan eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?

Heyecanım son raddeye gelmişti. Kalbim küt küt atıyordu

-Evet.

‘’ Oh Ya Rabbi şükür. Büyük bir vartayı atlatmıştık şimdilik. Ama bu işin devamı ne olacaktı?’’

-Ben de sizleri Belediye başkanımızın bana verdiği yetki ile karı- koca ilan ediyorum. Allah bir yastıkta kocatsın. Gelini öpebilirsiniz.

‘’ Ulan ne gelini öpmesi hıyar? Davetlilere baksana yarıdan fazlası çarşaflı, sakallı, hatta takkeli insanlar’’ Diye bağıracağım neredeyse nikah memuruna.

Naci kalktı,  Sadiye de kalktı. Hiç kimse Naci’nin gelini öpmesini beklemiyordu ama o eşinin duvağını kaldırdı ve alnından öptü. Naci’nin bu kadarcık bir hareketi bile gelin tarafının ‘’ Vışşşş ‘’ nidalarıyla hayretlerini ve şaşkınlıklarını ifade etmelerine yol açtı. Erzurum’lu aile şok olmuştu adeta. Bir damat nasıl olur da herkesin içinde gelini – alnından da olsa- öperdi?

Evet, böylece dört kardeşin en küçüğünü de dünya evine sokmuştuk ama acaba bu evlilik yürüyecek miydi? Çünkü birbirlerine taban tabana zıt iki yaşam biçimi bir çatı altında olacaklardı bundan sonra.

Bu evliliğin ilk bir kaç senesi sıkıntılarla geçti çünkü kardeşimin çalıştığı plastik atölyesi kapandı. İşssiz kalan kardeşim pazarlarda erkek iç çamaşırı satarak ailesini geçindirdi.  Bu arada dünyaya gelen ikinci evlatlarında sağlık problemleri baş gösterince hastanelerden çıkamaz oldular. Kalbinde delik olduğu söylenen kız yeğenim için doktorlar ‘’ Fazla yaşamaz ‘’ Diyorlardı ( Oysa şimdi 20 yaşlarında ve çok şükür sağlıklı.). Tüm bu sıkıntılara rağmen yuvada herhangi bir çatırdama görülmüyordu. Oysa ben işin doğrusu daha çocukları olmadan ayrılırlar diye düşünüyordum.

Böylece geçen bir kaç yıldan sonra yine bir yaz tatilinde kardeşimin evine gittim. O, artık yeniden bir plastik fabrikasında çalışmaya başlamış, bu arada da kaba inşaattan bir ev satın almış ve yine kendisinin ve eşinin gayretleriyle evi içinde oturulacak hale getirmişti. Naci’nin dişi kuşu resmen yapmıştı yuvayı. Yani her şey güzeldi de acaba eşini sevmeye de başlamış mıydı ?

İşte bu sorunun cevabını o yaz tatilinde öğrenecektim.

Kardeşimin kapısını çaldığımda kapıyı Sadiye açtı. O anda evde olan kardeşim içeriden seslendi ‘’ Papatyam kimmiş gelen?’’

Şaşırdım tabii ki ‘’ Papatyam mı? ‘’  Daha bir kaç sene önce ‘’ Abi bu kızın neresi sevilir ki?’’ Diyen,  nikahına  zil zurna sarhoş giden kardeşim şimdi eşine ‘’ Papatyam’’ Diye mi hitap ediyordu?

Sadiye gelenin ben olduğunu söyleyince kardeşim de içeriden geldi. Sarıldık birbirimize. Kardeşimin yüzünde güller açıyordu adeta. İçeriye geçtik.

Az dinlendikten sonra yengem mutfağa geçti.  Ben biraderle muhabbetteyim.  Bir saat kadar sonra birader mutfağa doğru seslendi. ‘’ Papatyam yemek hazır mı?  Gelebilir miyiz? ‘’

Yok yok yanlış duymuyordum. Kardeşim eşine ‘’Papatyam’’ Diye hitap ediyordu. Dahası dört kardeş içinde ilkokul mezunu olan tek kardeşimiz o olduğu halde eşine hitabı ‘’ Papatyam ‘’ olan tek kardeşimiz de oydu.  Ne olmuştu bu çocuğa böyle? Sihirli bir değnek dokunduran mı olmuştu?

Sadiye’nin ‘’ Buyurun’’ Demesi üzerine mutfağa girdik Allah ne verdiyse yedik, içtik.

Vakit ikindiye yaklaşıyordu.  Birader birden ayağa kalktı.

-Abi abdestin var mı?

-Oğlum bu kadar yoldan sonra abdest mi kalır? Yok elbette ama niye sordun merak ettim.

-Abdestini al,  ben de alayım da namaza gidelim.

-Namaza gitmek mi? Sen namaz kılmasını biliyor musun ki?

Evet, kardeşim namaz kılmasını filan bilmezdi. O güne kadar da herhangi bir camiden içeri adımını atmışlığını görmüşlüğüm yoktu.

Yengem gülümseyerek cevap verdi.

-Artık biliyor abi. Hem de hiç kaçırmadan kılıyor namazlarını. Üstelik evde değil camide. Sabah namazlarını bile hiç kaçırmadan camide kılıyor.

-Allah Allah,  kim öğretti buna namaz kılmayı?

Yengem ‘’ Ben öğrettim’’ Demedi ama gözlerinden belliydi onun öğrettiği.

Az sonra iki kardeş abdest alıp caminin yolunu tuttuk.

Tekrar eve döndüğümüzde yengeme sordum

-Sadiye söyle hele,  Naci’deki bu değişim nasıl oldu?

Tek kelimeyle cevap verdi yengem:

-Sabırla abi sabırla...
( Papatyam başlıklı yazı Sami Biber tarafından 30.03.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.