Aile, günümüzde genellikle ana baba
ve çocuklardan oluşur.
Aile de genellikle otorite babadır.
Anne ise sevgiye bulanmış bir melektir adeta. Çocuklar ile baba arasında barış
elçisidir. Ev, ortak mekândır. Anne baba kendiişlerinde çalışıyorsa örneğin,
çiftçi, esnaf, zanaatkâr vs. çocuklar da
eğitimlerinden artan zamanlarda yaşına uygun sorumluluklar üstlenir, üretime
katkı sunar. Yani, az ya da çok üretime ortaktırlar. Tabii ki tüketime de
ortaktırlar.
Ailenin yaşlıları, çalışamaz durumda
olanları da üretime katkısına bakılmaksızın tüketime ortaktır. Her birey ihtiyaçları
kadar tüketirler.
Devletin payı (vergiler) verildikten
sonra, araç, gereç vs. ihtiyaçlar
karşılanır.
Anne baba, resmi ve ya özel
kurumlarda ücret karşılığı çalışıyorlarsa; çocuklar, bu koşullarda eğitimin
yanında, evlerinde yaşlarına uygun bazı sorumluluklar üslenirler. Bu durumda da
kim, ne kadar üretime katkı sunduğuna bakılmaksızın, tüketim ortaktır.
Kısaca aile, üretimde tüketimde,
kederde kıvançta, ortak bir yaşamı paylaşırlar.
Aile de, iş bölümü ve sorumluluğu
paylaşma anlayışı, aileyi koruma, yaşatma amaçlıdır. Bu amaç, insanlık tarihi
kadar eski ve vazgeçilmezdir. Yani, aile içinde her değer, her zenginlik ya da yoksunluk benim değil,
bizimdir. Bizim araba, bizim at bizim radyo vs. Her sevinç ve her keder
ortaktır. Ailenin huzur, güven ve sevgiye bulanmış yaşamına “komin” yaşam
diyebiliriz.
Komin yaşam; kabile, klan dediğimiz toplulukların,
yaşam pratiğinden günümüze ulaşan; sevginin, dayanışmanın ve mutluluğun
harmanlandığı bir yaşam biçimidir.
Ailelerin çoğunluğu bu ortak yaşam
alanlarında, günümüzde olduğu gibi, daha
çok mutsuzluk yaşıyorsa, sıklıkla aileler parçalanıyorsa, çocuklar sokaklara
düşüyorsa, burada; devletin dayattığı düzen ile aile yaşamı, uyum içinde
değildir. Devleti yönetenlerin dayattığı düzenin adı ne olursa olsun aileleri
mutlu edemiyorsa, toplumu da mutlu edemiyor demektir. Bu durumda, düzeni
dayatan otorite, yani devleti yönetenler özeleştiri verip kendi yenilemeli, ya
da toplum; yönetim biçiminin adı ne olursa olsun, bozuk düzeni değiştirmelidir.
Her vatandaşın hakkıdır insanca
yaşamak.
Nedir insanca yaşamak? Devletiyle gurur duymaktır, en başta.
Bir toplumda vatandaşların bir kısmı
devletiyle barışık değilse, vatandaşları da birbiriyle barışık değildir. Öyle ise devlet, öncelikle iç barışı sağlamak,
vatandaşlarını, barış ve huzur içinde yaşatmanın koşullarını oluşturmak
zorundadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta
barış, dünyada barış” öz deyişinin gereğini yapmalıdır. Barış ve huzur
her vatandaşın öncelikli talebi ve hakkıdır. İnsanca yaşamanın ön koşuludur.
Devleti yönetenler, ister işçi, ister
zanaatkâr, ister çiftçi, isterse sanatçı, işi sıfatı ne olursa olsun, her bir
vatandaşını kendi ailesinin bir bireyi olduğunu unutmadan; hangi alanda
üretiyorsa, ürettikleri milli değerler olarak görülmeli ve üretimin her
aşamasında desteklenmelidir.
Çocuklarımız, gençlerimiz
“geleceğimizdir” söylem olmaktan çıkarılıp, eğitim ve öğretim hizmetleri her kademe
de ücretsiz sağlanmalıdır. Unutulmamalı ki, üretimde ve kalkınmada en değerli,
birincil kaynak eğitilmiş sağlıklı insanlardır. Ondan sebep sağlıklı yaşam her vatandaşın
hakkıdır. Sağlık hizmetleri parasız verilmelidir.
Her ailenin insanca yaşayacak bir evi
olmalıdır.
Yeni doğan her çocuk, ilerde yeni bir aile
kuracaktır. Onun da temel ihtiyaçlarından öncelikli olanı konuttur.
Devlet yeni oluşacak aileler için de
depreme dayanıklı konutlar üretmeli, yeni evlilere tahsis etmeli ya da aile,
gelirinin çok küçük bir kısmıyla kiralayabilmelidir. .
Eğitilmiş çocuklar ve gençler, eğitim sonrasında, eğitimini aldığı alanlarda
istihdam edilmeli, artan nüfusa iş olanakları ve alanları yaratılmalıdır.
İşsizlik olgusu, devletin utancıdır. Devlet, bu utançtan kurtarılmalıdır.
Üreten her ailenin, insanca yaşayacak
bir gelir elde edebilmesi huzurun, üretip, değer yaratmanın birincil koşuludur.
Devlet, her ailenin ürettiği her ne
ise; az ya da çokluğuna bakmadan, insan onuruna yakışır bir gelire sahip
olmasının yol ve yöntemini bulmalıdır.
Emeklilerin, yaşlıların,
çalışamayacak durumda olanların, hatta
çalışmak istemeyen aylakların da vatandaş olarak yaşama hakkı olduğu kabul
edip; yasalarla güvence altına alınmış, insan onuruna yaraşır bir maaş
bağlanmalıdır.
Yasalar halk için yapılmalı, adalet,
her vatandaşa eşit dağıtılmalıdır.
Adaletin karşısına gelenlerin mesleği,
kariyeri, mevkii kapının dışına bırakılıp, sade vatandaş olarak
yargılanmalıdır. Adalet söz konusu olduğunda Cumhurbaşkanı da olsa vatandaş
kimliği ile yargılanmalıdır.
Devletin güvenlik güçleri,
vatandaşın, insan olmaktan doğan hakları yanında sonradan kazandığı haklarının da koruyucusu, kollayıcısı olmalıdır.
Özetle devlet, karmaşık devasa bir
örgütlenme olsa da; “Devlet baba” ya da “Devlet Ana” olmanın gereğini yapmalı.
Vatandaşlarını babanın otoritesi, annenin sevgisiyle kucaklayıp, aile
sıcaklığıyla yönetmelidir.
Az kazanandan az, çok kazanandan çok
almalı; Aldıkları vergileri ülkenin kalkınması ve halkın mutluluğu için
kullanmalıdır.
Yani Ozanın yakındığı, Osman oğulları gibi olmamalı.
“Şalvarı şaltak Osmanlı / Eğeri kaltak
Osmanlı /
Ekende yok biçende yok / Yiyende ortak Osmanlı”
----------------------------------------------------------- Tahir Eker
28.2. 2021